“Sancağı devralacak, emaneti koruyacak gençler mutlaka çıkıyor ve çıkacaktır”

“Sancağı devralacak, emaneti koruyacak gençler mutlaka çıkıyor ve çıkacaktır”

Konu gençler olunca, nedense hep olumsuz örnekleri görüyor ve gösteriyoruz. Daima güzel ve hayırlı işlerin içinde olan nice genç arkadaş var. Sadece bu dünyayı ilgilendirmeyen bir gayrete sahipler. Basit bir örnek: Kitap ve dergi dünyasını kimlerin ayakta tuttuğuna iyi bakalım.

Gençlerden bahsedilirken genellikle olumlu özellikler yerine olumsuzlar üzerinden hüküm cümleleri hızlıca kurulur. Peki gerçekten gençlik öyle midir? Gençlik dediğimiz şey toptan mahkum edilecek bir yaş grubu mudur? İyi özelliklerden muaf mıdır?

İbrahim Tenekeci, Yeni Şafak’taki yazısını, gençlerin hakkında sahip olunan kötü zanna ilişkin yazmış. Gençliğin hiç de öyle düşünüldüğü gibi olmadığını belirtirken, diğer taraftan, bu tür sözleri sarf edenlerin ‘kimin elinden tuttuğuna’ bakması gerektiğini bakın nasıl anlatıyor Tenekeci:

Gençlik güzeldir, baharda ırmaklara benzer. Yaşama tutkusu ve coşku. Hayaller, umutlar, acemilikler.

Kendi adıma, yirmisine yeni dokunmuş bir gencin kırk veya elli yaşında varmış gibi yazmasına, yaşamasına karşıyım. Neyse o olmalı. Hüküm vermek yerine merak etmeli, soru sormalı.

Tecrübe sahibi olmak kolay değildir. Deneyecek, yanılacak ve doğrusunu öğreneceğiz.

Genç bir kardeşimizden mesaj aldım. Ne diyor, okuyalım: “Bütün kıymetli yazarlar gençlerden şikâyet ediyor. Söyleyeyim dedim. Af buyurun.”

Bu cümlelerin bendeki yankısı büyük oldu. Uzun süre düşündüm. Muhasebe yaptım.

Dünyanın en eski soru ve sorunlarından biri: ‘Ne olacak bu gençliğin hali?’ Milattan önceden günümüze kadar.

Evvela kendi çocuklarımız. İsteriz ki, evlatlarımız bize benzesin. Hususiyetlerimizi alsın. Sözümüzden çıkmasın. Yaptığımız hataları yapmasın. Hatta bizden iyi olsunlar.

Kendi mizacımızı ve meziyetlerimizi onlarda da görmek istiyoruz. Fakat bu ne derece mümkün? Edebiyatçıların, âlimlerin, münevverlerin evlatlarına bir bakalım. Ayrıca siyasetçilerin. Sonuç?

Okuduğumuz birçok hatıratın ve dinlediğimiz nice hatıranın sonu şöyle bitiyor: ‘Keşke çocuklarıma daha fazla vakit ayırsaydım.’

Peki, bizler annemiz, babamız, dedemiz gibi miyiz? Keşke olabilseydim.

Bu satırları yazarken, ‘mum dibine ışık vermez’ ile ‘armut dibine düşer’ sözleri arasında gidip geliyorum.

Şahitliğim şu: Her nesil, kendi özelliklerini de beraberinde getiriyor. Büyüdüğü çağın, yetiştiği ortamın rengini, kokusunu alıyor. Otuz sene önce dünya üstünde olmayan binlerce şey, bugün var. Mesela sosyal medya kimin aklına gelirdi? İnanılmaz oyunlar, imkânlar? Demem o ki, şartlar sürekli değişiyor.

Devirler ve şartlar. Birinci Cihan Harbi’nin yaşandığı yıllar ile günümüz bir olabilir mi? Türlü yokluk ve zorluk içinde çabucak büyüyen çocuklar.

***

Bir büyüğümüz, “Allah mı, ekmek mi” diye sormuştu bana. Cevabımın gereğini yaptım. Biliyorum ki aynı soruyu kendi evladına sormadı. Hikâyesi uzun ve üzücü. Evet, başkalarının çocukları. Onlarla ilgili kararlar almak ve hükümler vermek nispeten kolay.

Yanlış olmasın, anlaşılmasın: Gençlerle ilgili endişeler taşımak, çoğunlukla, bir derdin ve davanın neticesidir. Yalnız nefsimizden değil, neslimizden de sorumluyuz. Nesli muhafaza etmek. Onların İslâm kalmasını sağlamak.

Gençlerimiz geleceğimizdir. İstikbal kelimesinin karşılığıdır. Mesuliyet ve mensubiyet duygusuyla bu meseleye yaklaşanlara itimadımız tamdır. Samimiyetlerinden zerre şüphemiz yoktur. Fakat “gençlik elden gidiyor” çığlığı atan bazı kimseleri de iyi tanıyoruz. Kaç gencin elinden tutmuşlar? Hangi yeteneğin yolunu açmışlar? Hep şikâyet.

Konu gençler olunca, nedense hep olumsuz örnekleri görüyor ve gösteriyoruz. Daima güzel ve hayırlı işlerin içinde olan nice genç arkadaş var. Sadece bu dünyayı ilgilendirmeyen bir gayrete sahipler. Basit bir örnek: Kitap ve dergi dünyasını kimlerin ayakta tuttuğuna iyi bakalım.

Uygun olmayan bir fotoğraf yahut davranış bulup “gençliğim eyvah” haberi yapmak, aradığımızı bize verir mi?

***

Bütün canlıların üç ortak noktası var. İlahî ilham diyelim. Barınmak, beslenmek ve neslini devam ettirmek. Karıncadan insana ve kiraz ağacına kadar. Her şey değişse de bunlar değişmiyor.

Tamam, bazı değişimlerden tedirgin oluyoruz. Bazen yaşımızla, bazen inancımızla ilgili bir durum bu.

Değişmeyen sayısız incelik, güzellik, derinlik yok mu? Hatta eskiye nazaran daha da iyi olan? Gittiğimiz yerlerde pırıl pırıl gençler görüyoruz. Saygıda kusur etmeyen, ilgili, bilgili, hevesli ve aynı kumaştan, mayadan. On yıl önce vaziyet nasıldı? Böyle gençlerin sayısı daha mı çoktu? Hayır. Kırklar dergisini çıkarırken beş genç arkadaşı zor buluyorduk. Şimdi İtibar’dayız. Yüzlerce genç kardeşimiz var.

Sancağı devralacak, emaneti koruyacak gençler mutlaka çıkıyor ve çıkacaktır.

Yeni bir terim öğrendim ve çok hoşuma gitti: ‘İcap nöbeti.’ İşte bu nöbeti gönüllü tutacak.

Bütün bunlar, büyükler bir şey yapmasın / yazmasın anlamına gelmez, gelmemeli. Aklıma şimdi, şu anda, iki şey birden geliyor: Bedenden ziyade gönül terbiyesi ve dünya tecrübesinin paylaşılması.

***

Ahmet Muhip Dıranas ‘insan, belli bir yaştan sonra ileriyi göremez oluyor’ diyor. (Yazılar, Adam Yayınları, 1994, sayfa 242.) Doğru mu bu? Cümle açılabilir ve birçok şey söylenebilir.

Bazıları geriyi de göremiyor. Her fırsatta ‘yeni gençler çıkmıyor’ diyenlere, en son okudukları kitabı, dergiyi sormak gerekiyor. Galiba budur: Önce çağa yetişecek, sonra genç yetiştireceğiz.

Yazımızın başlığındaki soruyu da cevaplamış olalım: Sadece gençlik değil, hepimiz bir yerlere gidiyoruz. Zaman ilerliyor, yolculuk sürüyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *