Bilirsiniz bir ‘baba’lık vardır, biyolojik olarak, kan bağını doğuran, mirasçılığı tahakkuk ettiren. Bunun argodaki kullanımı ise bir bahsi diğer ve konumuz dışı. İkinci haliyle ‘babalık’, ‘baba ocağı’ tabiri ‘fikri önderlik’, ‘okul/ekol’ oluşturma, ‘yol/çizgi/çığır..’ açma anlamlarında kullanılmaktadır. Bu, kan bağının dışında ‘kardeşlik’ hukuku doğuran, sorumluluk aşılayan ‘biz’ bilinci veren, ‘cemaat ve itaat’ ilişkileri meydana getiren bir
Bilirsiniz bir ‘baba’lık vardır, biyolojik olarak, kan bağını doğuran, mirasçılığı tahakkuk ettiren. Bunun argodaki kullanımı ise bir bahsi diğer ve konumuz dışı. İkinci haliyle ‘babalık’, ‘baba ocağı’ tabiri ‘fikri önderlik’, ‘okul/ekol’ oluşturma, ‘yol/çizgi/çığır..’ açma anlamlarında kullanılmaktadır. Bu, kan bağının dışında ‘kardeşlik’ hukuku doğuran, sorumluluk aşılayan ‘biz’ bilinci veren, ‘cemaat ve itaat’ ilişkileri meydana getiren bir durumdur. Bu haliyle de irdelenmek üzere konumuz olmuştur.
Mesele üzerinde çok konuşulabilir, yazılabilir. Şimdiye kadar da çok şeyler söylenmiş, karalanmıştır! Her konuda sıkıntımız olduğu gibi, bu konuda da sıkıntımız yazılıp söylenenlerin ‘hal diline’ dönüştürülememesidir. Hep başkalarına söylüyor, yazıp çiziyoruz sanki! Meseleyle dertlenmemiz ve de ders alışlarımız hep sıkıntılı!
‘İktibas’ bir okul, ekol olarak ‘fikir verme’nin yanında, aynı önem ve paralelde bunu ‘doğru davranışa’ döndürme amacını öncelemiş bir camiadır. Zira bilmekteyiz ki ‘Doğru davranışlar, doğru düşüncelerden doğmaktadır!’. Fikir de ‘bilgi’ ön koşulludur, ‘doğru bilgi’ olmak koşuluyla. Doğru bilgi de ‘sadık haber’ orijinli olarak İlahi ileti ve elçinin tebliği ile iletilmiş ‘hak söz, sözün en güzeli, sabık bilgi’ anlamında vahiyle bildirilmiş, sünnete konu olmuş, anlatılmış, açıklanmış, örneklenmiş uyarı ve duyurulardır öncelikle. Tecrübe ile bunlardan kaynaklanarak, hareket ederek bilginin, insan ve eşya ile olan ilişki ve iletişimlerde ‘üretilebilir’ bir boyutu da vardır.
Fikir verilir ve alınır, akıl akla eklenir, bileşenler işe koşulur, her mesele getirisi götürüsüyle, öncesi ve sonrasıyla irdelenir ve bunlardan bir süreç başlar, gereği yapılmak üzere iş muhataplara kalır. Meseleye aynı yerden ve açıdan bakarak benzer sonuçları çıkaranlar yola koyulur, yolda kalmaya, yardımlaşma ve dayanışmaya başlarlar. Cemaat olgusu da işte bu noktada devreye girer. İtaat ilişkileri de başlar. Bu süreçlerin her biri organik bir işleyişle bir plan ve program gerektirir. Usuller, ilkeler serdedilir. Sınırlar ve sorumluluklar belirlenir. Araç amaç uyumu içinde bir hareket başlar. Bu esnada ‘fikri liderlik’ öncelikli olarak bir ‘şahsi liderlik’ de devreye girmek zorundadır. Bu doğal olandır ve zorunludur da! Her hal ve şartta bir istişare olgusu ve şeffaflık hakim olmalıdır sürece. Her ne kadar kağıt üzerinde belirli isim ve cisimler görünür olsa da bu esame listesinin esamisi yekun hesaba katıldığında çok kısmi bir yer tutar, tutmalıdır. Organizasyonun en geniş halkanın bilgi, gözetim, denetim ve desteği/kararı ile alınması organikliği, homojenliği, katılımı olumlu etkileyecektir. Bu tutarlılık ve tüm bireylerin hesaba katılması, hesap verebilirlik, farklı hesapların ortaya çıkmaması ve netice açısından çok önemsenmelidir. Aksi halde sistem hata verecek, yol kazaları vaki olacaktır. Arıza çıkacaktır. Hesaba katmadığınız en küçük parça dahi gün gelecek önünüze mania çıkaracaktır. Kale almadığınız biri yeri geldiğinde en ihtiyaç duyulan zamanda geri duracak, sorumluluk almakta tereddüt edecek ve bu da sonuca hesap etmediğiniz kadar etki edecektir, olumsuz anlamda. Elbette işin bir hiyerarşisi, astı üstü, işin yükünü, yükün ağırını üstleneni olacaktır, bu akla da vakıaya da uygundur.. İş halkalar halinde yakından uzağa doğru, liyakat ve ehliyet öncelikli olarak dağıtılıp paylaşılabilir. Bu da zaman içinde güncellemeleri, görev değişikliklerini getirebilir. Neyse, bunlar aşılamayacak şeyler değil, ‘üzüm yeme’ niyetimiz olduğu müddetçe!
‘Barikai hakikat, müsademei efkardan doğar.’ fehvasınca fikirlerin teatisi, danışma, araştırma, aklı akla ekleme, bir konudaki tüm farklı düşünceleri hesaba katma, eleştirel yaklaşım süreçleriyle hakikat ortaya çıkacak, farklı bakış ve algılar tolere, hatta izale edilebilecektir. Yanlışa düşme ihtimali en aza inecektir. ‘Ben yaptım oldu!’ yaklaşımı başta sahibi olmak üzere herkese zarar verecektir. Mesele fikir alıp vermek değildir sadece. Elbette meselenin kişiyi bağlayan, bireysel sorumluluk boyutu vardır. Öncelikli ve değerli olan ‘örneklik’, ‘hal dili’ ile söylenenlerin canlı hale getirilmesidir. Bir vücudun azaları gibi olabilmektir. Sevgi, saygı, tahammül, hoşgörü, empati, diğerkamlık, iletişim dilinin doğru kurulması, amaç birliği içinde ‘itaat ilişkilerinin’ olmazsa olmazlarıdır.
Bunları yaşanan evvelki sorunların ahire yansımaması için, endişelerimizi başta serdetmek için paylaşıyoruz. Kimseyi paylamak değil derdimiz! Parçalanarak paylara bölünmek, bütünü parçalayıp elimizdeki ile iktifa etmek tarzında tezahür eden, bir türlü ders alamadığımız için de tekerrür edip duran bu hastalığa işaret etmek, teşhisi doğru yapıp tedaviye yönelmektir amacımız. İğneyi kendimize batırmak! Süreci sahih temellerine yöneltmek, tek yürek olarak aynı hedefe doğru yol almaktır. Birbirimize karşı hep bir ön yargı, bagajlar, şüpheler, zanlar ile yaklaşırsak bu hastalıklı ve sorun üreten bir kaynak halinde önümüze çıkacaktır hep. O sebeple safları sıklaştırmalı, olabildiğince açık ve şeffaf olmalı, eteğimizdeki taşları ta başta dökmeliyiz. Her konuda yüzde yüz anlaşmak, torna tesviyeden geçmiş parçalar gibi olmak durumunda değiliz. Yalnız ‘iyi niyet’ ve samimiyet olmazsa olmazımızdır. Her şeyden önce Allah rızasını gözeten insanların incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler yüzünden birbirinin yüzüne bakamayacak hale gelmesini anlamak, hele anlatabilmek mümkün değildir. Derdimiz, davamız ne, biz ne yapıyoruz! Dağılıp küçüldüğümüzden rüzgârımızı yitirdik, kendi himmete muhtaç dede durumuna düştük, düşüyoruz! Kime ne anlatacağız? Başkalarına tavsiye ettiklerimizi kendimiz unutmamalıyız!
Bu çizginin banisi bu dergiyi planlarken, kitleye ulaşma, niteliğin nicellikle buluşması, kamuya açılım olarak düşünmüş ve bunu ailesine ‘Bir çocuğumuz/kardeşiniz daha oldu!’ diye müjdeleyerek sunmuş. Bu aile reisinin sorumluluğunun, aile bireylerinin paylaşım bölüşüm anlamında fedakârlıklarının artması anlamına da geliyordu elbette! ‘Yan gider’ olarak hem maddi, hem manevi, zaman ve emek yoğunlaşmasıyla, aileden koparılan imkânların, fikir/düşüncenin berkitilmesi amacıyla kitlelere sunularak herkesin bir şekilde sorumlu olduğu kulluk görevinin salih amel boyutlu ifası şeklinde bir tercihti bu. Tartışılabilecek boyutu elbette vardır bu yaklaşımın, öncelikler ve zaman ve imkânların taksimi hususları gibi… İhmaller ve ısrarlar gibi… Onlar geçti (olgu ve kişiler olarak), şimdi bize düşen bu mirası verdiğimiz değer ölçüsünde bizim sorumluluklarımızın gereği olarak sahiplenip bizden sonrakilere aktarabilmektir, olanca saflığı, bütünlüğü içinde. Bu aktarım işi elbette bulunduğumuz zaman ve zeminler içinde bizi de bağlamaktadır, hal ve kaal olarak şahsımızda gerçekleştirilmek üzere…
Dedik ya, ‘iğneyi kendimize batıralım’ diye, o kabilden sürece eleştirel baktığımızda tek kişinin yaptığını, bugün onlarcamız beceremiyoruz! Çizginin hakkını veremiyoruz. Kendimize haksızlık yapmak da istemem, elbette bir duruş özgünlüğümüz ve genel anlamda yanlıştan uzak kalışımız vakidir. Lakin bu yeterli midir; orası sıkıntılı! Bir netlik, nitelik ve temsiliyet sorunu olduğunu göstermiyor mu, bu yaşananlar? Bunun sebeplerini masaya yatırıp yekinmeli ve yani bir organizasyonla süreci sağlam temellerine döndürmeliyiz. Bu konuda elinden geleni ardına koymamalı hiç kimse! Geçmişi geride bırakıp önümüze bakalım, hep birlikte! Herkes bir öz eleştiri yaparak, ihmallerini, ertelemelerini, yanlışlarını, unutmalarını, engellemelerini, her ne denilecekse süreci akamete uğratan bunları açık açık konuşarak, yeni(den) bir ahit içinde yola koyulmalıyız.
Ancak!… Tam bu esnada yeni bir haber, yine bir ayrılık, gayrılık! İzahı mümkün değil! İzahtan vareste de değil! Bunun bir izahı, açıklaması, haklı(!) bir gerekçesi olmalı mutlaka! ‘Haklı gerekçe’ de hakkaniyetle değerlendirilecek, ikna edici bir evsafta olmalıdır. Herkesin kendini ikna ettiği kendini haklı bulduğu bir gerekçelendirme sadece sahibini bağlar. Kararın alınış ve paylaşım süreci bile zaten sorunumuzu ortaya koymaya yetiyor da artıyor bile! Üç beş kişi oturuyor, kitleyi, okurunu yazarını kale almıyor, bir karar veriyor, ‘Ben yaptım oldu!’ diyor ve sonra kitlenin itaatini bekliyor! Nerede istişare, nerede danışma dayanışma! İktibas çizgisinin çizgisi! Duyum bu! Duyumdan öte vakıa bu! Ne dersiniz bilemem! Fikri liderlikten, istişareden, özgünlükten bahseden kişilerin geldikleri hale bakınız! Bu bir dedikodu değil, bilesiniz! İçten bir feryat! Şok dalgasının yansıması… Bunları taraflarla paylaşmış, öncesinde de meseleleri bu boyutta dillendirmiş biri olarak ‘paylanmış!’ biri olarak konuşuyorum! Duygularımı paylaşıyorum! Bunun kalana da gidene de zarar vereceği aşikâr! Gün’e hükmeden elbette Rabbimiz, ama görünen köy kılavuz istemez! Ders alanımız yok, derdimiz çok! Bu kardeşlere ‘dur!’ diyecek bir hakemlik müessesemiz bile yok! Onlara ‘ceket’ ve ‘mağara’ metaforlarını hatırlatmak isterim. Konuyu bilenler zaten biliyor. Bilmeyenler bilenlere sorsun ve konuyu muhataplarına iletsin! Bakınız, araçlar değişir, terk edilebilir, önemli olan ‘insan odaklı’ bir organizasyondur. Sakın yanlış anlaşılmasın insan da terk edilemez değildir, bir noktadan sonra! O halde asıl olan ‘ilke/hak/hakikat’ merkezli bir oluşum ve odaklanmadır. Yeter ki ilkeler hakka, hakkaniyete, tevhide uygun olarak düşünülmüş olsun. Bu manada emekler zayi olmayacaktır. Biz birbirimizi ‘temenna’ altında bırakacak bir tutum içinde olamayız. Takdir Allah’tan, tevfik de O’ndan. Bize düşen elbette vefa ve sadakat duygusu içinde doğruları, doğruluğu takdir edip ona gereken değeri vermek, hakkını teslim etmektir. Kimse kimseden bir peşin ödeme arayışında olmamalıdır. Her şey karşılıklıdır. Bu zamana kadar gösterdiğiniz çaba ve gayret teşekkürü, takdiri hak ediyor olabilir ve bu eksik de bırakılmış, ketum davranılmış olabilir size karşı. Lakin bu, ihmallerin ve son noktadaki hatanın üstünü örtmez, görmezden gelmemizi gerektirmez! Böylesi bir ayrılığı asla gerektirmez! Her şeyin bir usulü olmalıdır. Bu usul çerçevesinde gelirsiniz, gidersiniz. Yeter ki oyunu iyi kurun! Kuralları istişare ile koyun! Şeffaflıkla deklare edin!
Ameliyatlık bir mesele varsa, bakılır, teşhis konur, kangren olan uzuvlar atılır, yek vücut kalmaya özen gösterilir. Akla ve hakikate uygun olan budur. Vücudu parçalamak, yoklukla eşdeğer bir yanlış karar ve tutumdur. Bu karar da üç beş kişinin eline terk edilemeyecek hassasiyette bir durumdur. Hassasiyet gösterip mütehassıs uzmanlığında, ince bir ameliye ile bir konsey kararı ile müdahale edilmelidir. Kronikleşme/müzminleşme ve komplikasyonlar olmaması için. Yeni semptomlar oluşmaması için. Sorunları ertelemek, görmezden gelmek, çeri çöpü halının altına iteklemek sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. Elbette bazı sıkıntılar zamana bırakılabilir ve görmezden gelinebilir/tolere edilebilir. Yalnız bu genel geçer bir yol ve yöntem olmamalıdır.
Şimdi yapılacak olan, geri döndüremiyorsak zamanı, dur diyemiyorsak yaşananlara, başımızı ellerimizi arasına alarak iyi bir muhasebe ve muhakemede bulunarak bu yol kazalarına bir son verecek samimi bir yöneliş gerçekleştirmektir. Bu belki bir fırsat da doğurabilir. Eskisi yenisi, yakındaki uzaktaki, büyüğü küçüğü, kadını erkeği bu ekolün/okulun bir şekilde haberdarı olan herkese düşen beraberce oturup ortak bir karara varmaktır. Devam mı, tamam mı? Devamsa nasıl? Hangi şartlar ve ilkeler, ahitler çerçevesinde? Sınırlar, sorumluluklar belirlenmiş olarak nasıl bir süreç işletilecek? Karar verip ardında durmak! Yeniden iman edercesine!…
Bu fikrin ’baba ocağı’ kimsenin tercihine kalmadan bellidir. Baba ocağından her ayrılış gücü ve etkiyi azaltacaktır. Çağrımız odur ki; aklı, fikri, bilgisi, belgesi, önerisi olan herkes elini taşın altına koysun. Yeniden bir toparlanma için ulaşabildiğimiz herkese ulaşalım, sözü, sesi yeniden berkitelim. Birlik, dirlik için yeniden/tekraren işe koyulalım. İşin hakkını verelim!
Bu bir nevi hamallık! Bu işin/hamallığın sonunda (yakın zaman ve mekânlarda) ne rütbe var ne de mal! Yalnız Rabbimizin rızası ve ahiretimizi kurtarmak! Şu da unutulmamalıdır ki, doğru süreçler, doğrulukla, doğru yoldan ayrılmadan sürdürüldüğünde Rabbimiz bizlere/yolun yolcularına bu dünyada da nimetini ihsan edecektir. Bu miras talibinin elerinde yükselecektir. Hakkını veren, layık olan temsiliyetini izhar edecektir. Bu bir saltanat olmadığı için kan bağının önceliği, sahibine hürmeten değil, o artı/ekstra olmak üzere liyakaten olacaktır. Bu da zaten iddiayı ispat sadedinde bir durumdur! Bu tolerans herkese gösterilebileceği gibi malum zevatı da içermektedir. Olursa ne ala, hepimiz kazanırız. Yok, olmuyor, olmayacaksa, bir ihtimal denenmiş ve şüpheler, içteki ukdeler giderilmiş olacaktır. Liyakat ve ehliyete bakılır ve istişare ile bir karara varılır. Bu öyle atla deve değildir. Yeter ki birbirimize değer verelim, saygı sevgi duyalım. Davamızın/misyonumuzun eri olalım!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *