Kimliğimize, hayat tarzımıza meydan okuyan bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya, farklı bir anlam, değer, yöntem alanı bırakmayan, bütün farklılıkları yok eden bir bütünlük oluşturmaya çalışan neoliberal-seküler bir şiddet biçimidir.
Bizler, kendi tercihlerini/seçimlerini bilinçli olarak yapamayan, başkaları tarafından dayatılan çerçeveleri kabul eden, uygulayan pasif varoluşları temsil ediyoruz. Varoluşumuzun, kendimizden, kendi inanç/düşünce/değerlerimizin kaynağından çıkan nitelikleri olmalı. Bugünün dünyası daha çok, medyatik olarak kurgulanıyor, zihinlerimiz daha çok iletişim araçları yoluyla şekillendiriliyor. Araçların, silahların gücüyle, kötülükleri/zulümleri/kirlilikleri çoğaltan bir dünyada yaşıyoruz. Zulümler ve ırkçılıklar da bu yollarla küreselleşiyor. Filistin’de, Irak’da, Afganistan’da, Mısır ve Suriye’de Müslümanların maruz kaldığı soykırım karşısında yaşanan sessizlik, küresel/liberal/demokratik bir diktatörlükle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Biz Müslümanlara, “başka bir seçeneğiniz yok, İslam bir seçenek değil, bize boyun eğeceksiniz” deniliyor. Zihinsel/ruhsal/düşünsel/bedensel bütünlüğü kaybettiğimiz için, küresel rüzgarların önünde bir çöp gibi sürükleniyoruz.
Modaların, koşulların, konjonktürün, propagandanın, fanatizmin, pazarların, otoriter/karizmatik liderlerin mübarek zatların ideolojik dil ve söylemin şeyleştirdiği, araçsallaştırdığı nesneleştirdiği günümüz insanı, Müslümanları da, bir o yana bir bu yana savrulmaya devam ediyor. Müslümanlar her tür şeyleşmeye direnebilmiş olsalardı, insani niteliklerini koruyabilmiş olsalardı, hiçbir rüzgarın önünde sürüklenmeyeceklerdi. İnsan şeyleştiğinde her türlü bağımlılık onun için kaçınılmaz hale gelir. Her türlü bağımlılık, insanı, dışarıdan yönetilmeye hazır hale getirir. Taklit varoluşlar, insanın kendi niteliklerini, yeteneklerini, zihinsel/ruhsal güçlerini yok eder. Taklit, bütün yeteneklerin/niteliklerin değersizleştirilmesi anlamına gelir. İslam dünyası toplumları tarihin özellikle son ikiyüz yılını, hepsi hüsranla sonuçlanan, mübarek zatların, üstadların kehanetleriyle, çabasız/bilinçsiz boş umutlarla geçirdiler. Bugün her yerde gerilim var, her yerde aşırılık var, her yerde güvencesizlik var. Çıkışı olmayan bir labirentin içerisinde, sadece dua ederek bir çıkış yolu arıyoruz. Uyuşturucu umutları, gerçek umutlara dönüştüremiyoruz. Gerçek umutları, tevhit ve ümmet bilincini toplumsallaştırarak, siyasallaştırarak, eksiksiz bir dayanışma biçiminde somutlaştırdığımızda konuşabiliriz.
Günümüz dünyasında gerçekliğin üretiminde insanın rolü etkisiz hale gelmiş, insanlar yönetim araçları tarafından yönetilir hale gelmiştir. İnsan icadı olan teknik ve teknoloji, günümüzde teknik ve teknoloji tarafından araçsallaştırılabilen insanlar icat ediyor. Gerçek hayatlar, bilgininin, bilgeliğin, kültürün, düşüncenin, irfanın oluşturduğu hayatlardır. Günümüzde, medya gerçek olmayan kimlikler oluşturuyor. Tek yönlü iletişim de tek boyutlu kişilikler oluşturuyor. Her yerde, İslami çevrelerde de bile çok yönlü karakterlerle karşılaşabiliyoruz.
Özgünlükten ve içtenlikten uzaklaşan ve çıkar peşinde koşan herkes İslam’a yabancılaşıyor. Kendilerinden başka hiç kimseye inanmayan, hiç kimseye saygı duymayan, narsistik cemaat/hizmet toplulukları var. Narsistik kibir, kişiye zaman ve mekana egemen olduğu duygusu kazandırır. Narsistik cemaatin ilkesizliğe, kuralsızlığa, ölçüsüzlüğe, yüzsüzlüğe varan “hoşgörü”sü kendilerine prestij edenler içindir. Narsistik cemaatin, kendilerine muhalefet edenler için uygun gördüğü akıbet onların ateşe atılarak yakılmaları yönündedir.
Müslümanlar olarak gerçek umudu mümkün kılabilecek imkanlar üzerinde çalışmamız gerekiyor. Kimliğimize, hayat tarzımıza meydan okuyan bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya, farklı bir anlam, değer, yöntem alanı bırakmayan, bütün farklılıkları yok eden bir bütünlük oluşturmaya çalışan neoliberal-seküler bir şiddet biçimidir.
Sözünü ettiğimiz şiddet biçimi, küreselleşme başlığı altında, teknolojik/ekonomik/kültürel bir hakimiyet ve sömürü düzeni oluşturmuştur. Küresel düzen, bir anlam ve değer içermiyor, önermiyor, nihilist bir dünyayı dayatıyor. Postmodern hiççiliğin dünyasında ahlaki varoluşların/seslerin/hikayelerin yerini, araçsal varoluşlar alıyor. Bu durumda bizler, Müslümanlar olarak büyük değişimleri harekete geçirebilecek, toplumsal, kültürel, entelektüel hareketler başlatabiliriz. Büyük ölçekli tehditler/sorunlar karşısında; küçük ölçekli yaklaşım/yapılanma/perspektiflerin yetersiz olduğunu görebilmeliyiz. İslami kimliğin, emperyal kuşatma altında bulunduğu bir dünyada herhangi bir hizbe/etnisiteye/mezhebe/cemaate kapanmak, akıl ve bilinç tutulmasından farksızdır. Bu durumda olanlar, statükonun sınırlarını aşamazlar. Bir hizbe kapananlar, İslam’ın tarihsel/siyasal/kültürel varoluş öyküsünü anlatma yeteneğine sahip olamazlar. Etnik/mezhepçi/cemaatçi mitlere tutunmak, keyfiliklere, aşırılıklara teslim olmaktadır. İslam, açıkça ve kesinlikle reddettiği halde, Müslümanların/cemaatlerin bugün seküler ideolojilerin içerisine düştüğü çıkarlar ve bencillikler batağına düşmüş olmaları çok talihsiz bir gelişmedir.
İslam dünyası toplumları, kolektif bir bilince, yeni bir fikre, yeni bir topluma, yeni bir siyasal bilince/program ve yönteme ihtiyaç duymuyor, statüko ve gelenek kurbanı olarak yaşamaya devam ediyor. Toplumlarımız geleneksel kültürün etkisiyle klişelerle düşünüyor. Klişelerle düşünmek derin ve kapsamlı düşünceye engel teşkil eder. “İnşallah iyi olacak” bir temenniden öte bir klişe haline gelmiştir. İyi şeyler yaptıklarından, iyi şeyleri gereği gibi, hakkını vererek yaptıklarından emin olanlar iyi şeyler bekleyebilirler. Ortak, birlikte varoluş bilincine, ufkuna, bütünlüğüne sahip olmayanlar, birlikte hareket etme yeteneğine sahip olmayanlar, iyi şeyler ümit edemezler. Yalnızca kendi ihtiraslarının/çıkarlarının devamlılığının peşinde olanlar, ortak iyinin düşmanlarıdır.
İktibas, Şubat 2015, sayı 434
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *