Öteki üreten bir kültür, öteki üreten bir uygarlık, insanilik/ahlakilik/vicdanilik iddiasında bulunamaz. Öteki üreten, öteki icat eden, imal eden bir zihniyet, öteki’ne hayat hakkı tanımamak üzere ayrımcı bir dil, ayrımcı bir dünya görüşü ve politika oluşturur.
Fiziksel olarak bir çağda yaşıyorken, zihinsel olarak bir başka çağda yaşıyoruz. birden fazla kültürün, birden fazla kimliğin, birbirleriyle çatışan değerlerin/değer sistemlerinin, birbirlerine karşıt ölçütlerin, birbirlerini tanımayan referansların, birden çok hayat tarzının yönlendirici etkileri altında bulunuyoruz. Kontrol edilmesi mümkün olmayan, sınırlandırılması mümkün olmayan dönüşümlere maruz kalıyoruz. Kozmopolit tarzlar, tavırlar, kişilikler, konumlar sergiliyoruz. Farklı ve çatışan kültürlerle doğrudan etkileşim içersinde bulunuyoruz.
Bütün toplumlara, İslam toplumlarına da, Avrupalı Amerikalı bir kültür empoze ediliyor, dayatılıyor. Bütün bunlar olurken, bizler, Müslümanlar olarak, İslami temellere, önceliklere dayalı bütünlüklü/tutarlı bir referans çerçevesine sahip olmuş olsaydık, bunlar, farklı kültürler-tarzlarla karşılaşmak bir sorun teşkil etmeyecekti. Bugün, sistematik bütünlüğe sahip olmayan, kuşatıcı olmayan, gerçek hayatta karşılığı olmayan İslami bir dil kullanıyoruz. Hepimiz, iki arada bir derede kalmışlık duygusu içersindeyiz. Yeni bir algılama biçimi oluşturamadığımız için, yavan tekdüzelikleri ısrarla sürdürüyoruz. Gerçek sorunlarla hesaplaşamadığımız için, sahte sorunlarla uğraşıyoruz.
Duygusal bir dil ve söylem, politik popülizme ve dini popülizme dayalı bir dil ve söylem, toplumları düşünmekten, üretmekten. Yenilenmekten, gerçeklere nüfuz etmekten ve basiretten alıkoyuyor, uzaklaştırıyor. Bir yanda ırkçı ve ideolojik bir evrensellik Müslüman hayatları, Müslüman düşünceleri/tasavvurları/kültürleri değersizleştirir ve ötekileştirirken, bir diğer yanda, içerden gelen bir başka tehdit, politik ve popülizm/hamaset/kolaycılık/menkıbecilik, İslami duyarlılıkları, düşünce ve kültürü bütünüyle değersizleştiriyor. Hem içeriden, hem de dışarıdan değersizleştirildiğimiz için, sayılarla sınırlı topluluklara dönüştürüldüğümüz için, hiçbir kavramsal çerçeveye sokulması mümkün olmayan çok çelişkili, anlamsız hayatlar yaşıyoruz. Bizleri, hayattan sayılmayan hayatlar yaşamaya mahkum eden ırkçı ve ideolojik şiddeti sorgulayabilecek ve reddedebilecek nitelikler üretmek zorundayız.
Öteki üreten bir kültür, öteki üreten bir uygarlık, insanilik/ahlakilik/vicdanilik iddiasında bulunamaz. Öteki üreten, öteki icat eden, imal eden bir zihniyet, öteki’ne hayat hakkı tanımamak üzere ayrımcı bir dil, ayrımcı bir dünya görüşü ve politika oluşturur. Günümüzde, ırkçılıklar ve ideolojik şiddet insanlığın zihin dünyasını karartmaya devam ediyor. Kolonyalist bir dil aracılığıyla
Batı geleneğinin üstünlüğüne dair akıldışı yüceltmeler ısrarla sürdürülüyor.
İçersinde yaşadığımız çağı-zamanı gereği gibi gözlemleyemediğimiz için, bu çağa/zamana özgü bilinçli algılar, kapsayıcı kavrayışlar oluşturamıyoruz. Bilinçli olduğumuz takdirde, varlığımızı ve sorumluluklarımızı hissederiz. Bilinçli algılar ve kapsayıcı kavrayışlar oluşturamadığımız için kendi varoluşsal-ilkesel tercihlerimizden ödün vermek zorunda kalıyor, düşünsel/kültürel/entelektüel özerkliklere sahip olamıyoruz.
Politik popülizmleri, dini popülizmleri bir çıkar/iktidar, hakimiyet aracı olarak kullanan toplumlar, Türkiye örneğinde de izlenebileceği üzere, toplumsal/kültürel/siyasal anlamda bir bilinç zenginliğine sahip olamıyor, entelektüel özgünlükler/özgürlükler/nitelikler yaşayamıyor. Modern sömürgeciliğin propoganda aracı haline dönüştürülen “uygarlaştırma misyonu” söylemi aracılığıyla sürdürülen ayrımcı bir güce, ayrımcı bir dil/kültür/uygarlık stratejisine maruz kalmaya devam ediyoruz.
Maddi yapıları/koşulları/dünyaları, ekonomileri iyileştirme mücadelesi veren ulus-devlet iktidarları, yukarıda sözünü ettiğimiz popülizmler yüzünden, zihinsel yapıları, düşünsel/kültürel/entelektüel/felsefi yapıları, koşulları, dünyaları iyileştirebilmek için hiçbir şey yapmıyor, yapamıyor. Romantizme, nostaljiye, hamasete, popülizme kapanan İslam dünyası toplumları/kültürleri, bütün boyutları, bütün bağlamları şiddet içeren modern-seküler dil’le, söylemle, yapılarla tartışmayı/yüzleşmeyi düşünmüyor. İslam dünyası toplumlarında İslam ve Kur’an yaşayan tayin edici ve belirleyici bir gerçeklik olmaktan çıkarılarak, bir inceleme ve araştırma konusu haline getirildiği için, bir inanç/düşünce/referans sistemi halinde, içerisinde yaşadığımız dünyaya/döneme/tarihe hitap etmiyor.
Eleştirel bir dikkate, duyarlılığa sahip olmadığımız için, bizler, Müslümanlar olarak bu durumu görmüyoruz, İslam’a ve Kur’ana ne kadar yabancılaştığımızı fark etmiyoruz. Bütün bunlar bir yana, bir İslam toplumunda yaşıyor gibi yaşamaya devam edebiliyoruz. Politik ve dini popülizm yönünde ilerleyen bir toplum için, her tür popülizmi onaylayan ve alkışlayan bir toplum için iyi bir gelecekten kesinlikle söz edilemez. Niteliksel anlamda bir tercih yapma ihtiyacı duymayan, ahlaki ve entelektüel anlamda muhalefet ve direniş ihtiyacı duymayan bir toplumun hiçbir umuda istihkakı olamaz.
İktibas, Ekim 2015, sayı 442
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *