Sermaye uygarlığı ve paranın rehberliği Müslümanları de istediği doğrultuda şekillendiriyor. Büyük paralarla buluşan/bütünleşen Müslümanlarla buluşmamız/konuşmamız imkansız hale geliyor.
İslam dünyası toplumlarında, İslami çevreler, oluşumlar, yapılar, dünya ölçeğinde, insanlık ölçeğinde, evrensel ölçekte düşünmeleri, evrensel ve yüksek referanslar kullanmaları gerekirken, çok yerel, çok ilkel {etnik-mezhepçi} referanslar kullanıyor, yüksek bağlılıkları temsil etmeleri gerekirken, ilkel bağlılıklar, ilkel karşıtlıklar etrafında derin önyargılar/bağnazlıklar oluşturuyor.
Kullandığımız ilkel referanslar ve temsil ettiğimiz ilkel bağlılıklar sebebiyle, hiçbir toplumda, toplumların tamamına hitap edemiyor, toplumun tamamıyla konuşamıyor, ilişki-etkileşim sağlayamıyoruz. Temsil ettiğimiz ilkel hassasiyetler sebebiyle kamusal bir akıl/duyarlık inşa edemiyor, kamusal belirleyiciliğe sahip olamıyor, hayatın hiçbir alanında İslami anlamda inisiyatif kullanamıyoruz.
İlkel bağlılıklar ve karşıtlıklar temelinde oluşan farklılıklar sebebiyle, her tür iletişim ve dayanışma imkansız hale gelebiliyor. Bu nedenle mezhepler üstü İslami dayanışmayı, bütünlüğü gündeme getiremediğimiz gibi, ulus-devlet’in yerini alabilecek daha kapsamlı siyasal ya da kültürel bir bütün üzerinde de konuşamıyoruz. Bağnazlık/fanatizm söylemi çok kolay heyecanlar, yanıltıcı ötekilikler üretebiliyor. Bağnazlık ve fanatizm söylemi onarılması mümkün olmayan bayağılaşmalar ve yabancılaşmalar oluşturuyor. Her ulus-devlet, devleti putlaştırdığı için, devlet
etnik çoğunluk adına yönetiliyor.
İslam dünyası toplumlarında etnik ve mezhepçi sınırları aşan evrenselci zihinlerin ve fikirlerin ortaya çıkmaması, sözünü ettiğimiz ilkel referanslar ve ilkel bağlılıklar sebebiyledir. Bu ilkel bağlılıklar bugün, fikirlere kapalı, fanatizmlere açık zihinler yetiştiriyor. Bu nedenledir ki, bugün kültürel yoğunluklara, niteliklere ve kültürel onura sahip değiliz.
Yüzeylerin altına inerek, maruz bırakıldığımız yabancılaşmaların kaynağını bulmak yerine, her dönemde, her alanda muhafazakar restorasyon yaklaşımlarına/ yöntemlerine/ yapılarına başvuruyoruz. Toplumlarımızın ufku ne yazık ki, muhafazakar restorasyonla sınırlıdır. Muhafazakar kültürlerin statükolara meydan okuduğu, yenilenmeyi teşvik ettiği, görülmemiş ve duyulmamıştır. Yapabildiğimiz tek şey, modern dünya sisteminin ideolojik kabulleri doğrultusunda konum belirlemek olmuştur, olmaktadır. Bugün de, Müslümanlar olarak kendi doğrularımız üzerinde değil, güçlülerin doğruları üzerinde yoğunlaşıyoruz.
Dönüştürücü işgal ve istilalar karşısında politik bir irade oluşturamadığımız gibi, dönüştürücü neoliberal kültürel tahakküm karşısında da, kültürel bir direniş ortaya koyamıyoruz. Modern toplumlarda yaşandığı üzere İslam toplumlarında da Darwinci ihtiraslar-mücadeleler kendisine yer bulabiliyor. İslami bütünü gereği gibi temsil etmek gibi temsil etmek gibi bir kaygımız, çabamız ve bilincimiz olmadığı için, yapay-kopya kişiliklerle, yapay-kopya ilişkilerle, yapay-kopya tarzlarla, yapay-kopya düşünceler ve hayatlarla, yapay-kopya varoluşlarımızı sürdürüyoruz.
Sermaye uygarlığı ve paranın rehberliği Müslümanları de istediği doğrultuda şekillendiriyor. Büyük paralarla buluşan/bütünleşen Müslümanlarla buluşmamız/konuşmamız imkansız hale geliyor. Akıldan bağımsız duygular/sezgilerle dini hayatımızı sürdürürken, paranın rehberliğine/önderliğine ihtiyaç duyduğumuzda her tür aklı sınırsız bir biçimde kullanmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. İlkel bağlılıklar/bağımlılıklar ve referanslar, her zaman ilkel kölelikler şeklinde somutlaşır. İlkel referanslar gerçeklikten yoksun olduğu için, aldatmaca dünyalar oluşturur. İlkel referanslar günümüzde yaşandığı üzere histeri boyutuna varan tezahürler gösterirler.
İslam’ın uluslarüstü niteliğini dikkate almayarak, O’nu ulusal sınırlar içerisine çekmek, mezhep/cemaat/tarikat sınırları içersine çekmek, İslamı resmi yorumlarla, mezhepçi yorumlarla, mistik yorumlarla, cemaatçi yorumlarla sınırlandırmak, İslam’ı araçlaştırmak anlamı taşır. İslami bütünlüğün, maruz kalınan bu araçlaştırma uygulamaları sebebiyle yaşadığı yerel sorunlar derinleşerek büyüyor. Sözünü ettiğimiz bu araçlaştırma ve yerelleşme sebebiyle, İslami dil ve kültür bugün bütünüyle etkisiz hale gelmiştir. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunları görmezden gelen felç edici bir gelenek sebebiyle üretken sorgulamalar yapamıyoruz. Bizim, içi boş umutlarımızın felç edici umutlar olduğunu görmüyor, anlamıyoruz. Toplumlarımız bir yanda küresel ağlar aracılığıyla kültürel anlamda kontrol edilirken, bir diğer yanda yerel/ etnik/ mezhepçi gerilimler zihin dünyalarımızı altüst ediyor. Küresel/neoliberal/seküler kültür bir çığ gibi toplumlarımızın üzerini örterken, yerel/geleneksel bağnazlıklarımız sebebiyle gözümüz hiçbir şeyi görmüyor.
Sermayenin mutlaklaştırılan ve hesap sorulamayan küresel egemenliği, kültürleri de, sermayenin çıkarlarına hizmet edecek şekilde biçimlendiriyor. Kültürel sömürgecilik küreselleşme aracılığıyla rahatlıkla sürdürülebiliyor. Neoliberal küreselleşme çağında, İslami hayat tarzında, siyaset tarzında, kültür tarzında niteliksel bir dönüşüm ihtimalinden söz etmek her geçen gün daha da zor hale geliyor. Politika sınırsız popülizm ve sınırsız heyecanlardan ibaret bir çerçevenin sınırlarını aşamıyor. Her kesimden pragmatistler, hangi dönemlerde, hangi kartlara oynayacaklarını çok iyi biliyor. Radikal-eleştirel bir yol seçmek, riskli bir yol seçmek demek olduğu için, pragmatist tercihler tek çıkar yol haline geliyor. Muhafazakar restorasyoncu bir yöntemle/dille, pragmatizm arasında gerektiğinde bir yakınlık kurulabiliyor. Bütün bu nedenlerledir ki, ahlaki duruş/tavır/tarz/tercih önemini yitiriyor. Pragmatist tercihler normalleşince/meşrulaşınca, hangi alanda olursa olsun, direniş, bilincimizden/gündemimizden çıkıyor. Bunun içindir ki, bugün, bütünlüklü/özgün bir bilinçten, fikirlerden, bilgeliklerden söz edemiyoruz.
İktibas, Mayıs 2015, sayı 437
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *