İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Euronews’e verdiği özel mülakatta Zeytin Dalı Harekatı,Türkiye’nin dış politikası ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkiler konularında değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’nin kendi çıkarlarına ait bir dış politika üretmesi gerektiğini söyleyen Meral Akşener, hükümete seslenerek “Eğer Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile düşmansak Kürecik ve İncirlik’i neden kapatmıyorsunuz?” dedi. İşte o röportaj:
Euronews: Türkiye’nin Afrin operasyonunu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçleriyle birlikte yürütmesini doğru buluyor musunuz?
Akşener: Şimdi, önce baştan şunu söylemek isterim. Türkiye maalesef dış politikasını meclisinde ve kamuoyunda konuşmayan, tartışmayan bir ülke haline döndü. Sayın Erdoğan’ın iki dudağının arasına evrildi dış politika. Sonuçta hergün bir başka sonucuyla karşı karşıya kalıyoruz. Eğer biz Suriye meselesini en başında bu dediğim şekilde mecliste konuşulabilseydi ve muhalefet partilerinin görüşlerini yansıtabilseydi belki de bugün bu soruyu bana soruyor olmayacaktınız, Afrin’i konuşuyor olmayacaktınız. ÖSO için şunu söylemek isterim. Şimdi biz uluslararası hukuka göre geç kalmış, ama Türkiye’nin güvenliğini sağlama amaçlı Afrin’e bir harekat yaptık. Onun adı savaş değildir. Bir harekat yaptık. Dolayısıyla Türkiye’nin hukuken haklı olduğu bir süreç bu. Ve Sayın Erdoğan’ın ağzından da gidip, gerekeni yapıp dönüleceği ilan edildi. ÖSO dediğiniz, Özgür Suriye Ordusu ise bu çerçevede dediğim hem hukuki anlamda, uluslararası hukuk anlamında hem de dış politika açısından ‘dost unsurlar’ dediğimiz bir işbirliği yönüyle ortaya çıkıyor.
Euronews: Türkiye, Afrin’de Suriye ordusuyla karşı karşıya gelir mi?
Akşener: Şam’la karşı karşıya gelir mi? İyi soru. Şu anda bizim dış politikamız Sayın Erdoğan’ın iki dudağı arasında yer aldığı için Amerika ve Rusya bir tarafta da İran denkleminde ve sadece AK Parti Genel Başkanı’nın yürüttüğü, dışişleri bile devre dışı, yürüttüğü bir politika üzerinden şekillendiğinden olabilir ya da olamaz deme imkanımız yok. Fakat daha ilginci, Şam için de durum aynı. Şam da arkasında Rusya’nın ve İran’ın net durduğu bir rejim. Şimdi asıl mesele şu; Türkiye kendi çıkarlarına ait bir dış politika üretmelidir. Türkiye kendi sınır güvenliğini sağlayacak, düzeni tehdit edecek unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik milli çıkarların gözetildiği bir dış politika yürütülmelidir. Bizim itirazım bunların olmadığı şeklinde. Örneğin biz Amerika ile dost muyuz? Düşman mıyız? Diye sordum. Eğer düşmansak Kürecik ve İnciklik’i niye kapatmıyorsunuz? Dedim ki nitekim Amerika ile düşmanlık tanımı yapmadan, ama kendi milli çıkarlarını korumak adına rahmetli Demirel, 70’li yıllarda İnciklik’i kapatmıştı. Bunların hepsi müzakere konusudur. Fakat gördük ki biz Tillerson geldi ve resmi yazı olmayan, resmi tutanağın tutulmadığı ve Sayın Çavuşoğlu’nun tercümanlık yaptığı, tercümanın bile bulunmadığı bir görüşme yapıldı. Şimdi bu görüşmenin neticesinde birden ABD ile dost olunduğu ortaya çıktı. Daha da vahimi; sanıyorum ‘Kargil’ konuşuldu ki 14 şeker fabrikası satışa çıktı. Ve bir başka endişem daha var, orada acaba Kıbrıs mı konuşuldu? Ve yani ‘Osmanlı Tokadı’ndan 14 şeker fabrikasının satışına evrilen bir dil oldu. Bunların yanlışlığını eleştiriyoruz biz. Yoksa Türkiye’nin çıkarları açısından ortaya konmuş tavırlarla ilgili olarak bir sorunumuz yok.
Son olarak şunu söyleyeyim sorunuza. Afrin bir zorunluluktu geç kalınmıştı, Türkiye Şam’la karşı karşıya gelir mi gelmez mi? Onu şu an itibariyle bilmiyoruz. Ama söylemeye çalıştığım şey Münbiçunutulmamalıdır. Fırat’ın doğusu asla gözden kaçırılmamalıdır. Ve kimsenin duymadığı bu şartları uygunsuz görüşmenin, Amerika’nın Dışişleri Bakanı ile yapılan bu şartları uygunsuz görüşmenin neticesinde Fırat’ın doğusu eğer yani masada olduysa bunu da çok dikkatle takip edecek İYİ Parti.
Euronews: Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ve bazı Avrupalı ülkeler ile yaşadığı sorunlar nasıl aşılır? Siz bu konuda nasıl bir vizyon ortaya koyuyorsunuz?
Akşener: AB ile ilişkiler bizim çok uzun yıllara dayanan ve uzun bir yol yürünmüş bir yolculuk. Şimdi enteresandır. Gelen bütün hükümetler AB ile ilgili kimi çekinceleri ortaya koysalar bile bu yolculuğa ket vuran hiçbir şey olmamıştır. AK Parti hükümeti 2002’de meşruiyeti, yani o dönemin şartları gereği meşruiyeti Batı’da aradığı için, bu arkadaşların geldiği geleneğe ters düşen bir şekilde müthiş bir AB çalışması yaptılar. İmaj çerçevesi içinde yapılan bir çalışmaydı. Türkiye’de hep AB bir başarının ölçüsü olarak, partiler tarafından veya iktidarlar tarafından seçimin öznesi olarak kullanılmıştır. Ama bir başarı nesnesi olarak. İlk olarak bu iktidar partisi tarafından Avrupa Birliği, 2007’den sonra bir şeytan öznesi olarak, bir düşman öznesi olarak seçimlerin merkezine konulmuştur. İç politikada. Fakat üzülerek görüyorum, Avrupa Birliği’nde de yeni dönemin liderlerinde benzer bir tavır görüyorum. Biz Batı’yı, Avrupa Birliği’ni Fransız Devrimi’nden sonra aklı düşüncenin merkezine koydu diye biliriz. Rasyonellikten uzak, aklın ortadan kalktığı bir ilişki biçimi olarak görülüyor. Bu Türkiye’deki kişilerin yanlışlığından ziyade, iki taraflı, her iki taraf için de maalesef acı birşey bu; Türkiye’nin Avrupa’da, AB’nin de Türkiye’de seçimlerin siyasi malzemesi haline geldiği görülüyor. Bu yanlış. Biz ne yaparız? Biz bir kere, Sayın rahmetli Atatürk’ün söylediği gibi, hem yurtdışında hem yurtiçinde sulh denilen, ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ denilen anlayışı geri getiririz.
İkinci Türkiye’nin dış politikası aşağı yukarı 160 yıllık bir şekillenmenin sonucudur. Müthiş bir bilgi birikimi vardır. Bu bilgi birikimini yeniden gündemimize alırız. Çünkü Sayın Erdoğan ve arkadaşları bu birikimi ellerinin tersiyle ittiler, kaldırıp attılar ve dışişlerinde yetişmiş herkesi ‘monşer’ yaptılar. Ama bunların tek taraf, yani bizim arkadaşların tutumu tamam da, maalesef AB’nin liderlerinde benzer birşey görüyorum. Karşılıklı bir kayıkçı kavgasına döndü bu iş. Aklın, mantığın, sağduyunun, karşılıklı milli çıkarların ortaya konduğu bir ilişki biçimine ihtiyaç var.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *