Din düşmanlarını ikide bir dine saldırmak için harekete geçiren malzemenin, dünden bugüne, cübbeli ve cübbesiz birkaç sapık tarafından sağlandığını elbette bilmiyor değiliz.
“Fakat yeni durumun alışılandan hatta kanıksanandan daha özel bir yanı bulunmaktadır” diyor Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz. “Dinsizler din eleştirisinde objektif olabilirler mi?” başlığını taşıyan yazısında “Bu yöntem ve düşkünlük hali yeni değildir, eski de olmayacaktır ama bunların bugünlerde yapılmasının bir farkı vardır” diyor ve o farkın ne olduğunu şöyle anlatıyor:
Batı, ruhban sınıfının (kilise babalarının) dini kendi yararları için araçsallaştırarak, onu bir baskı mekanizması olarak yapılandırıp, sürekli halkın ensesinde sallanan (ve sıkça gerekli görülerek enselere aniden indirilen) bir kılıcın soğukluğu, sertliği sayesinde ürettiği korkuyla, asırlarca yüz yüze yaşadı.
Engizisyon süreci bu korkunun, en çok bilinen müesses örneklerindendir.
Katolik dinine / mezhebine karşı çıkanları, onun oluşturduğu emirlere aykırı hareket edenleri cezalandırmak amacıyla 1183 yılında başlatılıp, 1834 yılında sona erdirilen Engizisyon mahkemeleri, 15. yüzyılda İspanya’daki Müslümanları ve Yahudileri de hedef alarak Avrupa’nın tamamına, hem dini hem de siyasi bir kurum olarak yayılmış ve akıllara durgunluk veren dehşetleri yaratmıştı.
Haliyle din, Batı’nın kolektif bilincine, papazlar eliyle işletilen bir zulüm mekanizması olarak kazındığı için, dini gündelik hayatın dışında tutma başarısı olarak papazların sultasına son verme çabası, sadece Batılılar için değerli ve sürdürülmesi elzem bir olgudur.
Ki, bu aynı zamanda, sekülerleşme (dünyevileşme), dinsiz bir hayatın imkansızlığı düşüncesi ile dinin yapılandırılmasındaki olumsuzluğun giderilmesi mücadelesinde, Batı’nın kendi deneyimleriyle, kendi selameti için ürettiği ve dolayısıyla sadece onun özelinde ve şartlarında anlaşılabilir olan bir uzlaşımdır.
Bilahare dini halkların afyonu olarak niteleyen Marks da bu uzlaşıma tabidir ve yaptığı niteleme de son tahlilde yukarıda zikrettiğimiz şekliyle Batı’nın kolektif bilincinden hareketle yaptığı bir nitelemedir.
Bu süreci (ve Marks’ın söz konusu nitelemesini) Batı ile sınırlandırarak doğru anlamak yerine, genelleştirerek İslam dünyasına da yaymak isteyen ezberci-yerli Marksistler, sadece bitmeyecek bir çatışmanın ve sonuçlanması mümkün olmayan ideolojik-fikir soslu bir dalaşmanın ilk tarafı olmakla kalmadılar, din düşmanlığını, Marksizm’in özünü oluşturan Kapitalizm’le mücadelenin önüne geçirdiler ki, bugünlerde ferdi ve fevri plandaki sıradan olayların abartılmasıyla sergilenen din düşmanlığı da neticede bu yanlışın tekrarından ibarettir.
Din düşmanlarını ikide bir dine saldırmak için harekete geçiren malzemenin, dünden bugüne, cübbeli ve cübbesiz birkaç sapık tarafından sağlandığını elbette bilmiyor değiliz.
Fakat yeni durumun alışılandan hatta kanıksanandan daha özel bir yanı bulunmaktadır.
Kimi dini olay, durum ve kavramları karikatürize etmek suretiyle sıradanlaştırarak, saygısızlık yapılabilir şeyler seviyesine indirmek bu kez de başlangıç noktasıdır: Çoluk-çocuğun internet sitelerindeki, “Hocam, Mars’a araba göndermek haram mıdır?; kızlı erkekli horon oynamam caiz midir?; saçlarımı siyaha mı boyatmalıyım yoksa kına rengine mi?” şeklindeki şakasal kerkinmeleri, önce malum gazetedeki köşe yazılarınca konu edinilerek yaygınlaştırılır.
Bu yöntem ve düşkünlük hali yeni değildir, eski de olmayacaktır ama bunların bugünlerde yapılmasının bir farkı vardır.
O fark şudur: Malum gazete, dinsizlerin din eleştirisini belli zamanlara mahsus olarak özel bir kampanyaya dönüştürür. Örneğin Ramazan ayları bunun için biçilmiş bir kaftandır. Oruç tutan yobazların sakız çiğneyen bir kadını sokakta saçlarından sürüklediklerine, bir üniversitenin kantininde oturan öğrencilerin, oruç tutan bir grup öğrencinin saldırısına uğradıklarına… dair (masabaşı) haberler Ramazan ayında sökün eder.
Şimdi de özel zamanlardayız. İstiklalimizi koruma amacıyla Zeytin Dalı Harekatı’nın yapıldığı özel günlerde… Ordu’nun zaferini, gazilerin fedakarlıklarını, şehitlerimize duyduğumuz şükranı ve minneti konuşuyoruz toplum olarak…
Malum gazetenin ve onun din düşmanı köşe yazarlarının buna itiraz etmeleri hiçbir açıdan mümkün ve makul olamaz. Bunu onlar da çok biliyorlar ama Zeytin Dalı Harekatı nedeniyle, manevi değerlerin kendiliğinden yükselmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dinin değerine ilişkin vurgular yapması karşısında da kudum kudum kuduruyorlar.
İşte bu kudurganlıklarıyladır ki, cüppeli ve cüppesiz sapıkların söz ve fillerine hazine bulmuş gibi sarılıyorlar.
Geldikleri bu nokta, din düşmanlığının ötesinde, Batı’nın sekülerleşme deneyimini bozuk para gibi harcama, Marks’ın din eleştirisini asıl bağlamından kopartarak yerlerde süründürme yönünden, Marksistlik, Solculuk, Sosyalistlik, Modernlik adına yerli din düşmanlarının eriştikleri seviyesizliği de ifşa ediyor.
Yukarıda belirttiğim gibi, ezberci-yerli Marksistler, din düşmanlığı yolunda bitmeyecek bir çatışmanın ve sonuçlanması mümkün olmayan, ideolojik-fikir soslu bir dalaşmanın ilk tarafı olmakla nasıl daha baştan kaybettilerse, yine ve daima kaybetmeye de mahkumdurlar.
Çünkü onlar, her şeyden önce dinsizliklerinde tutarlı (bilgili) ve samimi; din eleştirisinde objektif değiller.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *