Deizm safsatası ve yanlışlar

Deizm safsatası ve yanlışlar

Son günlerin gündemi Deizm konusunda bir yorum da Yalçın Akdoğan’dan geldi. Konuyu Star’daki köşesinde değerlendiren Akdoğan, deizmin şeytani bir tavır olduğunu vurguladı.

Akdoğan, “Gençler arasında deizmin yaygınlaştığı yönünde bir söylenti üzerine sanki yeni bir dini anlayış keşfedilmiş gibi bir hava estirmek de, böyle bir eğilim dalgası varmış gibi algı oluşturmak da son derece yanlış” olduğunu söylüyor.

Deizmin şeytani bir tavır olduğunu belirten Yalçın Akdoğan, Star gazetesindeki yazısına şöyle devam ediyor:

Tüm dinleri ve ilahi vahyi reddeden Deist anlayış, ateizmin farklı bir versiyonu olmaktan öteye geçmezBu, Allah’ı bilen ama tabi olmayan, Şeytani bir tavırdır. Şeytan da Allah’ın varlığını bilir ama buyruklarına teslimiyet göstermez. Özellikle son dönemde tüm inançlara savaş açan Deistler ‘Allah her şeye müdahale edebilir ama bize karışamaz, Allah vardır ama bu ilişkinin nasıl olacağını biz belirleriz’ yaklaşımındadır. İnancın en önemli rüknü olan teslimiyeti ortadan kaldıran bu çarpıklık bir özgürleşme değil nefse köle olma halidir.

İnsanı kıymetlendiren şey, Allah tarafından yaratılmış olmanın ötesinde yaratılış amacına uygun hareket etmesidir. İnsana eşref-i mahlûkat olması ya da halife-i ruyi zemin görülmesi üzerinden değer atfedilmesinin temeli Allah’ın belirttiği amaçlara uygun bir yaşam sürmesidir ve bu şekilde bir muhataplık ilişkisine sahip olmasıdır. Bu muhataplık ilişkisi Allah’ı sadece bilmeyi değil, tanımayı, sevmeyi, onun rızası için onun istediği yolda yürümeyi, onun çağrısına icabet etmeyi gerektirir. Allah’ın kâinatın yaratıcısı olmasından gaflete düşmek nasıl bütün yaratılmışların anlamını, kâinatın varoluşsal gayesini boşa çıkarırsa, Allah’ın insanı yaratışının amaç ve gayesini yok saymak da insana yüklenen değeri boşa çıkarır.

Elbette doğa, kâinat, tabiat yaratıcı bir güç ve kudrete işaret eder, Allah’ın varlığını gösterir. Makro kosmos, düzen ve nizam ilahi bir iradeyi gösterir, onun varlığına dair bir tür delil ve ayettir. İnsanoğlu bazen ister ‘ilk sebep’ diyerek ilahi iradeye göndermede bulunmuş, bazen bilimin ulaşamadığı boşlukları izah etmek için ilahi ilmi ve kudreti işaret etmek durumunda kalmıştır. Kâinatı bilimsel yöntemlerle açıklama aşamasında görülebilen bu acziyetin bir yaratıcıya işaret etmesinden daha büyük işaret kainatın bilim veya akılla da görülen her hali, her işleyişidir. Yani kâinatı izahtaki çaresizlik değil izahtaki yeterlilik de aynı manalara işaret eder. Bütün bu süreçlerde aklın ve duyuların önemli bir rol oynadığı muhakkaktır.

Modern felsefenin aklı kutsallaştırdığı profanlaşma döneminde ilahi olanla kâinat ve insan arasındaki ilişki kesilmiş, yok sayılmıştır. Ateist paradigma nasıl varoluşsal gayeyi yok saymışsa, deist anlayış da Allah’ın varlığını kabul ediyormuş gibi görünerek aynı gayeyi bertaraf etmiştir.

Dinleri, vahyi/kutsal kitapları, peygamberleri, melekleri yok sayan bir anlayış imanın tüm rükünlerine savaş açmış olur. Kendi aklına, heva ve hevesine göre ilah üreten bir anlayışın kutsallıkla bir ilişkisi olamaz. Sözümona aklı öne çıkararak insan zihninin ürettiği bir totem oluşturmanın, bir dönemler akılsızlık ve cahiliye diye kınanan totemleştirme ve puta tapınma anlayışından ne farkı olabilir?

Allah-insan ilişkisini insanın tek taraflı iradesine göre tanımlayıp, şekillendirmek; murad-ı ilahiyi, gayeyi ilahiyi, maksad-ı ve emr-i ilahiyi nazara almamak Allah’a meydan okumanın başka bir türüdür. İnsanı yaratan ilahi gücün iradesini, amaç ve çağrısını hiçe saymak Allah’a inanmak anlamına gelmez.

Allah kâinatta sergilediği irade ve kudret ile insanın kendisini (isim ve sıfatlarını) bilmesini sağlayacak deliller ortaya koymuştur ve insan, aklıyla bu mesajı elbette almak, Allah’ı tanımak durumundadır. Ama Allah, gönderdiği peygamberler ve vahiyle de iradesini, insandan ne istediğini ortaya koymuştur. Allah’ı gerçek anlamda bilmek, tanımak, inanmak, sevmek bu çağrıya karşılık vermesi ile mümkündür. Gaybî olanı salt akıl üzerinden anlamlandırmaya çalışmak yetersiz kalacağı ve murad-ı ilahi anlaşılmayacağı için bir öğretiye ve öğreticiye ihtiyaç söz konusu olmuştur. Allah’ın vahiy ve peygamberler ile bunu gerçekleştirmesi aynı zamanda insanlığa bir lütuf ve nimettir. İnsanı kıymetlendiren de bu muhataplıktır, bu misyonun parçası olmasıdır.

Son dönemde hadisler veya nübüvvetin değeri üzerinden lakaytlık üreten anlayışın daha ileri aşaması bu lakaytlığı kitaplar ve dinler üzerine de teşmil eden deist çarpıklıktır. Kimi peygambere ne gerek var diyor, kimi kitaba ne gerek var diyor?

Deistlerin bu tür hezeyanlarını tekrar ısıtıp sanki akli bir inanç oluşturuyormuş gibi takdim etmek, insan aklıyla dalga geçmektir.

‘Benim kalbim temiz’ anlayışı, dini ameli yadsıyan bir keyfilik ürettiği gibi ‘benim aklım yeter’ anlayışı da dini ilahî olandan koparıp başka bir keyfilik üretiyor. Dinin amel boyutunu es geçen laubaliliğin deizm kisvesi altında inanç boyutunu da yadsıyan bir şekle bürünmesi inancın genleriyle oynamak, hakikatten kopuk bir ilah kabulü kurgulamaktır. Allah’ın ubudiyeti ve rububiyeti meselesinin içini boşaltan deizm, hakikati buharlaştırmanın ve ilahi olana meydan okumanın başka bir şeklidir.

Dini alanda görülen safsatalar, tahrifat ve çarpıklıklar dine karşı bir soğukluk üretmemeli, tam aksine sahih, makul ve aslına uygun din anlayışına dönük arayışa güç vermelidir.

Ma’bud-kul ilişişinde birilerinin çıkıp din adına yanlış diktelerde bulunması doğru olmadığı gibi, insanın adeta kendisini yaratıcıya dikte etmesi de doğru değildir. Bu tür deist dalgalar Hakka aşık olan ve ilahi davetin yolunda yürüyen gençliğin tevessül edeceği bir şey değildir ve olamaz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *