Genç Birikim Ocak sayısı çıktı

Genç Birikim Ocak sayısı çıktı

Derginin kapak konusu olan “Doğusu ile Batısı ile Kudüs, Filistin’in Başkentidir” başlıklı yazının müellifi Ali Kaçar yorumunda “Tarihi olarak Kudüs’ün en son işgalinin Siyonist Yahudiler tarafından 14 Mayıs 1948’de gerçekleştirildiğini, bu nedenle Filistinlilerin bugün bile o işgal gününü 15 Mayıs 1948’den beri Nakba (Felaket) günü olarak andıklarını, Filistin’in dolayısıyla Kudüs’ün tamamı kaybedilerek bir avuç Siyonist Yahudi’nin

Derginin kapak konusu olan “Doğusu ile Batısı ile Kudüs, Filistin’in Başkentidir” başlıklı yazının müellifi Ali Kaçar yorumunda “Tarihi olarak Kudüs’ün en son işgalinin Siyonist Yahudiler tarafından 14 Mayıs 1948’de gerçekleştirildiğini, bu nedenle Filistinlilerin bugün bile o işgal gününü 15 Mayıs 1948’den beri Nakba (Felaket) günü olarak andıklarını, Filistin’in dolayısıyla Kudüs’ün tamamı kaybedilerek bir avuç Siyonist Yahudi’nin insafına terk edilmesinin Arap devlet yöneticilerinin ihanetinden kaynaklandığını, ne yazık ki bu ihanetin bugün de devam ettiğini, bu çerçevede ilk ihanetin Şerif Hüseyin ve ailesi tarafından gerçekleştirildiğini, Şerif Hüseyin ailesinin ikinci ihanetinin ise Talal bin Abdullah’ın oğlu Kral Hüseyin tarafından gerçekleştirildiğini, Kral Hüseyin’in 1967 Haziran savaşında Batı Yaka’nın tamamını ve dolayısıyla Doğu Kudüs’ü hiçbir direniş göstermeden Yahudilere –adeta- teslim ettiğini, Kral Hüseyin’in ihanetini 1970 Kara Eylül olayları dolayısıyla da devam ettirdiğini ve binlerce masum Filistinlinin ölümü ve binlercesinin ise Suriye ve Lübnan’a sürgünü ile sonuçlandığını belirtiyor.

Hamas’ın ise, kurulduğundan bu yana en üst düzeyde yapılan bütün açıklamalarında Siyonist İsrail’in varlığını asla tanımayacağını defalarca kendi halkına ve dünya kamuoyuna duyurduğunu, Şeyh Ahmed Yasin’in hayatının ve mücadelesinin en temel amacının da Filistin topraklarının hiçbir bölümünde Siyonist İsrail varlığına hayat hakkı tanımamak olduğunu; kısacası Siyonist İsrail’in varlığını tanımaya ne Hamas’ın ne de başkalarının hakkının olmadığını, Gazze’nin zor durumda olmasının, Filistinlilerin tahmin edilemeyecek kadar zorluklar içerisinde hayatlarını devam ettirmeye çalışmalarının Filistin topraklarında Siyonist İsrail’in varlığını kabullenmeye gerekçe teşkil etmeyeceğini vurguluyor.

Derginin diğer yazarları ve yazıları ise şöyle:

Fatih PALA “Hayatı Muhsince Yaşamak…” başlıklı yazısında; “Söz ile amel buluşmadığı müddetçe sözün bir anlamının olmayacağına iman ettiğimizi, sevgi ve nefret dâhil her şeyin ispat istediğini, sözlerinde Yüce Rabbimizin mesaj ve uyarılarını dikkate aldıklarını ifade edenlerin, amelleriyle bunu tasdik etmedikleri müddetçe –en başta kendi öz nefsimiz olmak suretiyle-, şaşma bilmez ve sınır tanımaz bir gözetlemenin neticesini, mahşer günü karşılarında net bir şekilde göreceklerini” belirtmiş.

İdris KERİMOĞLU “İhsan: Allah’ı Görüyormuşçasına Yaşamak” başlıklı yazısında; “İhsanın, gerek ibadetlerin ve gerekse bütün davranışların Allah’ın rızası gözetilerek, içtenlikle, karşılıksız, en güzel şekliyle yerine getirilmesi demek olduğunu, bütün eylemlerin anlamlı ve değerli olmasının, kişiye ve topluma yararlı olmasının yolunun da bu olduğunu” dile getirmiş.

Muhammed İMAMOĞLU “İbn Teymiyye’nin Hayatı ve Tasavvuf’a Dâir Görüşleri” başlıklı yazısında; “İbn Teymiyye’nin itikâdî görüşlerine paralel olarak muhâliflerince kendisine yapılan “mücessime olduğu ve tekfircilik yaptığı” ithamlarına açıklık getirmeye çalışmış.

Fatih POLAT “Gözler O’nu Göremez, O Bütün Gözleri Görür!” başlıklı yazısında; “Yaşamının her alanında yaratıcısının gözetim ve denetimi altında olduğuna, bir an bile olsa bunun dışına çıkamayacağı hakikatine kalbi mutmain olmuş bir kimsenin, hayatından Rabbinin sevmediği ve hoşnut olmadığı şeyleri uzaklaştıracağını, böyle bir kimseye şeytanın hiçbir şekilde yaklaşamayacağını ve bu kimse üzerinde etkili olamayacağını, işte o zaman hayatın gerçek manasının kavranmış ve hayatların anlamlandırılmış olacağını” ifade etmiş.

M. Cihat BATMAZ “Edebiyatın Gücü: Rusya Örneği” başlıklı yazısında; “Edebiyatın gücünü azımsamak ve onu lümpen bir uğraştan öte görmemenin bu gücün belli ideolojilerin tekeline geçmesine sebep olacağını, böylece okuyan, düşünen ve analitik reflekslere sahip bireylerin semtimize uğramadan geçip gideceğini” vurgulamış.

Cefai DEMİREL “Sıla-i Rahim ve Bireyselleşme” başlıklı yazısında; “Akrabalarımız içerisinde bizlere iyi davrananlar olabileceği gibi bizlere sıkıntı verebilenlerin de olacağını, akrabanın iyiliğine karşı iyilik göstermenin güzel olsa da yeterli olmayacağını, bizlere sıkıntı çıkaranlara karşı da affedici olmamız gerektiğini, ziyaretleşmenin ise akrabalık bağının devam etmesine en büyük vesile olduğunu” ifade etmiş.

Ömer Faruk ÇAKICI “Yöneticiye İtaat” başlıklı yazısında; çok tartışılan “Yöneticiye İtaatin Kaideleri, Yönetici-Yönetilen Farkı” kavramları üzerinde durmuş.

Fırat Şaman “İran düşerse, İran düşer!” başlıklı yazısında; “İran rejiminin devrimden sonra her ne kadar Amerika ve İsrail karşıtı antiemperyalist söylemlerde bulunsa da her daim ABD, Batı ve İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiğini, Irak’ta ABD ile birlikte, Suriye’de ise Rusya ile birlikte hareket edip defalarca Müslümanları sırtlarından vurduğuna şahit olduğumuzu, İran’ın petrol gelirlerinin bir kısmını Suriye’deki savaşı finanse etmek için kullandığını, düşen petrol fiyatlarının da İran ekonomisine büyük kayıp verdiğini, geçen sene Halep Katliamında başrol oynayan İran’ın bugünlerde halkın ayaklanması ve protestolarıyla karşı karşıya kaldığını,

Her ne sebeple olursa olsun İran’daki Şii/Rafızi rejiminin yıkılmasının Sünni halklar ve komşu ülkeler için olumlu olacağını, çünkü bunların Alamut Kalesi’ndeki Hasan Sabbah’tan farklarının olmadığını, İran’ın yıkılmasının Suriye, Irak ve Afganistan’daki direnen Sünni halkların ahının bir karşılığı şeklinde olacağını, Amerika ve Rusya ile beraber bu ülkelerdeki halkı bombalayan ve işgale kapı açan bizzat İran’ın kendisi olduğunu, İran’daki olayların arkasında Suriyeli bir çocuğun ahının olması ihtimalinin tüm ihtimallerden daha yüksek olduğunu, geçen sene bugünlerde İran meydanlarında ‘Halep Katliamı’nın kutlandığını, İran halkının, Şii/Rafızi dikta yönetiminin, binlerce İranlı asker ile Lübnanlı ve Afgan milislerle 1 milyona yakın mazlumu katletmesinden sonra “Bize ne Suriye’den” demek için çok geç kaldığını” ifade etmiş.

Sare DURGUN “Modern Çağda Müslüman Gencin Okulda ve İşte Ahlâkı” başlıklı yazısında; “Müslüman’ın ahlâkının sadece ağzından çıkan kelimelere bağlı olmadığını, bulunduğu ortamda yaptığı her hareket ve davranışın da ahlâk sözcüğünün içine dâhil olduğunu, bu nedenle özellikle de gençler olarak, daha fazla yükümlü ve sorumlu olduğumuzu vurgulamış.

Sümeyye ARSLAN “Ailede Ahlak Eğitimi” başlıklı yazısında; “Aile içerisindeki fertlerin İslam’ın ahlak öğretileriyle terbiye edilmesi gerektiğini, İslam’ın ahlak öğretilerinin, Allah’ın bütün yarattıklarına karşı merhametli olmayı, sosyal ilişkilerde dürüstlük ve güvenirliği, karşılık beklemeden sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, kötü arzuların bastırılmasını ve daha birçok erdemleri ihtiva ettiğini, bu ahlaki öğretilerin bizleri ve neslimizi insanlar arasındaki ilişkilerde mükemmelliğe götüren esaslar olduğunu” dile getirmiş.

M. Ali FURKAN “İman, Salih Amel İlişkisi” başlıklı yazısında; iman ve salih amel kavramları üzerinde durmuş.

Fatih PALA’nın “Bir Doğuş” başlıklı bir şiiri de dergide yerini almış.

 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *