Bizler, bizden olmayanların gündemleriyle bir ömür geçiremeyiz. Onların bizlere ev ödevleri veriyor olma görüntüsü çok üzücü bir durumdur. Bu bizlerde onları onlar adına sahiplenme söylemine dönüşmemelidir.
Kur’an Allah’ın uyarısını görmezden gelen insanlara, kendilerini doğru yolda sanıp yaşayacakları ve sonunda öteki dünyada hüsrana uğratılacakları bir cezayı haber veriyor.
Ve diyor ki;
“Rahman’ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere (kalıcı) bir şeytani dürtü yerleştiririz.”(Zuhruf 36)
“Bu (şeytani dürtüler) böylelerini (hakikat) yolundan alıkoyar ve bunlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar!” (Zuhruf 37)
Yukarıda Muhammed Esed çevirisinde geçen Zuhruf Suresi 36. Ayetindeki “Rahman’ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince…” kısmı diğer birçok çeviride “…Ve kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse…” diye geçmektedir. Bizce Muhammed Esed’in çevirisi aslında aynı anlamı ihtiva etse de daha doğru ve anlaşılır bir çeviridir.
Kur’an’da 250’den fazla yerde geçen zikir ifadesi çok geniş bir anlama sahiptir. O yüzden bu kavramın anlamının daraltılması çok da masum bir anlayış değildir. Zikir tek bir anlamı değil Müslümanların Allah adına yapmış oldukları her türlü amelin genel adını ifade eder. Zaten bütün ibadetlerimizin özü Allah’ı hatırlamak, akılda tutmak şekli ile ona itaat etmektir. O yüzden zikri sadece Allah’ın adını dil ile anmakla sınırlandıramayız. Eğer böyle yapar isek; Kur’an’ın hayatlarımızı yönlendiren bir etkisi kalmaz. Zaten zikir kelimesinin sözlük anlamı da düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı anlamlarına geliyor. Yani sürekli tekrar ede geldiğimiz sözcüklerin tekrarı aslında hatırımızda tutmak bunları unutmamak ve hayatımızda yaşanır kılmak için yapılıyor. Yukarıdaki ayette geçen zikir zaten söylediğimiz gibi Muhammed Esed’in mealinde doğru bir biçimde verilmiş. Yani burada geçen zikir Kur’an’ın kendisi ya da Allah’ın Kur’an’da geçen sözleri, emirleri olarak kullanılmış. Fakat günümüzde birçok çevre bu ayette geçen zikir kavramını kendi anlayışlarında yaptıkları birtakım şekilsel törenlerine delil olarak göstermektedirler. Burada yaptıkları şey Kur’an’dan birtakım kelimeleri toplu hâlde müzikal bir tarzla tekrar etmekten ibarettir. Bazen bu törensel toplantılarda mürit diye isimlendirilen kişiler kendilerinden geçmekte (cezbeye gelmekte) ve bilmeyenler için çok ürkütücü görüntülerde oluşmaktadır. Tabi ki yapıla gelen tüm bu törensel şeyler yukarıdaki ayette bahsedilen zikir kavramı bağlamında bir ibadet tarzı olarak algılanılıp yapılmaktadır. Fakat Kur’an Zuhruf Suresi 36. Ayetinde asla böylesi bir ibadetten bahsetmemektedir. Öyle ki İslam; tüm mücadele alanlarının terk edilerek sadece belli ritüeller şekline indirgenen bir anlayışı asla onaylamaz. Öyle ise bizlerin Zuhruf Suresinde geçen bu ayetleri doğru bir biçimde anlamamız gerekmektedir. Yoksa bizlerde bir şekilde Rahman’ın uyarısından yüz çevirenlerin karşılaşacakları sonla yüz yüze gelebiliriz. Sanırım bu ayetleri okuyan bizlerin kendimize sorması gerekli ilk şey “acaba ben Kur’an’ı kendi dilimde okurken hangi ayette geçen Allah’ın emirlerini görmezden gelmiş olabilirim?” Evet, bu soru önemli. Çünkü birçoğumuz Kur’an okurken orada geçen emirleri yaşama kaydı ile okumuyoruz. “Aslında yeri ve zamanı değil” mazereti ile ya erteliyor ya da görmezden geliyoruz. Bu öngörünün doğru olma olasılığı oldukça fazladır çünkü ayette anlatılan öteki kişilik birçoğumuza bulaşmış gibi gözüküyor. Yani kendimiz olarak bir yerlerde değiliz. Hep iki kişilikli bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Elbette ki Allah’ın uyarılarını görmezden gelir isek içimizde öteki kişiliğimiz oluşacak ve bizleri hakikat yolumuzdan alıkoyacaktır. Çünkü bunu söyleyen her şeyi bilen, gören Yüce Rabbimizdir.
Bu uyarılar inşallah bizlerde bilinç oluşturacaktır ama bizler şunu anlamalıyız ki belki de bir şekli ile karşılaştığımız uyarılara ve uyarıcılarımıza olumlu karşılık verememe sebebimiz içimizde oluşan bu ikinci kişilikten kaynaklanıyor olabilir. Buda şunu gösteriyor ki bizler yaşadığımız süreç içerisinde okuyup durduğumuz Kur’an ayetlerindeki Allah’ın sözlerini görmezden gelmişiz ki bu süreçte böylesi bir çift kişiliği taşıyabilmişiz. Aynı zamanda bu bizlerin zayıflığının ve dirençsizliğinin de bir göstergesidir.
Mesela bizler Kur’an’da geçen ve sıkça işittiğimiz şu ayetlere bakarak da ne demek istediğimizi anlayabiliriz. Bu ayetlere verdiğimiz samimi cevaplar kendimizi doğru bir şekilde tanımamızı da sağlayacaktır.
“Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer Allah(ın davasın)a yardım ederseniz, o da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır;” (Muhammed 7)
Peki, bizler Allah’ın dinine gereği gibi yardım ediyor muyuz?
“İnançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü kimselerden olma!”( Rum 31-32)
Bu emre gerçekten uyuyor muyuz? Parçalara bölünmeden kendimizde olanı tek doğru olarak görmeden bir hayat sürdürebiliyor muyuz?
“İnsan, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” (Kıyamet 36)
Bu bilinçle önümüze gelecek olan sınava hzırlanıyor muyuz? Başıboş bir hayattan sıyrılmış mıyız?
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Onun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.”(Maide 55)
Gerçekten Mümin kardeşlerimizi dostlar edinebildik mi?
“Siz ey imana ermiş olanlar! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin. Çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!(Münafikun 9)
Malımız mülkümüz, çocuklarımızı düşünmekle harcadığımız zaman gerçekten bizlere İslami sorumluluklarımızı yerine getirme noktasında arta kalan bir zaman bırakıyor mu?
“Şu kendilerine kitaptan bir pay verdiklerimizi görmüyor musun? Bunlar puta ve tağuta inanırlar ve kâfirler hakkında `Bunların yolu müminlerin yolundan daha doğrudur.’ derler.”(Bakara51)
Gerçekten kimin yolunu daha doğru görüyoruz? Tağutu ret etmekle emrolunduğumuz her daim aklımızdamı? Yegâne doğru olan tek şey Allah’ın bizlere Kur’an’da bildirdiği peygamberlerin bizlere ilettiği dosdoğru yoldur. Allah katında da tek geçerli din İslam’dır. Tüm bunları bilinç boyutu ile algılayabiliyor muyuz? Tağutu olumlayan beyanatlarda bulunan kimseleri görünce bunların yolu Müminlerin yolundan daha iyidir tarzı bir tutum sergilediğimiz oluyor mu?
Yukarıda verdiğimiz sadece birkaç ayette de görüyoruz ki aslında çok da karmaşık bir durum söz konusu değil. Şunu görmekteyiz ki bizler hep “yapıyormuş” gibi yaşıyoruz. Bu bizlerin ilişkilerinde yansıyor. Yüzümüzde maske ile dolaşıyoruz. Kur’an buna ikinci kişilik diyor. Sonra da yapageldiğimiz her şeyi doğru zannediyoruz ve böylelikle bizler her zaman, Rabbimizin dediği gibi ikinci yani öteki kişiliğimizle konuşmaya başlıyoruz. Bu bizim tercihimiz, işte yaptığımız bu tercihten dolayı Rabbimiz buna izin vermiş ve artık adımlarımız yerinde sayıyor, hakikat yolunda ilerleyen kardeşlerimize de ulaşamıyoruz. Sonra ne oluyor? Böylece bizler tüm kesimlerden daha doğru bir yolda olduğumuzu zannediyoruz.
Şunu asla unutmayalım ki sahte mesajlar, sahte kimlikler peşine takılacak doğrular değildir. O yüzden bizler bizden olmayanların gündemleriyle bir ömür geçiremeyiz. Onların bizlere ev ödevleri veriyor olma görüntüsü çok üzücü bir durumdur. Bu bizlerde onları onlar adına sahiplenme söylemine dönüşmemelidir. Eğer bizler içimizde oluşturduğumuz ikinci kişiliğimize bir an önce dur diyemez isek tekrar ede durduğumuz Kur’an ayetlerinin bizler için bir anlamı kalmayacak. Bizlerde oluşturageldikleri etkileri yok olacaktır. Bu şekilde yaşamaya devam eder isek sonunda doğru yolda olduğumuzu zannediyor iken günaha batmış bir şekilde Rabbimiz ile karşı karşıya kalacağız. İşte bu şekilde günaha batmış bir hayata tutunuyor isek bu durum bizler için hiç de iyi sonuçlar doğurmayacak. Tabi ki bizleri ayartan bu kişiliğimizden ve bu kişilikte dostlar edindiğimiz tüm her şeyden uzak olmayı çok arzu edeceğiz. Fakat umut edelim ki bu hesap gününde meydana gelmesin.
“Ama sonunda (bu şekilde günaha batmış olan) kişi, (Hesap Günü) önümüze geldiği zaman, (öteki kişiliğine,) “Keşke benimle senin aranda doğu ile Batı arası kadar bir mesafe olsaydı!” diyecektir; şu öteki kişilik ne kadar da kötüymüş!” (Zuhruf 38)
“…ve işte biz böylelikle göz açıp kapama anı kadar kısa bir sürede bu dünyadan ahirete geçiyoruz. Hayat şeriti şaşırtıcı bir şekilde sarılıyor ve körler (Rahman’ı anmaktan kaçınan, gözleri kamaşan kâfirler) beklemedikleri bir sırada ansızın yolun sonuna geliyorlar. Tam bu sırada tıpkı bir sarhoşun ayılması gibi ayılıyorlar. Kamaşıp bir şey göremez duruma geldikten sonra şimdi gözlerini açıyorlar. Bu sırada aralarında biri sapıklığı kendisine süslü, çekici gösteren, doğru yolda olduğunu telkin eden kötü arkadaşına bakıyor, kendisini yok oluş yoluna doğru sürükleyen ama sonuçta kurtulacağını kulağına fısıldayan kötü arkadaşına bakıyor ve öfkeyle şunları söylüyor: “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı.”Keşke hiç karşılaşmasaydık. Aramızda bu kadar çok uzaklık olsaydı da buluşmasaydık!” (Fizilal, Seyyid Kutub)
Şimdi bizler bırakalım kâfirlerin bu duruma düşmüş olmalarını bizler Rahman’ın uyarıları karşısında ne tür tercihlerde bulunuyoruz ve birbirlerimize uyarılar özelinde ne tür tepkiler gösteriyoruz. Bizlere hiçbir çıkar ilişkisi taşımadan ulaşan uyarı mesajlarına nasıl karşılık veriyoruz. Hiçbir ücret istemeden, Allah’ın mesajlarını ileten, birarada olma arzusunu dile getiren, haksızlıklara karşı birarada mücadele etme isteğinde bulunan kardeşlerimizi nasıl bir tepki ile karşılıyoruz. Peki, Kur’an’dan alıntılanarak iletilen bu mesajların Allah’ın mesajları olduğu bilincinde miyiz?
Bu açıdan bakarsak tıpkı hakikate şartlanmış kimseler gibi uyarıları reddettiğimizde, dikkate almadığımızda, görmezden geldiğimizde ya da umursamadığımızda Allah’ın bizlere kızdığını ve bizleri uyardığını görmemiz gerekiyor. Rabbimiz diyor ki “Keşke benimle aranda doğu ile batı arası kadar bir mesafe olsaydı diyeceksiniz.” Üşengeç davrandığımız, zamanımızı ayıramadığımız ve bunlar neticesinde yaptığınız kötü tercihten dolayı… Ya da şöyle düşünelim; mazeretlerimizi, tercihlerimizi sıralayalım, zamanımızın olmadığını, çalışmaktan başka bir şeyle ilgilenemediğimizi, maddi imkânsızlıklarımızın el vermediğini, okuyunca sıkıldığımızı, diğer kardeşlerimizin samimiyetine güvenmediğimizi, korkuya kapıldığımızı, günümüzde bu şartlarda İslam’ı yaşamanın çok zor olduğunu, toplumumuzdan ve ailemizden dışlanacağımızı, ticari ilişkilerimizin sekteye uğrayacağını, çalıştığımız işyerlerindeki statümüzün tehlikeye gireceğini, işimizi kaybetme riski oluşacağını, eskiden bizim de böyle olduğumuzu, bunların pratiğinin olmadığını düşünebiliriz, ancak Kur’an’a çok dikkatli baktığımızda sıraladığımız bu mazeretlerin çok geçersiz olduğunu, Allah’ın aynı bu ayette olduğu gibi sıraladığımız mazeretlere de çok kızdığını ve bu durumda bizleri inancı olmayan birileriyle eşdeğer gördüğünü ve bizleri uyardığını görüyoruz.
Tabi ki Kur’an’ı okumayı ertelemiş ya da uzun zamandır okumayı ihmal edip unutmuş kardeşlerimiz yaşadıkları şeylere iman etmeye ve onları doğru görmeye başlayacaklardır. O hâlde öteki dünyamızda “keşke” diyerek Rabbimizin huzuruna çıkmamak için kurtuluşumuzun ölümden öncesiyle ilgili olduğunu anlamalıyız. Yapılan uyarıları umursayıp üşengeç tavırlarla geçiştirmeden şeytani dürtülerimizle mücadele etmeyi göze almalıyız. Bedenimizde ikinci bir kişiliğin oluşmasına sebebiyet verecek umursamaz davranışlardan kaçınmalıyız.
İnşallah bizler de bundan dolayı Kur’an’dan alıntılanarak bizlere iletilen mesajların Allah’ın mesajları olduğunun bilincine varır, onları görmezden geldiğimizde Allah’ı da görmezden geldiğimizin bilincini kuşanırız. Bu tarz bir düşünce bizleri daima diri tutacaktır.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *