‘İslam’ı tekrar ayağa kaldıracak olan Hanefi-Maturidi gelenektir’ iddiası

‘İslam’ı tekrar ayağa kaldıracak olan Hanefi-Maturidi gelenektir’ iddiası

Türk Müslümanlığı projeleri, İslam’ı hatta Hanefi-Maturidi geleneği seküler-laik hassasiyetlerle ele alıp İslam’ı protestanlaştırma, laikleştirme, dünyevileştirme çabalarının bir sonucudur.

Star gazetesinin Pazar günleri yayınlanan Açık Görüş adını taşıyan ekinde birçok konu daha geniş bir perspektiften işleniyor. Açık Görüş yazarlarından Ercan Yıldırım da buradaki yazılarıyla dikkat çeken bir isim. Bugünkü yazısı da dikkat çekiyor. Yıldırım, bugünkü yazısında Müslümanların yaşadığı yıkımın temel kodlarını inceliyor ve buradan çıkış yolunu arıyor. Yıldırım’a göre, “İslam düştüğü yerden ayağa kalkacak ilkesi mucibince İslam alemini tekrar ayağa kaldırmak istiyorsak, Hanefi-Maturidi entelektüel zemini, taşlanmayı da göze alarak, siyasi iradenin desteğiyle yepyeni kıyaslarla, içtihatlarla zenginleştirmek mecburiyetindeyiz.” Bu fikre temel oluşturmak üzere Hanefi-Maturidi geleneğinin Osmanlı’da ve Türkiye’deki durumunu, Cumhuriyet dönemi ile birlikte nasıl bir konuma geçildiğini yazısında şöyle değerlendiriyor:

“Türk Müslümanlığı Projesi” Sürüm 3.0

Ercan Yıldırım

Türkiye’deki genel fikri ve siyasi atmosferin bir özelliği değil sadece dünya sisteminin de çok müracaat ettiği bir usul var; gelecekte hangi ideoloji, düşünce, temayül kamusal alanda yer almayacaksa o naif ve iyi niyetli bir tartışmanın gündemini oluşturur.

İslam düşüncesinin yenilenmesi, tecdid ve ihya ile Müslümanların tekrar “üstünlüğü ele geçirmesi” görüşü çok farklı çabaları belirginleştirdi; Müslümanların geri kalmasını tek temel mesele gören zihin kendini İslami olana kapattı. Buradan Batı’nın, Batı’nın kurduğu nizamın ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba belirginleşmedi; peki ya ne oldu? Medeniyet kavramı etrafında gelişen tartışmada Müslümanlar, üstünlüğü sadece medeniyet değerlerine indirgeyerek onun imkanlarını ele geçirme kavgasına girişti.

Çağı anlamak, anlamlandırmak, Müslümanlığı Batı medeniyeti karşısında var ve güçlü kılabilmek için yenilenmenin gerektiği dillendirilmektedir. Fakat, buradaki esas sorun yenilenmenin hangi ilkelerle ve nasıl olacağını belirtmek derken, birileri Kur’an ve Sünnete dönmekten, bilimi dönüştürmekten, felsefeyi göreve çağırmaktan, Maturidi-Hanefi geleneği ihya etmekten bahseder. İşte tam olarak düşüncede, pratikte tıkandığımız yer burasıdır; Kur’an ve Sünnete nasıl döneceğiz, bilimi nasıl dönüştüreceğiz, Maturidi-Hanefi geleneği nasıl ihya edeceğiz? Aklı daha fazla kullanarak, ilkesini merkeze çekseniz bile aklı hangi alanlarda ve ne şekilde kullanacağımıza dair somut, pratik çıkarımlarda tıkanıyoruz.

Osmanlı devlet adamı, ulema, Maturidi-Hanefi zihniyeti zaten okutuyor, bir şekilde uyguluyor, artık bu iki geleneği imparatorluğun merkezine yerleştirerek sönmekten kurtarıyordu. Buna karşın tuhaf biçimde “aklı yeterince” kullanamadığı eleştirilerine maruz kaldı. Maturidi zihni kâfi derecede hayata geçiremediği için batışın geldiği yorumlarına da muhatab oldu. Modernizmle, Aydınlanma düşüncesiyle olan ilişki biçimi ve kapitalist ilkeler çağdaş İslam düşüncesini sürekli köşeye sıkıştırdı; ihya ve tecdid taraftarları bir şekilde “reformist-modernist” dikotomisine hapsedildi.

Lale Devri’nde teknik ve teknolojideki yenilikleri, Aydınlanmacı kapitalist aklı fark eden Osmanlı devlet adamı bunu pratiğe geçirmek için adımlar attı, fakat “gelenekçiler” ihtimali hezimete uğrattı. Batış döneminde başta kader, ilerleme, çalışma, tevekkül, bidat olmak üzere Osmanlı aklı ve aydınları biraz da Maturidi-Hanefi geleneği temel kabul ederek yeni yorumlar, tezler geliştirdi fakat çöküşe engel olamadıkları gibi geleneksel çatışmalarımızın önüne geçebilecek yeni bir terkib oluşturamadı. Burada mesele sadece ulemanın yeni bir çıkış yolu, düşünce, akım oluşturmasında değil devlet ve siyasi iradenin belirleyici etkisinde düğümleniyor.

Birikimi heba etmek

Hanefiliğin Emevi saltanatı ve Mevali politikası, Maturidiliğin Samanoğulları’nın siyasetiyle, Eşariliğin Selçuklu-Nizamülmülk hassasiyetiyle ve elbette kendi dönemleri içinde yükselen ve gerileyen eğilimlerle bağlantısını mutlaka gözetmek gerekir. Cumhuriyet dönemindeki dini uygulamaların alt yapılarının bir şekilde sadece “İslam düşmanlığı”yla izah edilemeyip “gerçek İslam” vurgusuna bağlı olması, İslam’ı reforma tabi tutma girişimiyle “Türk Müslümanlığı projesi” arasındaki makasın açılmasını engeller.

Doğrusu Cumhuriyet idaresinin Hanefi-Maturidi bazı vurguları kendi isterileri doğrultusunda kullandığı da bir gerçek… Bu gerçek bizim büyük yıkımlarımızdan biridir.

Günümüzde de benzer eğilimler, arayışlar kendini gösteriyor. Sıkışan dini düşünceyi, buna paralel olarak siyasi çıkış çabamızı açmak için yepyeni temeller, kökler, terkibler arıyoruz.

“Durumdan vazife çıkarma” marifetlilerinin Hanefi-Maturidi yorumu Cumhuriyet icraatlarına, 90’larda palazlanan Türk Müslümanlığı projesine hatta ılımlı İslam ve Türk-İslam sentezi gibi Türk’ü de İslam’ı da dejenere edecek eğilimlere yontma gayretleri, her zaman olduğu gibi saf, temiz, sahici bir düşünceyi, çabayı heba etmeye yönelik gelişiyor.

Türkiye tam da yönünü Transatlantik ve Avrasya dışı kendine özgü bir yola çevirmişken Hanefi-Maturidi gelenekten beslenebilir, İslam aleminin siyasi ve fikri ufkuna geçmişte yaptığı gibi bir kere daha Batı dışı bir nizam fikri sunabilir. Hanefi-Maturidi yorum tarihin farklı bir konjonktürden tekerrürünün sonucu bugün yeniden gündeme geldi. Hanefilik Irak-Rey ekolünün yani Hz. Ömer’in inşa ettiği Kufe’deki çok farklı kültür, dil, düşünce yapısına sahip insanların zihniyet dünyalarına sesleniyordu. Meseleler tek bir kültür olmadığı için nakle ve kabile kültürüne göre değil nakle ve akla, istihsana, kıyasa dayanarak çözülüyordu.

Mesiyanik batıni eğilimler

Maturidiliğin doğduğu Maveraünnehir havzası da şehirli kültüre haizdi, farklı ilim-bilim-felsefe ekollerine karşı Harici özcülüğü ve lafızcılığı hazmedemeyecek, kabul edemeyecek zenginliğe, iddiaya, derinliğe sahipti. Emevi kavmiyetçiliğinin Arap olmayan Müslümanlardan “cizye” alması, kişisel-topluluğa bağlı siyasi kavgaların, hesaplaşmaların kadere bağlanması, dini kavramlar içinde yorumlanması, tekfir, şablonculuk, Hanefi-Maturidi geleneği ortaya çıkardı.

Gerek İmam Ebu Hanife gerek İmam Maturidi, batıni ve harici yorumların, saldırıların tam karşısında yer alır; bu bakımdan bu topraklardaki Ali Osman terkibindeki Türk hassasiyetini erken dönemde İmam Ebu Hanife “Hz. Ali’yi sev, Şia’dan uzak dur” tavrıyla göstermiştir.

Bugün İslam düşüncesi FETÖ ile DEAŞ arasında sıkışıp kaldı… Ayrıca lafzı ve nakli kalkan alarak ilerleyen selefi-harici zihin ile Şii yayılmacılığı, kavmiyetçilik, kendinden başka Müslümanları Hak olarak görmeyen anlayış, mesiyanik batıni eğilimler hemen her coğrafyada yükselmektedir. Bu ortamda Maturidi-Hanefi düşünce elbette her zaman yaptığı gibi  “vasat ümmet” fikrini savunup yerleştirecek. İmam Maturidi’ninbatıniliğe, hariciliğe karşı kalp ve sözün lafzına değil hikmetine bakan metodu işletildiği, yepyeni kıyaslar, içtihatlar yapıldığı takdirde çağın saldırılarına karşı konabilir. Bu açıdan mesele değişim değil değişim dinamiklerini yakalayabilecek siyasi-ilmi irade ve cesareti gösterebilmekte.

Yoksa ne Hanefi-Maturidi ne Eşari düşünce yaralarımıza merhem olabilir; aralarındaki farkları aşan çok yeni ve köklü problemler, itikadi soru ve sorunlar zaten birikmeye başladı bile!

Gündelik hayattaki yaşama, mahrem hassasiyeti, algısı ve teknolojinin ötesinde genetik mühendisliği ve yeni insan imal etme gibi ontolojik kıvrılmaların çok gerisinde bir İslam düşüncesi var şu an.

Protestanlaştırma projesi

Maturidi-Hanefiliği “Türk Müslümanlığı”cenderesine alma çabaları, Türkiye’deki yerleşik statükonun yeniden tanımlanmasından, millet bağının-devlet varlığının önüne çıkarılıp meşrulaştırılmasından ibarettir. İşte tam da bu arada kavramları netleştirerek Hanefi-Maturidi yorumun Türk zihnine yatkınlığı ile proje Türk Müslümanlığı arasını açabiliriz.

İslam dindir, değişmez, farklı kültür, kavim, coğrafyalara göre şekil almaz; kavimler, kültürler, coğrafyalar üstüdür… Müslümanlık ise İslam’ı başta temel kaynaklar olan Kur’an ve Sünnet sonrasında akıl, kıyas gibi yöntemlerle ve milletlerin kendi karakterleri, kültürleri, yaşama biçimleri ve coğrafyanın imkanlarına bağlı olarak anlama, algılama, yorumlama, yaşama stiline denir.

Başta Sait Halim Paşa olmak üzere pek çok mütefekkirin belirttiği gibi Arapların, Hintlilerin, Mısırlıların, Türklerin yaşadığı bir Müslümanlık vardır. Fakat Türk Müslümanlığı projeleri, İslam’ı hatta Hanefi-Maturidi geleneği seküler-laik hassasiyetlerle ele alıp İslam’ı protestanlaştırma, laikleştirme, dünyevileştirme çabalarının bir sonucudur. Batıdaki “milli kilise”lerin farklı versiyonlarını bu topraklara taşımaya çalışan “toplum mühendisliği”nin bir sonucudur.

Hanefi-Maturidi gelenekte amelin imana dahil olmaması, ameli yerine getirmeyenin ve büyük günah işleyenin hükmünü insanın değil Allah’ın takdir edeceği yaklaşımı Cumhuriyet idaresi ve 90’lı yıllardaki Kemalistler tarafından “laikliğin gerekçesi” olarak alınmıştı.

Halbuki Müslümanların birbirlerini tekfir edip kırmasının önüne geçen bu yaklaşımın laiklikle hiçbir bağı bulunmamaktadır.

Türk Müslümanlığı kavramını biraz da “heterodoks” tutumla özdeş gören bu kesimler Kemalizmin dini-imanı “vicdan”da donduran karakterini de kesinleştirerek Anadolu’da ibadetlere karşı rahat olan tutumu idealize etmeye yeltenir. 32 ve 54 farzda özetlenen, ilmihali merkeze alan Anadolu’daki genel yapı ile toplum mühendisliği projeleri taban tabana zıttır.

Zaten son yıllarda İslam’a karşı kamusal dindarlığı ve görünmenin ifsat edici gücünü arkasına alan kesimler ahkamı yok sayan, dini, sembollere, özel günlere münhasır kılan, İslam’ın bütüncüllüğünü örtmeye çalışan faaliyetleri yoğunlaştırdı.

Oysaki Anadolu’daki yaşayan İslam bir yönüyle ilmihale, farzların eksiksiz yerine getirilmesine dayanırken bir taraftan da Muhammediye, Ahmediye, Mevlid, Battalname, Hz. Ali Cenkleri, Envâru-l Âşıkin, Müzekki’n-Nüfus, Kara Davud ile irfani-hikmet cephesini güçlü, diri tutar.

1071 sonrasında kurulan nizamdaki gaza anlayışı, teslimiyet ile ahlaksız konformizmi besleyen kadercilikten farklı olarak Hanefi-Maturidi yaklaşımın paralelinde bir tevekkül, kader anlayışı da geliştirir.

Anadolu irfanı terkibi biraz da bunu anlattığı için, Türk Müslümanlığı projesi, Kemalist uygulamalara direnç gösteren Anadolu irfanını, Anadolu’yu vatan kılan İslami hassasiyetleri de ortadan kaldırmaya, statükoyu tahkim etmeye matuftur.

Aktüel dini tartışmaların, magazinel yaklaşımların çözüm üreten, zengin ve sahici Hanefi-Maturidi geleneği-usulü deforme etmesi Türkiye’nin ve İslam düşüncesinin geleceğini yaralar.

Son ve belki de ilk büyük entelektüel atağımızı bu toprakların İslamlaştırılması, vatan kılınması esnasında gerçekleştirdik. Gazzali’den İbn Arabi’ye, Yunus Emre’den Mevlana’ya derin bir düşünce, irfan, hikmet felsefesi geliştirdik. Hanefi-Maturidi düşüncenin ikamesiyle beraber arada Taşköprüzade, İbn Kemal, Kınalızade, Cevdet Paşa gibi isimlerle entelektüel derinliğimizi belirginleştirdik; kim ne derse desin yine Hanefi-Maturidi temel üzerinden şekillenen Osmanlı’nın son dönemindeki çağdaş İslam düşüncesine bugün yaklaşamıyoruz bile! Zinde güçlerin, elimizdeki yegane ilmi ve hatta siyasi birikim olan Hanefi-Maturidiliği yeni paganist eğilimler, neo-laiklik, neo-sekülarizm uğruna heba etmesine müsaade edemeyiz.

İslam düştüğü yerden ayağa kalkacak ilkesi mucibince İslam alemini tekrar ayağa kaldırmak istiyorsak, Hanefi-Maturidi entelektüel zemini, taşlanmayı da göze alarak, siyasi iradenin desteğiyle yepyeni kıyaslarla, içtihatlarla zenginleştirmek mecburiyetindeyiz.

ercnyldrm1@gmail.com

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *