Ümit Aktaş: ‘Savrulmaların özünde itikadi bir mesele olduğunu görüyoruz’

Ümit Aktaş: ‘Savrulmaların özünde itikadi bir mesele olduğunu görüyoruz’

“Emr-i bil maruf nehy-i anil münker” derken emir’den ne anlıyoruz? Emir, iktidar-devlet dilidir. Emir komuta zinciri mi var bu emir’in içinde? Emir, buyruk yerine söz desek… Fert devlet gibi mi davranır? Emir ile peygamber ve Allah arasındaki mesafe açılıyor. Fizik olanı metafizik hale getiriyoruz. Anlamların değişimiyle, dilin değişimiyle esastan kopuyoruz.

Özgür Yazarlar Birliği’den devam eden “İslamcılığın Trajik Düşüşünden Çıkış Mümkündür” üst başlığını taşıyan tartışma serisinin dördüncüsünde Ümit Aktaş konuk oldu.

Aktaş’ın konuşmasından notlar şu şekilde:

– Trajik düşüş Âdem ile başlar, insanı dünyada başlatan bir düşüştür bu. Her çıkma bir düşmeyle olur.
– Osmanlı’da düşüş 17. yüzyıl ile başlar ve devlet tarafından düşüş 19. yüzyılda fark edilir. Genç Osman düşüşü ilk fark eden olsa da bu onun katliyle sonuçlanmıştır.
– Foucault iki tür devlet anlayışından söz eder. Birincisi Atina-Roma eksenli olup mülkiyeti elinde bulunduran egemenlik merkezli bir anlayıştır. İkincisi İbrani eksenli olup halkından sorumlu olan bir devlet anlayışıdır.
– Osmanlı’da halkından sorumlu bir devlet anlayışı vardır. Ulemanın yerine bürokrasi, yeniçerilerin yerine modern ordunun getirilmesi devleti sorumlulukçu niteliğinden sıyırıp onu egemenlikçi hale getirmiştir.
– Kemal Tahir’in ifadesiyle söylersek “kerim olan devlet” modern devlete dönüşecektir. Zalim bir devlettir modern devlet.
– Peygamberin ölümüyle Muaviye iktidarına kadar olan 30 yıllık devlete giden süreçte devletleşme ile toplumsal yapı arasında gerilim had safhada olmuştur.
– Bakara Sûresi 104. ayet çok önemlidir: “Ey iman edenler, “Raina-Bizi güt, bize bak” demeyin. “Unzurna-Bizi gözet” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acı bir azab vardır.” Bu ayet bize yönetici ile ilişkimiz hakkında “sürü olmayın” uyarısında bulunuyor.
– Pierre Clastres’nin Devlete Karşı Toplum-Ayrıntı Yay. kitabı bu çerçevede önemli.
– İbn’ül-Mukaffa, Persler’de cari olan bir uygulama olarak din adamlarının devlete bağlı olmasını savunmuştur.
– Peygamberler insanların zincirlerini kırıp yüklerini atmalarını amaçlamışlardır.
– “Emr-i bil maruf nehy-i anil münker” derken emir’den ne anlıyoruz? Emir, iktidar-devlet dilidir. Emir komuta zinciri mi var bu emir’in içinde? Emir, buyruk yerine söz desek… Fert devlet gibi mi davranır? Emir ile peygamber ve Allah arasındaki mesafe açılıyor. Fizik olanı metafizik hale getiriyoruz. Anlamların değişimiyle, dilin değişimiyle esastan kopuyoruz.
– Salih Akdemir “emr” kavramının bir incelemesini yapmıştır.
– Düşüş, peygamberin ölümüyle başladı. Peygamberler, insanların zincirini kırar. Din adamları insanlara yük olabiliyor. Din adamları egemenleri yoldan çıkarabiliyor.
– İlk İslamcılar devleti kurtaralım dediler, onlar devlete karşı mesafe koymadılar, devlet karşıtı değillerdi.
– Doğu –batı karşıtlığını esas almak yanıltıcıdır. Daha aşkın bir yerden bakmalıyız meseleye.
– İkbal’in yeni kurulmuş Türkiye ulus devleti model alması Pakistan’ı etkiledi. Gandi ulus devletlerin kurulmasını önleyemedi.
– Kader omuzlamak zorunda olduğumuz yüktür. Bu yükü omuzlamak gerekir mi? Emperyalist müdaheleye karşı o sıcak atmosferde devleti kurtarma derdine düştük, devleti sorgulamadık.
– Kemalistlere karşı AKP’yi desteklemek İslama destek olarak lanse edildi. Böylece iki taraflı mücadelenin bir tarafına kaydı insanlar.
– Irkçılık, emperyalizm gibi birçok konuyla vakti zamanında İslamcılar hesaplaştı. Lakin günümüzde İslamcı dediğimiz kişilerin ırkçı, devletçi söylemine tanık olunca bu savrulmaların özünde itikadi mesele olduğunu görüyoruz.
– 28 Şubatta yaşanan acılar neticesinde AKP iktidarına razı edildik. Birkaç kuşağın bu şekilde devam edeceği söylenebilir. Bugün trajik olan hukuksuzluğun yaygın bir şekilde çoğaltılmasıdır. Makyavel-Schmitt çizgisini iyi öğrenmişler, düşman yaratmada başarılılar. Duyarlılıklarımızın yok edilmesi acı verici, itikadî alanlar/meseleler hoyratça değersizleştiriliyor. Medâr-ı iftiharımız silahlar; sanat, ilim gibi alanlardaki üretimlerle övünemiyoruz.
– Düşmanı bile kahretmeye değil diriltmeye çalışan merhamet dilini kullanmalıyız. Diriltici olan sözdür. Peygamberlerin gücü sözün gücüdür. Walter Benjamin, “ilahi şiddet kanlı bir şiddet değildir” der. Sayha, keskin sözdür. Toplumların gidişini değiştiren, alt üst eden bir sözdür.
– “Emr-i bil maruf nehy-i anil münker” ile müslüman kendi vazifesini devlete havale ediyor. Hasan Basrilerin, İmam-ı Azamların mücadelesinde toplumsal sorumlulukların devlete havale edilmediğini, emir komuta zincirinin olmadığını ve hiyerarşiye onların karşı olduklarını görüyoruz.
– Yahudilerin yurdu Tevrat’tır. Müslümanlar Kur’an ile yurtlanamadıklarından hep bir vatan, toprak kaybı korkusu daim oldu.

Haber: Elif Aydın
Özgür Yazarlar Birliği

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • ersin ertuğrul satan
    1 Mart 2018, 17:19

    Hakikatin kavrayabildiği kadarını cesaretle, tek başına olmak pahasına dile getirebilen az sayıdaki münevverlerden Ümit Aktaş…

    Unutmamalıyız ki her birimizin hakikati gücümüz, azmimiz ve arayıcılığımız neticesinde bir tarafından tutabildiği vakıa. Bu nedenle görüş alışverişleri hayati öneme haiz. Bu vesileyle insanın ufku genişler, kendisi dışındakilerin kavradığı hakikati de kendi düşüncelerine katarak düşüncesi zenginleşir. Hakikatle olan yakınlığı artar…

    Bu ve bunun gibi sıradışı yazıları bu minvalde değerlendirmek gerektiğine inanıyoruz.

    İnsanımızın ufkunu genişleten çalışmaların artarak paylaşılması, konuşulması, gündemleştirilmesi fikri ve dolayısıyla ameli hayatın da zenginleşmesini temin edecektir.

    Selam ile.

    REPLY