Müslümanların Ümmet’e karşı sorumsuz, mezhep/cemaat/hizip yapılarına karşı sorumlu bir yaklaşımı temsil ettikleri, dar görüşlü, ufuksuz, bağnaz varoluşları temsil ettikleri, utanç verici bir dönemden geçiyoruz.
Her toplum, her kültür, kendi kendinin bilincinde olduğunda bağımsız bir kimlik sahibi olabilir. Her toplumsal ve kültürel varoluş, toplumsal niteliklerin çoğaltılması, zenginleştirilmesi ve belirleyici hale gelmesiyle birlikte anlam kazanır. Hangi tür popülizm olursa olsun, politik ya da dini her popülizm, toplumsal niteliklerin ve değerlerin yozlaştırılmasına neden olur. Popülizmler yoluyla değil, niteliklerin yoğunlaşmasıyla değişim başlatılabilir. Yeni bir medeniyet tasavvurundan söz edebilmek için, her şeyden önce zihinsel bir özgürleşme mücadelesine cesaret edilebilmelidir.
İslam dünyası toplumların emperyal değerler ve sistemle bütünleşmek ve uyum sağlamak zorunda bırakıldığı, bu değerlerin ve sistemin belirleyici ve kaçınılmaz değerler olarak dayatılabildiği toplumlarda, düşünce ve kültür hayatımızın, bu dayatmaları reddedebilecek bir noktada bulunması gerekir. İslam dünyası toplumlarında İslami düşünce hayatı duygusal içerikler ve duygusal bağlılıklar sebebiyle şimdiyle temas kuramıyor, bu duygusallıklar sebebiyle yanlış temsiller, savunmacı temsiller sergiliyor.
Günümüzde, Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz, hepimizi kuşatan büyük trajedinin kesinlikle farkında değiliz. Müslümanların Ümmet’e karşı sorumsuz, mezhep/cemaat/hizip yapılarına karşı sorumlu bir yaklaşımı temsil ettikleri, dar görüşlü, ufuksuz, bağnaz varoluşları temsil ettikleri, utanç verici bir dönemden geçiyoruz. İslam’ın ve Ümmet’in evrensel amaçlarını somutlaştıran bir dil kullanmak yerine, her mezhep, her cemaat kendi çıkar ve ihtirasları doğrultusunda özel bir dil, özel bir gündem oluşturuyor. Hangi mezhep, hangi cemaat adına gerçekleştiriliyor olursa olsun, her fanatizm, sorumsuz bir varoluşun yansımasıdır. Her fanatizm, ne tür bir fanatizm olursa olsun, mezhep ve cemaat fanatizmi saldırganlık yoluyla kendisini ifade eder, kavgacılığı seçer. Bu nedenle her fanatizm patolojik bir olay olarak değerlendirilmelidir.
Duygusal içerik ve bağlılıkların belirleyici olduğu toplumlarda ve kültürlerde eleştirel düşünce saygı ve ilgi görmüyor. Bu nedenle, modern/seküler zamanlarla, modern/seküler değer sistemleriyle hesaplaşmak yerine, nostalji biçiminde somutlaşan, gerçeğe dönüşmeyen, özlemler, tepkiler biriktiriyoruz. Modern zamanlarda maruz bırakıldığımız bilinç tahribatı sebebiyle, İslam’ı
bugün ancak bir nostalji biçiminde temsil edebiliyoruz. Nostaljik umutlar içerisinde sürükleniyor olmak, her şeye geç kalmamıza, şimdiki zamanlara yabancılaşmamıza yol açıyor. Bugün, geçmişi olduğu kadar, geçmişle birlikte bugünü de temsil eden, bir dil’e ihtiyacımızın olduğu açıktır.
Fiziksel keşifler yoluyla ekonomik üstünlüğün yollarını açan Batı dünyası, bu süreçle birlikte kendi kimliğini dokunulmaz kılarak Avrupa-merkezci bir dil oluşturdu. Kendisini merkez olarak konumlandıran, tanımlayan bu dil, merkezin dışında saydığı bütün toplumları ve kültürleri şeyleştirdi. Her ideolojik savaş, gerçekleri çarptırarak, bozarak, baskı altına alarak sürdürülür, olumsuz önyargılarla sürdürülür. Bizler, Müslümanlar olarak ayrıntılar ve hamaset içerisinde kaybolduğumuz için, gerçeklikle yüz yüze gelememek gibi yapısal bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Tarihsel anlamda tartışma alanında bulunmaktan ısrarla kaçınıyoruz. İslami anlamda, ilkesel tercihler, tarzlar, tavırlar ve duruşlarla ilgili sorumluluklar üstlenemediğimiz için, pragmatizmi tek ilke haline dönüştürüyoruz. İslami imanın, akılla bütünleştiği, imtizaç ettiği dönemler, İslami üretkenliğin, hareketliliğin, etkililiğin, belirleyiciliğin ve egemenliğin dönemleriydi. Toplumlarımızı ve kültürümüzü gelenekler akla yabancılaştırırken, modern-seküler dünya da, insana ve ahlaka yabancılaştırdı. Akla, imana ve ahlaka yabancılaşan toplumların sömürgeleştirmeleri, şeyleştirmeleri, ötekileştirmeleri, yıkıcı sonuçlarını halen yaşamakta bulunduğumuz gayri resmi emperyalizmlerin kaçınılmaz bir sonucudur.
Sömürgeleştirilen, şeyleştirilen, ötekileştirilen ve insan yerine konulmayan İslam dünyası toplumlarının bir kendilik bilinci oluşturmaları gerekirken, mağduriyetlerini ırkçı ve ideolojik “insan hakları” söylemi aracılığıyla dile getiriyor olmaları büyük bir aymazlıktır. İslam dünyası ülkelerinin, istenildiğinde el konulabilecek nesneler haline getirilmiş olmaları hem içe doğru, hem de dışa doğru tarihsel hesaplaşmalar yapmamız gerektiğini bizlere ihtar ediyor. Hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, ötekileştirilmek, şeyleştirilmek her alanda tahakküme/müdahaleye açık hale getirilmek demektir. Uygarlaştırma misyonu söylemi ideolojik bir üretim biçiminde İslam toplumlarına yönelik kültürel değersizleştirme girişimlerini sürdürüyor.
Biz Müslümanlar, tarihi nostaljik özlemlerin, duyguların nesnesi haline getirdiğimiz için, düşlerin dünyasından, gerçeklerin dünyasına bir türlü geçemiyoruz. Yerel romantizmlere, yerel duygulara kapanan kültürler, küresel tarihle, küresel dünya ile, küresel gelişmelerle yüzleşmeyi başaramıyor. Bu tür bir yüzleşmeyi gerçekleştirebilmek için, aklın, bilginin ve bilgeliğin bütün imkanlarını kullanabilecek kadrolara sahip olmak gerekiyor.
İktibas, Ağustos 2015, sayı 440
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *