2019’a giderken siyasal ittifaklar

2019’a giderken siyasal ittifaklar

Birtakım ittifakların, ‘kutupların’ oluşması kadar olağan bir durum olamaz. Buradaki temel mesele, ‘ötekini’, ‘onları’ nasıl konumlandırdığınızla ilgili.

2019 sürecinde ortaya çıkmaya başlayan ve artık seçimlerden sonra koalisyon değil, seçimlerden önce ittifak şeklinde ortaya çıkan değişimi Kırıkkale Üniversitesi Araştırma Görevlisi Yunus Şahbaz, Star Açık Görüş’e değerlendirdi. MHP-AKP ve CHP-SP yakınlaşmasını yazısında baz alan Şahbaz, “Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürecin ve söylemlerin biraz daha sertleşeceğini öngörmek için de kâhin olmaya gerek yok.” dedi. Şöyle diyor Şahbaz:

2019’a giderken siyasal ittifaklar

Bir süredir ‘dedikodusu’ dönen ve dolaylı ağızlardan dile getirilen seçim ittifakları meselesi sonunda resmi ağızlardan ve doğrudan deklare edilmeye başlandı. Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli başlatmıştı bu tartışmayı; daha ileri taşıyan da o oldu ve en nihayetinde 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylarının Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi. Anlaşılan MHP ve AK Parti arasında 15 Temmuz sonrası oluşan konsensüs yeni bir aşamaya taşınıyor ve bu ittifakın ismi şimdiden hazırlandı bile: Yerli ve Milli İttifak.

2019 seçimlerini diğer seçimlerden ayıran faktörlerin başında Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin eşzamanlı olarak yapılması geliyor. Bir süre önce MHP’nin var olduğu iddia edilen baraj problemine yönelik barajı indirme önerisi gelse de bu öneri bizzat Erdoğan ve AK Parti tarafından sıcak karşılanmadı. Muhtemelen oluşan yeni mutabakatta MHP’nin bu kaygıları giderilmiş olabilir. Siyasal Partiler ve Seçim Kanununda yapılacak bir uyum yasasıyla seçim öncesi ittifaklar resmî bir çerçeveye oturtulabilir ve ittifak yapan partilerin adayının Cumhurbaşkanı olması halinde bu partilere Meclis’te temsil imkânı sağlanabilir. Ya da benzer sonucu mümkün kılacak başka bir düzenleme de olabilir. Ancak şu anki durumda mutabakat sağlanmış görünüyor; bundan sonrası için belirsiz olan bu mutabakatın nasıl şekilleneceği ve karşı saf(lar)ın kim(ler)den ve nasıl oluşacağı.

‘Yüzde 50 artı 1’ ne getirdi?

Bilindiği üzere, yapılan Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı seçimi için adayların birinci turda ‘yüzde 50 artı 1’ olarak bilinen oy oranını yakalaması gerekiyor. Şayet hiçbir aday ilk turda bu oy oranına ulaşamazsa birinci turda en çok oyu alan iki aday ikinci tura kalacak. İttifaklar meselesinin ve seçim stratejilerinin bam telini de bu nokta oluşturuyor; AK Parti ve MHP’nin adayı olacak Erdoğan seçimi ilk turda kazanmak isterken, muhalefetin birincil önceliği seçimin ikinci tura kalmasını sağlamak. Türkiye 2014 seçimlerinde de iki turlu bir seçim yaşadı ancak ilk turda Erdoğan kazandığı için ikinci tura kadarki dönemde oluşacak ittifaklar, siyasal pazarlıklar vs. gibi durumlara şahit olmadık.

‘Yüzde 50 artı 1’i sağlamak öyle sanıldığı kadar da kolay değil. AK Parti ve MHP’nin koşulsuz ittifakına dayanmasına rağmen 16 Nisan Referandumu’nun nerdeyse kıl payı denilecek bir farkla geçmesi bunun en açık göstergesi. Bu yüzden de bu sistemde hem birinci turda hem de kalırsa ikinci turda bir oy bile çok değerli. Mesela yerel seçimlerde ya da milletvekili seçimlerinde Saadet Partisi’nin Fatih, Üsküdar, Eyüp gibi yerlerden aldığı oylar sonuçlara ancak kısmî ve dolaylı bir etkide bulunabilir. Çünkü, milletvekili seçimleri için konuşursak, Saadet Partisi kuvvetle muhtemel baraj altı kalacağı için sonuçlar üzerinde etki etmesi mümkün değil. Ancak referandum ve ikinci tura kalan seçimler gibi sadece iki tercihin olduğu durumlarda bir il ya da ilçe için cüz’i kalabilecek birkaç binlik oylar toplamda sonuçlar üzerinde ciddi etkiler doğurabilir. 16 Nisan Referandumu’nda özellikle İstanbul’da Üsküdar, Eyüp gibi hem AK Partili belediyelerin olduğu hem de muhafazakâr seçmenin yoğun olduğu yerlerde ‘Hayır’ çıkması ve hatta Fatih’te bile ‘Evet’ oranının beklenenden hayli az olması oluşabilecek durumun en net göstergesi. Bu yüzden Erdoğan’ın karşısına çıkacak aday ya da adayların farklı sosyolojik tabanlardan oy alabilecek bir isim/isimler olması çok muhtemel bir durum. Özellikle ikinci tura kalması halinde hayli hararetli ittifak girişimlerine şahit olunabilir. Meral Akşener’in bir süre önce “Seçimin ikinci tura kalması halinde CHP’nin adayını şartsız şurtsuz destekleriz” açıklaması ve bugünlerde yürütülen CHP ile Saadet Partisi arasındaki görüşmeler ikinci tura yönelik hamleler olarak değerlendirilmelidir.

Ayrıca seçimlerin ikinci tura kalması halinde siyaset biliminde ‘stratejik oy’ dediğimiz faktörün daha da önce çıkacağını söyleyebiliriz. Stratejik oylamada esas olan, kendi istek ve taleplerini yansıtmasa da seçmenin siyasal iradesinin başkaca faktörlerce şekillenmesi ve normal şartlarda asla oy vermeyeceği bir isim ya da siyasal harekete oy vermesidir. Stratejik oylama, bazen bir aday etrafında sosyolojik özellikleri tamamen farklı seçmen kitlesini organize etmek şeklinde olabilir. 2014 Yerel Seçimleri’nde Ankara’da Mansur Yavaş üzerinden böyle bir girişim yapılmış, sonuç olarak başarı sağlanamasa da solun ve milliyetçi çevrelerin farklı fraksiyonlarından müteşekkil bir konsolidasyonun Yavaş etrafında sağlandığı görülmüştü. Yine 2014 Yerel Seçimleri’nde FETÖ’nün birçok il ve ilçede AK Parti dışındaki en yüksek potansiyelli ismi ya da partiyi desteklemesi de bir stratejik oy planlaması olarak zikredilebilir. Son dönemlerde stratejik oylamanın en bariz görüldüğü yer sanırım Fransa’daki seçimler oldu. Seçimlerin ilk turunda Emmanuel Macron’un aldığı oy hayli sürpriz olsa da, asıl şaşırtıcı olanı, Macron’dan sonra en yüksek oyu alarak ikinci tura kalan Marine Le Pen’di. Le Pen’in ikinci tura kalması Fransız çevrelerinde adeta bir şaşkınlık yarattı ve hatta The Guardian’da seçimlerden sonra ortaya atılan bir iddiaya göre, Fransız devleti Le Pen’in ikinci turu da kazanması halinde ‘Fransa’yı ondan korumak için’ birtakım ön hazırlıklar içerisine bile girmişti (https://www.theguardian.com/world/2017/may/18/secret-plans-protect-le-pen-french-republic-emerge). Sonuçta Macron ikinci turda yüzde 60’ların üzerinde bir oy alarak seçimleri kazandı. Macron, Nancy Fraser’ın deyimiyle, ilerici neo-liberalizmin tipik temsilcisi konumunda ve temelde neo-liberal politikalarla Avrupa Birliği yanlısı politikaları savunmasıyla öne çıkan birisi. Ancak ikinci tur oylamasında ortaya çıkan sonuçlar Fransız sosyalistlerinin de Macron’a oy verdiğini gösteriyor. Bu sonuçlar da stratejik oylamanın ne kadar belirleyici olabileceğini göstermesi bakımından manidar.

Yeni ittifaklar, yeni kutuplaşmalar

Bundan sonraki süreçte de oylamanın ikinci tura kalıp kalmaması üzerinden birtakım ittifak senaryolarıyla daha karşılaşmamız kuvvetle muhtemel. Ancak bu ittifaklar ‘kutuplaşma’, ‘cepheleşme’ söylemlerini de beraberinde getirecektir. Zaten Türkiye’deki bir kesim için bazı ‘illetli’ kelimeler vardır; bir zamanlar irtica, dönem dönem başörtüsü ve imam-hatip… Epeyce bir süredir toplumda bir kutuplaşma olduğu ve bunun da keskin ayrımlara sebep olduğu iddia ediliyor. Ancak bu iddiaların gözden kaçırdığı bir husus var. O da şu: Siyaset doğası gereği çatışma ve çekişmeye dayanır. Birtakım ittifakların, ‘kutupların’ oluşması kadar olağan bir durum olamaz. Buradaki temel mesele, ‘ötekini’, ‘onları’ nasıl konumlandırdığınızla ilgili. Siyasalın doğasını antagonizma yani çatışmaya dayandıran Chantal Mouffe ötekini konumlandırmada hasım ve düşman olarak bir ayrım yapar. Siyasal anlamda ötekinin düşman değil de hasım/muarız olarak kodlanması durumunda ortada endişe edecek bir durum yoktur. Çünkü hasım, düşmanın aksine, ötekini imha etme amacı gütmeyen ve sistemsel sorunlarda ortak bir paydayı paylaşmasına ve müşterek bir sembolik alanda mücadele etmesine rağmen bu sistemi anlamlandırma ve kullanmada birtakım farklı tercihleri olandır.

İttifaklar yapılırken oluşacak cepheler için de böyle bir durum söz konusu olmalıdır. Çatışma çekişmeye dönüşmemeli ve karşılıklı farklı siyasal po-zisyonlar birbirini konumlandırırken düşman değil hasım olarak görmelidir. Hasımların oluşmasına dahi izin vermemek hasımları birtakım şiddet gibi düşmanca araçlara yöneltebilir ancak Türkiye için böyle bir durumun olmadığını teslim etmek gerekir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yaptığı yürüyüşünü herhangi bir engelleme ve güvenlik problemi olmadan bitirmesi Türkiye’de farklı siyasal cenahların hâlâ ‘hasım’ kategorisinde olduğunu göstermektedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürecin ve söylemlerin biraz daha sertleşeceğini öngörmek için de kâhin olmaya gerek yok.

Kanaatimce asıl cepheleşmeler o zaman şekillenecek ve bu süreci selametle tamamlamak da 27 Mayıs’la akamete uğratılan ikili siyasal pozisyonun olağan seyrini normale döndürmede bir perdenin kapanışı anlamına gelecektir. Zira şayet 27 Mayıs akamete uğratmasaydı Demokrat Parti ve CHP liderliğinde, zamanla bu isimler ve hareketlerin karakterlerinde de dönem dönem değişiklikler görülebilmekle beraber, ikili bir siyasal sistemimiz olabilirdi. Belki de 2019 seçimleri diğer birçok unsurun yanında böyle bir geleneğin de başlangıcı olabilir.

2019 seçimleri içerisinde kuşkusuz en önemli olanı Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Seçimin iktidar ve muhalefet kanadı tarafından yürütülüş süreci ve ortaya çıkan sonuçlar Türkiye siyasetinde stratejik oylama, cepheleşme ve ikili siyasal sistem gibi tartışmaları daha sık gündemimize getirebilir. Bunlar üzerinde daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak için önce süreci sonra da ortaya çıkacak sonuçları beklemek gerekecektir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *