Herkes Haklı Olabilir mi?

Herkes Haklı Olabilir mi?

Eğer ilişkilerimizde herkes ile iyi olma niyeti ile ilgili bir dili kullanırsak bizlerin sözleri yaşadığımız topluluğumuzda çokta değerli olmayacaktır.

aşadığımız günler bizlere şunu gösteriyor ki kişilerin iyi ya da kötü ne yaptıklarının hiçte önemi yok. Bizim görmediğimiz bilmediğimiz birileri bir şeyleri bir yerlerden yönetiyor. Bu bağlamda birilerinin suç işlemesi başka bir kesimde suç olarak algılanmıyor. Çoğunluğun ve gücün etkinliği hala sürüyor. Yani bu yapmış olduğunuz şeyleri kimin adına kimden destek alarak yaptığınız daha bir belirleyici oluyor. Böylelikle suç kim işlerse suç oluyor kim işlerse suç olmuyor bunu birileri belirliyor. Yani bizler bu olayların sadece seyircileri durumundayız.

Şunu biliyoruz ki temiz bir toplumun oluşması doğru bir adalet anlayışı ile mümkündür. Bu bağlamda kişiler sevdikleri büyükleri, önderleri ya da bağlısı bulundukları toplulukları adına oluşan yanlışlara yanlış diyebilmeliler. Bu en yakınları bile olsa fark etmemelidir. Üstelik sosyal sınıfları statüleri olan kişilere ayrıcalık tanınması daha büyük toplumsal kırılganlıkların oluşmasına sebep verebilir. Bu bağlam da bizler de cahiliyenin rengi olan tarafgirlik hastalığına kapılmamalıyız. Çünkü bizlerin bağlısı bulunduğu dinimiz bu durumu kesin bir dille yasaklamaktadır.

” (Ey Muhammed!) Biz sana kitabı (Kur’ an-ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin, sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa, 4/105) ayet-i kerimesi, bu konuda bize haksız bir kimse karşısında nasıl davranmamız gerektiğini hatırlatmakta, hain ya da haksızların yanında yer almayıp, daima hakkın ve haklının yanında yer almamızı öğütlemektedir.

Mahzumi kabilesinden bir kadın hırsızlık etmişti. Mekke’nin ileri gelenleri yüksek bir aileye mensup olan bu kadının ceza görmemesini istemişler, Peygamberimizin çok sevdiği Usame’yi ona şefaatçi olmak üzere göndermişlerdi. Peygamberimiz Usame’ yi dinledikten sonra :

“Sizden öncekiler bu gibi tarafgirlikleri sebebiyle helak olmuştu. Onlar, fakirler üzerinde en ağır cezaları uygularlar, zengin ve itibarlı olanlara ise ceza vermezlerdi.” (Buhari, “Hudut”, 11) buyurarak toplumda huzur ve adaletin tesis edilmesi için kurallara uyulmasının zorunluluğuna ve İslami esasların uygulanmasında ayrım yapılmamasının gerekliliğine vurgu yaparak hakkın ve haklının yanında olunmasını istemiştir.

Kur’an-ı Kerim’de Hucurât suresi 9. ayetinde Alah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah’ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever.”

Yani bizler bu emirler bağlamında asla haklı davranışlar içerisinde bulunan kardeşlerimizle haksızlık yapan kimseleri aynı şekilde kabullenemeyiz. Bu her iki kesimle de eşit düzeyde bir ilişki geliştiremeyiz. O yüzden tüm gücümüzle haklı olan kardeşlerimizin yanında yer almalıyız.

Eğer ilişkilerimizde herkes ile iyi olma niyeti ile ilgili bir dili kullanırsak bizlerin sözleri yaşadığımız topluluğumuzda çokta değerli olmayacaktır. Sözümüzün gücü ve de herhangi bir değeri olmayacaktır. Kullandığımız dil haklı olanı savunmalı haksız olanı eleştirmelidir.

Nasreddin Hoca’nın kadılık (hâkimlik) ettiği günlerde adamın biri yanına gelir.

Adam, komşusundan şikâyetçidir. Derdini anlatır. Hoca, adamı güzelce dinledikten sonra:

Haklısın! diyerek gönderir.

Biraz sonra adamın şikâyetçi olduğu komşusu çıkagelir. O da az önce gelen komşusundan şikâyetçidir. Derdini anlatır, hakkının verilmesini ister.
Hoca onu da güzelce dinler. Sonra:

Haklısın! diyerek onu da yollar.

O sırada Hoca’nın yanına gelmiş bulunan ve konuşulanlara kulak misafiri olan karısı, bu işe şaşar.

Hocaya:

İlahi Hoca Efendi! Sen ne biçim kadısın? Birbirinden şikâyetçi olan iki adamın ikisi birden hiç haklı olur mu? diye sorar.

Karısının bu sözleri üzerine Hoca, bir süre düşündükten sonra ona şöyle der:
Hatun, sen de haklısın.

Elbette Nasrettin Hoca doğruları konuşmuyor. Fakat bu tarz dili kullanan epeyce çok kardeşimiz var. İnşallah bu kardeşlerimiz böylesi bir dili kullanmayı bırakıp haklı olanın yanında yer almaya cesaret gösterebilirler. Bizler bu uğurda dünyaya dair herhangi bir kayba uğrasak bile hakkı savunmayı göze alabilmeliyiz. Şu tarafgirliğimizden de bir an önce vaz geçmeliyiz. Bizler ancak ve ancak Kur’an’da geçen Allah’ın sözlerinin savunucuları olmalıyız.

Güçlüler yanında saf tutmamalıyız. Hele ki gücün hükmetme, kontrol etme, ezme, aşağı görme, hiyerarşi, inanç sistemlerinin manipüle edilmesi, sınıflandırma, kıyaslama, yok etme gibi yıkıcı kavramlar üzerinden anlam kazandığı şu günlerde bu durum bizlerin ve savuna geldiğimizi değerlerin sonunu getirecektir.

Zemin ve şartlara göre tavır belirlemek uyanıklık olarak izah edilmemeli. Zaman ve konjonktüre göre, senelerce savunduğu fikirlerden vazgeçip, yeni arayışlara girişmek artık normal bir şeymiş gibi benimsenmemeli. Bazı menfaatlar uğruna birçok ölçü, prensip ve düsturu ve ilkeyi bir kenara koymakta herhangi bir beis görülmemesi sadece bu dünyada ki aldanış nedeniyledir. Ölümden sonra tek güç Yüce Rabbimiz’dir. Bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Bu dünyaya dair sürekli hesap içinde kalmadan öteki dünyanın hesabını vermenin endişesini taşıyalım.

Umarım ki bu şekilde düşünmek ve buna göre bir hayat düsturu belirlemek kurtuluşumuza vesile olur.

Selam ve dua ile…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *