‘MBS’nin konuşmaları dikkatle takip edilmeli ve analiz edilmelidir’

‘MBS’nin konuşmaları dikkatle takip edilmeli ve analiz edilmelidir’

Prens Selman’ın Amerika gezisinde ve son olarak Atlantic dergisi röportajında sarf ettiği sözler üzerine Yeni Şafak’tan Zekeriya Kurşun, verilen cevapların önümüzdeki elli yılın ipuçlarını taşıdığını öne sürüyor.

“Suudi veliahdı Muhammed bin Selman’ın (MBS) ABD’deki temasları sürdükçe ilginç açıklamaları, televizyon ve dergi röportajları da birbiri ardına geliyor. Kimilerine göre söyledikleri boyunu aşıyor ama sıradan şeyler değil.”

Böyle diyor Zekeriya Kurşun ve şöyle devam ediyor Yeni Şafak’taki yazısına:

Son olarak The Atlantic dergisinde Jeffry Goldberg’e verdiği uzun mülakatta oldukça tartışılacak sözler söylemesine rağmen, daha çok İsrail ile ilgili söyledikleri dikkatleri çekti. Bana göre İsrail hakkında söylediklerinin hiçbir yeni tarafı yoktu. Sadece onun ağzından çıkması yeni sayılabilirdi. Bu yüzden ben, burada bu konu üzerinde durmayıp, diğer söylediklerini değerlendireceğim. Bunun iki sebebi var:

Birincisi, MBS’nin söylediklerinin sadece Suudi Arabistan’da yaşayan yaklaşık 30 milyonu değil, bütün Müslüman dünyasını hatta genel olarak dünyayı ilgilendirmesi. İkincisi de son yazımda ele aldığım konuların neredeyse tamamının bu yeni mülakatta da yer almasıdır.

MBS’NİN CEVAPLARI NİÇİN ÖNEMLİ?

Atlantic Dergisi editörü ve başarılı bir gazeteci olan Jeffry Goldberg’in MBS’ye yönelttiği soru ve cevapların bazılarının önceden hazırlandığı anlaşılıyor. Fakat arada bir MBS’ye spontane yönelttiği usta sorulara aldığı cevaplar da önümüzdeki elli yılın ipuçlarını taşıyor. Geçen yazımda belirttiğim ve Goldberg’in ona hatırlattığı toyluğuna bakmadan, MBS’nin konuşmaları dikkatle takip edilmeli ve analiz edilmelidir. Basit bir hesapla, eğer veliaht yakında tahta geçer ve babası kadar yaşarsa, -bölge de önemli değişikliklere şahit olmazsa- en azından yarım asır boyunca gündemde olacak. Üstelik jeopolitiği yüksek ve daha da önemlisi Müslümanların kıblesinin olduğu bir coğrafyaya hükmedecek.

Mülakatta bilinen pembe hülyalarını sıralıyor MBS. Her söylediği isabetli değil, bir kısmı da ülkesinin gerçekleri ile çelişiyor. Bunun farkında ve mücadele azmini sergiliyor. Koşullar ne olursa olsun kendisine reformist bir misyon biçtiği belli. Hatta cevapları arasında sadece kendi iç kamuoyunda anlaşılacak tehditler de var. Suudi uleması ve selefleri gibi “Vehhabi” kavramını reddederken bile Vehhabiliğin Luther’liğine soyunuyor.

Cevaplarının bazılarında, ülkesinde iken çalışılmış bazı mesajları da veriyor. Bugün ve gelecekte tehdit olarak gördüğü “şeytan üçgeninden” bahsediyor. Benim dikkatimi çeken de en çok burası:

MBS’NİN MESAJLARINDAKİ GELECEK KODLARI

Şeytan üçgeninin bir ucunda İran rejimi var. Son çeyrek asırda Suudi-İran gerilimine baktığımızda yeni bir şey gibi görülmüyor. İran rejiminin 1979’dan beri Şii ideolojisini yayan mehdi beklentilerine gönderme yapıyor ve bu durumun bütün dünyayı tehdit ettiğini söylüyor.

Suud-İran nefretinin temeli, Muhammed b. Abdilvehhab’in temel anlayışı olan “tevhid” fikri ile çelişen Şii inancının reddine, daha da önemlisi, 19. yüzyılın başında Vehhabilerin Kerbela baskınına kadar iner. Bu tarihi boyutu göz ardı eden veliaht, İran üzerinden dünyayı tehdit ederek, bundan sonra da Suud-İran çekişmesinin baki kalacağını ortaya koyuyor. Peki buradan ne çıkarmalıyız? Yakın vadede Suudi-İran rekabetindeki tansiyon düşmeyecek ve Suudiler bunu kendi tarihi husumetlerinden ziyade, bir dünya meselesi olarak pazarlamaya devam edecekler.

Aslında dinî bir devlet görüntüsü yerine, Suudiliğe indirgenmiş bir ulus devlet oluşturmayı arzu eden baba-oğulun; ideolojik bir düşmanın varlığından istifade etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Basit bir ifade ile İran rejiminin varlığını, Suudi kimliğin oluşması için önemli bir araç olarak görmektedirler. Ancak İran’ı sadece kendilerini tehdit eden bir düşman olarak değil, dünyayı ve özellikle Sünni İslam dünyasını tehdit eden bir ülke olarak göstermeyi sürdüreceklerdir. Bu durum iki taraf arasında sıcak bir harbin değil soğuk savaşın veya vekâlet savaşlarının devam edeceğine işarettir. Tabii olarak, bölge ülkeleri, İran ile yakın-uzak, hasım veya işbirliği yapanlar olarak tasnif edileceği de aşikârdır. Bu yönü ise Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Hatta bu muhtemel yaklaşımın Türkiye-İran-Rusya gündeminde de olacağında hiç kuşku yoktur.

MBS’ye göre, Şeytan Üçgeninin ikinci ayağı Müslüman Kardeşlerdir. Ona göre, bunlar, demokratik yöntemleri kullanarak gölge bir hilafet oluşturup, bir Müslüman imparatorluk kurmak istemektedirler. Bunun dışında bir yorum yapmayan veliahtın, aslında Müslüman Kardeşler konusunda Mısır’daki Sisi askeri darbesine kadar var olan Suudi politikalarını yok saydığı anlaşılmaktadır. Uzun zaman Körfez ülkeleri, Müslüman Kardeşleri, Mısır’dan pompalanan panarabizm politikalarına karşı kalkan olarak kullandıklarını bilmezlikten gelmektedir. Ayrıca Müslüman Kardeşlerin, Muhammed b. Abdilvehhab’ın aksiyon ve uygulama dışındaki “itikadi görüşlerine” yakınlıklarını da yok saymaktadır. Bu yalın açıklama, Müslüman kardeşleri bölgede krallık/emirlik rejimlerinin alternatifi olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu yaklaşımdan Mısır yönetimi ile Suudi yönetiminin daha fazla işbirliği yapacağı, çıkarılabileceği gibi, BAE’nin de baş ağrısının sebebi de teşhis edilebilmektedir. Bir başka husus, da kendi monarşilerinin himaye edilmemesi halinde, dış dünyaya muhtemel alternatifin ne olacağını hatırlatarak, onları korkulu rüyaları üzerinde etkilemeye çalışmaktadır.

MBS, Şeytan Üçgeninin üçüncü ayağına hiç kimsenin itiraz etmeyeceği el-KAİDE, DAEŞ gibi örgütleri yerleştirmektedir. Aslında modern selefi akımların bir sonucu olan bu örgütlerin yayılmasında Vehhabî fikrinin ne denli etkili olduğunu MBS de Goldberg de biliyor. Ama mülakatta, Goldberg’in sorusu, karşı soru ile havada kalıyor. MBS, “Vehhabilik diye bir şeyin olmadığını” beyan ederken yaptığı açıklamalar zekice olsa da gerçeği yansıtmıyor. Ancak ben yine de burada iyimser bir hava görüyorum. O da, MBS’nin, tekfircilik dahil, mezkûr terör örgütlerini doğuran modern selefi akımları bundan böyle desteklemeyeceği kanaatini serdetmesidir. En azından bu açıklamalarına dayanarak bunun kendisinden beklenmesi mümkün olacaktır. Bunun da İslam dünyasında, normalleşme adına olumlu bir adım olacağında kuşku yoktur.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *