Aydınlık gazetesi yazarı Birgül Ayman Güler, kendisini solcu olarak tanımlayan iki farklı çevrenin -sosyal demokratlar ve özgürlükçü demokratların- ortak yönlerini yazıyor.
“Bu iki ‘demokrat’ kanat, doğal olarak, ‘Atlantik demokratları’yla birlikte yürüyorlar.” diyen Güler, Atlantik rejimine karşı yapılan hamlelere bent olma gayreti içinde olduklarını belirtti ve Doğu Perinçek ile tartışmaya giren Öztürk Yılmaz’ı örnek verdi.
“Siyasal konum alışlarda fırsatçı kolaycılık devri kapandı. Sözünü çeşitli yollarla örtüp “mış gibi” yaparak gemisini yürütme alışkanlığı edinmiş olanlar için işler artık iyice zor. Bunların kendilerini ‘solcu’ diye pazarlayarak siyasette yer tutmaya çalışmaları ise, bir hastalık hali.” diyerek yazısına başlayan Güler, yazısının ilgili bölümünde şöyle yazdı:
Özgürlükçü demokratlar, bir önceki aşamanın “sosyal demokrasi” çizgisinden türemeler. Kurtuluş Savaşı zamanında İstanbul’dan ses verip batıya boyun eğmeli çağrısı yapan sosyal demokrasi, 1970’li yıllarda şahlanmıştı. Atatürkçü/Kemalist kurumlara yerleşip, 1990’lı yıllarda “aslı CHP’dir” örüntüsü altında SHP adıyla “tepe”lere tırmanmış, CHP yasakların içinden çıkıp ikinci kez kurulunca alaşağı olmuştu.
Sosyal demokratlar, yirmi yıl sonra CHP’nin içinden bir kez daha tepeye yürümeye başladıklarında ise, 35. Kurultay Bildirisi’nde reddedildiler.
Bildiri’de deniyordu ki, sosyal demokrasi dört devrimden üçüncüsü idi; şimdi dördüncü devrimi yapıyoruz, özgürlükçü demokrasiye geçiyoruz! (Hatırlamayanlar için not: Dört devrimden birincisi kurtuluş savaşımız, ikincisi çok partili sisteme geçiş, üçüncüsü ülkeye sosyal demokrasiyi getirmek, dördüncüsü özgürlükçü demokrasiye geçmekmiş.) O tarihte bir kısım sosyal demokrat, çoktan “dördüncü devrimci” olmuşlardı. Olmayanlar ise aldırış etmediler. Türk ulusuna duyulan nefrete yastık olmaya devam ettiler.
Sosyal demokrasinin sosyalist enternasyonali, zamandır Türk ulusuna ve Türkiye’ye açıkça karşı bir konumdaydı; en son Afrin Zeytin Dalı’nı karaladı. Orada CHP adına yönetici olan Umut Oran artık dayanamadı, kendisinden çoktan yapması beklenen doğru işi yaptı ve istifa etti. Tony Blairli yıllardan beri belli olan bir gerçeğin altı iyice çizildi ki, sosyal demokrasi Atlantik Rejimi’nin yani emperyalizmin “sol”undan başka bir şey değildir. İkibinli yılların başlarındaki adıyla Kemal Derviş “sol”u.
Sosyal demokrasi, özgürlükçü demokrasi gericiliğinin, artık yetersiz görülen, geçmişte kalmış versiyonu. Günümüzde, nefes alabilmek için bile “özgürlükçü demokrat”ların himmetine muhtaç olan bir yokluk.
***
Bu iki “demokrat” kanat, doğal olarak, “Atlantik demokratları”yla birlikte yürüyorlar. Bunlar, Türkiye’nin açıkça karşı karşıya geldiği Atlantik Rejimi’nin sürüp giden saltanatına yalnızca ülkemizde ve bölgemizde değil giderek tüm dünyada son verecek hamlelerin önünde bent olma gayretindeler. Türkiye’nin Rusya, İran, Irak, Suriye ile işbirliğine, özellikle de Rusya ile birlikte hareket etmesine karşı çıkışları, görene parmak ısırtıyor. Bunun son örneğini televizyon ekranından, Doğu Perinçek ile tartışmaya giren Öztürk Yılmaz verdi. Dünyanın Atlantik Rejimine karşı büyük dayanışmasını ve başarı yolunu temsil eden Rusya ile ittifakı “taşeronluk” yaftaladı; böylece Atlantik Rejimi’ne herkesin gözü önünde selama durdu.
***
Bu manzaraya göre bugünlerde özgürlükçü ve sosyal demokratlık, etnik özgürlükçülük ve Atlantik militanlığı anlamına geliyor. Ortadaki durum, “sapma” ötesi. Kendilerine “solcu” dediklerine bakılırsa, kendi karşıtına dönüşme durumu. Ya da, kendi ulusuna karşı emperyalizmin yanında olma haline bakılırsa, solculuk, üstlerinden çekip almamızı bekleyen bir örtü.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *