İlk dönemin ‘savunmacı’ üslubunun, zaman içerisinde, yerini, daha ‘özenli’ ve sakınımlı bir dile terk ettiğini görüyoruz. Bu, Kutup/Mevdudi söyleminin giderek güç kazanmasıyla gerçekleşmiştir.
Bizler bugün yeni bir dönemin şafağında bulunuyoruz.
‘Öze dönüş’ eğiliminin belirlediği ve en azından bir asırlık mazisi bulunan ‘uyanış’ evresi artık nihayete ermek üzeredir. Müslümanlar, ilk 4-5 asırlık parlak dönemde üretilen düşüncenin meyvelerini sonraki 7-8 asırda tüketmişler ve nihayet her bakımdan gerileme ve izmihlalin sonuçlarıyla karşılaşmışlardır. Fakat Avrupa tarihindekine benzer bir biçimde, on dokuzuncu asrın ortalarından itibaren, yeniden özlerine dönme ihtiyacını hissetmişler ve tabir-i caizse, bir ‘Rönesans’ (yeniden doğuş) durumu yaşamışlardır.
‘Öze Dönüş’ çağrısı, başlangıçta ulema ve aydın çevrelerinde güçlü bir etki yaratmış ve bu çevreler, İslam’ı Batı düşüncesine karşı ‘savunmak’ için büyük cehd sarf etmişlerdir. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh, bu çabanın sembol isimleridirler. Ancak bu ‘savunu’, esas itibarıyla, ‘apolojetik’tir; yani eleştirdiği düşüncenin temel kavramlarına yönelik güçlü saldırılarda bulunamadığı gibi; kendi konumunun meşruiyetini de, çoğu zaman, bu kavramlardan alır. İçeriği orijinal değil, ‘eklektik’tir; üslubu da özgüvenli değil, ‘özür dileyici’dir. Burada üslup, “ilim din ile çelişmez”, “İslam bilimsel gelişmeye karşı değildir”, “demokrasi şûra ilkesine uygundur” formundadır ve bu yüzden de “Batı’nın tekniğini alalım, kültürünü bırakalım” şeklinde ifadesini bulan ‘reaksiyoner’ bir tavrı doğurmuştur. Bu tavrın, düşünce ve siyaset alanında somut bir başarı kazanması mümkün değildir ve nitekim öyle de olmuştur. ‘Müslüman modernistler’ olarak niteleyebileceğimiz bu grup, bütün İslam Dünyası’nda liderliği ‘seküler’ elitlere kaptırmış ve Müslüman Dünyası yirminci yüzyılda laik-ulusalcı iktidarlar dönemini yaşamıştır.
Ancak, ilk dönemin ‘savunmacı’ üslubunun, zaman içerisinde, yerini, daha ‘özenli’ ve sakınımlı bir dile terk ettiğini görüyoruz. Bu, Kutup/Mevdudi söyleminin giderek güç kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısının hemen başlarında hakim olan bu söylemde, Batı düşüncesinin temel kavramlarına yönelik ciddi eleştiriler mevcuttur ve hakeza İslam’ın temel kavramları ve hedefleri konusunda da daha net bir içerik ve üslup söz konusudur. Ancak ‘orijinal dil’e vukufiyet kesb etme konusundaki sıkıntılar hala giderilememiştir. Kutub, ‘Müslümanın milliyeti inancıdır”, “medeniyet İslam’dır” söyleminde üslup saflığının yakalandığına dair güçlü işaretler vermişse de, Mevdudi hala bir ‘teo-demokrasi’nin mümkün olabileceğini söyleyebilmektedir.
Bu dönemin bir diğer özelliği ise, İslami kavramların özüne vukufiyet konusunda bariz bir gelişme kaydedilmesine rağmen, ‘modernite’nin kavramları konusunda ‘yetkin’ ve güçlü bir eleştiri düzeyinin yakalanamamış olmasıdır. Bu dönemde de hakim üslup, “İslam bir özgürlük manifestosudur”, “Müslüman önce birey olmayı öğrenmelidir”, “İnsan Hakları kavramsallaştırması İslamileştirilebilir” formundadır ve bu da ‘orijinal dil’in henüz yetkinlikle kullanılamadığının bir göstergesidir. Bununla birlikte, düşünce düzeyinin gelişmesi sürecinin devam ettiğine dair işaretler de mevcuttur. Nitekim Kutupçu ‘Örnek Kur’an Nesli’ formülasyonunda İslam’ın hurafelerden arındırılması amacı ‘soyut’ bir hedef olarak betimlenmesine rağmen, zaman içerisinde, bu kavramsallaştırmanın içeriği, gelenek eleştirisi, mezheplerin konumu ve tasavvuf gibi konularda getirilen yeni açılımlarla güçlendirilmiştir.
Hakeza, İslam’ın insan eylemlerinin tanımlanması noktasındaki en merkezi kavramı olan ‘ibadet’, Mevdudi’nin Dört Terim’inde sadece İslami terminolojideki içeriğiyle incelenmesine rağmen, zaman içerisinde, Batı modernitesinin bu alandaki en merkezi kavramı olan ‘özgürlük’ ile açık zıtlığına dikkat çeken tahliller yapılmıştır ki, bu da ‘düşüncenin okullaşması’ sürecinin gelişmesini sürdürdüğünü gösteren bir örnek olarak alınabilir. Bu durum, bir asırlık düşüncenin gelişim sürecinin, yavaş da olsa, devam ettiğini göstermektedir. Bizler ise, tam da bir geçiş dönemini yaşamaktayız. Dilin saflaşması ve orijinal dilin yeniden kullanılmaya başlaması, yeni bir dönemin (‘Düşüncenin Okullaşması’) şafağında olduğumuzun işaretleridir.
Müslüman Düşüncesi, artık, ‘dış etkiler’den arınma evresini tamamlamak üzeredir. Bu süreç, ‘dilin safiyeti’ sağlandığında ve ‘orijinal dile vukufiyet kesb edildiğinde’ tamamlanmış olacaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *