Kişiyi hiçe sayıp tüm hakkı devlete vermek, geçmişte firavunların ve nemrutların doğmasının ana nedenidir. Bu durumun aksine, devleti bir şirket gibi görmek ya da bir belediye gibi sadece basit bir hizmet kuruluşu olarak düşünmek tarihteki düşünce sistemlerinin düştüğü büyük hatalardandır.
Sezai Karakoç’ta Devlet Fikri
İslamcı Dergiler, Türkiye kültür ve yayıncılık tarihinde zengin bir birikimi temsil ediyor. İslamcı Dergiler Projesi kapsamında çok sayıda dergi taranıp araştırmacıların hizmetine sunuldu. Biz de bu yazımızda Sezai Karakoç’un Diriliş dergisinde Devlet hakkındaki görüşlerini el aldığı yazı dizisini değerlendireceğiz.
İnsanlar, kimi zaman kurtarıcı kimi zaman cellat olarak düşündüğü devlete tarih boyunca çeşitli anlamlar yüklemişlerdir. Çağlara anlam veren inançlar ve düşünce sistemleri, ister istemez devletle ilişkiye geçmiş ve onunla ilgi olarak kendi değer dünyası zaviyesinden değerlendirmelerde bulunmuş, onun mahiyeti hakkında sorgulamalar yapmıştır. Devlete tarihi düşünce sistemleri açısından bakıldığında atfedilen anlamın çoğunlukla ifrat ve tefrit arasındaki dengeyi tutturamamaktan kaynaklandığı görülmektedir. Tarih boyunca devlet, ya sonuna kadar kutsallaştırıp ona tanrısal bir değer atfedilmiş ya da topyekün reddedilip şeytanlaştırılmıştır. Karakoç’a göre insanların ve toplumların huzuru bu ikisi arasındadır. Çünkü, Kişiyi hiçe sayıp tüm hakkı devlete vermek, geçmişte firavunların ve nemrutların doğmasının ana nedenidir. Bu durumun aksine, devleti bir şirket gibi görmek ya da bir belediye gibi sadece basit bir hizmet kuruluşu olarak düşünmek tarihteki düşünce sistemlerinin düştüğü büyük hatalardandır. Bu noktada eskilerin din ve devleti kelimelerini beraber kullanmaları önemli bir husustur. Çünkü, Karakoç’a göre devlet, din gücünden bir parça kuvvet alırdı. Devletlerin dinin yerine geçmesi insan onurunu yaralamış, bu yüzden tek tanrı inancını getiren peygamberlerin en büyük gayesi devletlerini ve kendilerini tanrısallaştıran firavunların kurdukları sistemlerini yıkmak olmuştur. Bundan dolayı, tarih boyunca din, devleti insan mutluluğu yönünden kontrol altında tutmuştur. Devlet ile dini tam yabancılaştırmak, ya da onları birbirinden tam koparıp ayırmak, ya da onları özdeşleştirmek, iki aşırı ucun ifadesidir.[1]
Karakoç’a göre kapitalizmin ve komünizmin devlet anlayışları son derece sert ve katıdır. Yüzyılımızda insanoğlu bu tür zulüm sistemlerinin gadrine uğramıştır. 20. Yüzyıl boyunca devam eden savaşlar, işgaller ve yaşanan trajediler insanlık tarihinin en karanlık tarihini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Devlet ideali; ırk, sınıf, ve parti menfaati ile özdeşleştiği için çağımızdaki bu felaketlerin getirdikleri yıkım tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak düzeydedir. Devlet, insanlık idealiyle bütünleşmediği için korkunç kuvvetiyle yıkan ve önlenemez bir afet halini almıştır.[2]
Fertleri kişiliğe sahip olan toplumlar, her kritik anda mutlaka bir çözüm yolu bulabilir düşüncesi doğru olduğu kadar bunun sağlanmasında devletin hayati rolü ihmal edilmiştir. Güçlü bir devlet yapısı kurulup bireyin güçsüz olması nasıl düşünülemezse devletin zayıf fakat bireylerin güçlü olduğu bir yapının varlığı da o denli sakıncalıdır. Çünkü, Karakoç’a göre güçlü bireyi yetiştirecek olan da zaten devletin kendisidir. Bu bağlamda devlet ve ferdin birlikte güçlendirilmesi önem kazanmaktadır. Binlerce yıldır Ortadoğu’da kültürün, toplumun ve devletin ilkesini din oluşturmaktadır. Bu noktada İslam sadece bir inanç sistemi değildir. İnsan toplumlarını yaşamının tamamını kuşatan bir yapıdır. Bir medeniyet olarak, İslam’ın tarihi, kültürel, sosyolojik yapısı toplumun ruhuna işlemiştir. Bundan dolayı Ortadoğu toplumlarında batı etkisi ile ortaya çıkan sekülerleşme, dinin hayatlarındaki her şey olan Ortadoğu toplumları üzerinde büyük bir yıkım getirmiştir. Karakoç’a göre İslam toplumlarının batının tecavüzlerinden kurtulmak ve bu ağır travmayı atlatabilmelerinin en önemli yolu büyük devlet yapıları kurmaları ile mümkündür. Çünkü Ortadoğu’da hep büyük devletlerin varlığı söz konusu olmuş; Babil, Eski Mısır, Pers, Bizans, Osmanlı imparatorlukları Ortadoğu halklarının şuuraltında yer edinmişlerdir. Tek yapılması gereken; Ortadoğu’daki toplumların kültürel olarak yakınlaşmalarına engel olacak ayrımları ortadan kaldırılması, birbirleriyle siyasi ve ekonomik entegrasyonu sağlayacak adımların atılmasıdır.[3]
İslam, mutlak hükümdarlığı kabul etmez, devletin başında olanların ister demokratik bir usulle seçilsin ister başka yollarla seçilsin İslam düzeninin kurallarıyla bağlıdır. Bu noktada İslam, devlet yönetimine hakim olacak biçimleri ayrıntılı olarak tayin etmemiştir. Kişinin, toplumun ve devletin hangi temel ilkelere uyması gerektiğini düzenlemiştir. İçerik, şekillerden önce gelmektedir Yani, İslam geniş bir medeniyet çerçevesi olduğu için devleti çok dar şekillerle ve hükümet biçimleri ile sınırlamamış, tarihi sosyolojik şartlara göre ve her insan toplumunun bulunduğu dönemdeki anlayışa göre, İslami prensipleri dahilinde olmak şartı ile kendi özgün buluşlarını ve yorumlarını katarak yeni formlar meydana getirmelerine imkan tanımıştır.[4]
Karakoç’a göre artık Fransız İhtilalinden sonra devletin aşırı dünyevileşmesi ve güçlerinin teknoloji vasıtasıyla devasa boyutlara ulaşması ile birlikte devletlerin bireysel hareketleri çok çabuk ezebilecek şiddet araçlarını kullanma kabiliyetine sahip olmuşlardır. Bu noktada İslam alemindeki aydınlar uyanmalı, birbirleriyle ülke sınırlarını aşacak temaslar içerisinde bulunmalıdır. İslam toplumlarının sahip oldukları devlet çeşitleri dış etkiyle oluşturulan yapay oluşumlardır. Yani mevcut yönetim sistemleri ülkelerin coğrafi, tarihi, sosyolojik şartlarının doğal bir sonucu değildir. Bu durumda Karakoç’a göre İslam toplumlarında var olan yönetim sistemlerinde bir ölçüde ortaklaştırmak, hiç değilse genel bir tanım ve teori üzerinde uzlaşabilecek sistemler üzerinde entelektüeller kafa yormalıdır. Gerek tek devlet tipi gerekse federatif yapıya sahip birbirleriyle ilişkili devletçikler üzerinde derin araştırmalarda bulunulmalıdır.[5]
Görüldüğü üzere, Sezai Karakoç devlete atfedilen aşırı ve naif tutumun karşısında mutedil bir noktada yer almış, toplumların huzurunun devlet yapılarını ve sistemlerini ölçülü kurmasıyla sağlanabileceğini belirtmiştir. Devlet ile din ilişkisinin İslam toplumlarındaki yerinin önemine dikkat çekerek dinin aşırılıklarını törpüleyecek en önemli kurum olduğunu vurgulamıştır. Kapitalizmin ve komünizmin devlet yapısının tarihsel tecrübenin gösterdiği üzere İslam toplumlarının dokusuna uyuşmadığının ortaya çıktığını ifade etmiş, kendi kültürel kodlarımızdan yeşerecek bir devlet yapısının sağlanabilmesi için aydınlarımızın kültür, sınır farklılıklarının ortaya çıkardığı engelleri ve Emperyalist ülkeler tarafından yapay olarak oluşturulan devletlerin sınırlılıklarının ötesinde bir entelektüel çabaya girişmesi gerektiğini vurgulamıştır.
[1]Sezai Karakoç, “Devlet 1,” Diriliş 7, no. 9 (1988): 3.
[2]Sezai Karakoç, “Devlet 2,” Diriliş 7, no. 10 (1988): 3.
[3]Sezai Karakoç, “Devlet 3,” Diriliş 7, no. 11 (1988): 3.
[4]Sezai Karakoç, “Devlet 4,” Diriliş 7, no. 12 (1988): 4.
[5]Sezai Karakoç, “Devlet 6,” Diriliş 7, no. 14 (1988): 4.
Değerlendiren: M. Ziya Sarı, İDP Araştırma Stajyeri
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *