Ülkeleri, kendi çıkarları doğrultusunda örgütleyen, yönetici sınıflar, ideolojik elitler, siyasal gücü ellerinde tutuyor. Hiçbir politik kadro/iktidar, kurulu düzenin kutsallarına dokunamıyor.
Modern tarih eşsiz ve benzersiz yağmacı ihtirasların ve yıkımların tarihidir. Bu tarih, günümüzde, kapitalist system altında birleşmiş/birleştirilmiş bir dünyayı şekillendiriyor. Uluslar arası siyaset ne pahasına olursa olsun, bu sistemin ideolojik önceliklerine ve çıkarlarına göre kuruluyor. Sistemin dışında kalan parçalar bir şekilde terörize ediliyor, etkisizleştiriliyor. Küresel dönüşümü/değişimi belirleyen özne, kapitalist/seküler dünya görüşüdür. Sistemin dışında kalan toplumların/kültürlerin/hareketlerin kendi tarihlerini yapma özgürlükleri yoktur. Kendi tarihlerine, kültür ve medeniyetlerine sahip çıkma özgürlükleri yoktur.
Sömürgeci/yağmacı/aydınlanmacı/emperyal/seküler propaganda ve toplumsal mühendislik uygulamaları İslam toplumlarının zihinsel dünyalarını bütünüyle felç etmiştir. Bizler, bugün, kendi irademiz, bilincimiz dışında, sınırları tarihsel gü.ler tarafından belirlenmiş, onlara ait sözcüklerle/tanımlamalarla, onlara ait bir alanda konuşuyoruz. Konuşmak, yalnızca fiziksel anlamda konuşma yeteneğine sahip olmaktan ibaret değildir. Yazılarımızın, konuşmalarımızın, tartışmalarımızın kamusal alan da olumlu bir etkisi olup olmadığı, konuşmalarımızın/söylemimizin farklı kesimler tarafından duyulup duyulmadığı, duyuluyorsa eğer, onların ilgisini çekip çekmediği, insanların zihin ve ruh dünyalarında kimi şeyleri değiştirip değiştirmediği araştırılmaya değer bir konudur. Ancak, burada temas edilmesi gereken çok önemli bir husus var: İslam, bugün, siyasal anlamda, ekonomik anlamda, bilimsel anlamda kabul edilebilirlik alanının dışında tutuluyor. İslam’ın bu alana dahil edilmesini istemek provokatif bir aşırılık, bir tür delilik olarak yorumlanıyor. Bu nedenle bizler, eğitimin bilimin, ekonominin, siyasetin içeriği ve işlevleri konusunda İslami önerilerde/taleplerde bulunamıyoruz. Her alanda seküler dil merkezi konumunu/saltanatını sürdürüyor. Modernlikten söz etmekle, sekülerizmden söz etmek aynı anlama geliyor. Hangi konu, hangi dava, hangi ideoloji, hangi mücadele, hangi politika olursa olsun, kendisini modernliğe nisbet ederek konuştuğunda, birdenbire meşrulaşıyor, meşrulaşabiliyor. Buradan hareketle İslami inançların/bağlılıkların ve yapıların merkezi önemini büyük ölçüde kaybettiğine işaret etmek istiyoruz. Günümüzde, İslami dilin/söylemin/tasavvurun/iddiaların ve taleplerin yeterli/nitelikli olup olmadığı konusu ayrı bir tartışmanın konusudur.
Düşünce dünyamız, kültür dünyamız, dini hayatımız ve dilimiz bugün çok açık bir zamansızlık sorunu ile karşı karşıya bulunuyor. Bizler, önce hangi zamanlarda yaşadığımızı, hangi zamanlarda yaşamamız gerektiği, hangi zamanlar için üretmemiz gerektiğini kararlaştırmak durumundayız. İslami dilin, bilincin, zihnin, söylemin, tarzın güncelleştirilmesi konusu ile ilgilenmiyoruz. Bu konuda, konformist, statükocu, yerleşik varsayımları aşmayı başaramıyoruz. İslamcılık tartışmaları sırasında da, hayretle gördüğümüz üzere, aydınlarımız, düşünce adamlarımız, ilahiyatçı akademisyenler vb. siyasal bilince/vicdana ve ufka değil, ahlaki bilince/vicdana ve ufka hitap eden bir İslami dilin kullanılması gerektiğini savunuyor. Ancak, seküler baskının şiddeti/barbarlığı sebebiyle bugün, toplum ahlaki duyarlılığa bile davet edilemiyor. İslami çevreler, topluluklar, cemaatler, dernekler, vakıflar, hiçbir şekilde devlet merkezli yaklaşımlardan bağımsız düşünmeyi, hareket etmeyi başaramıyor. Ulus-devletlerde bütün bağlılıklardan önce, devlete sadakatin öncelikli olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Ulus-devlet çıkarlarına sadakat doğrultusunda yapılan yorumlar/çözümlemeler ve tercihler, Ümmet tasavvurunu kesintiye uğratabiliyor. Zihnimiz/kalbimiz bütün zamanlara değil, kimi zamanlara; zihnimiz ve kalbimiz bütün insanlığa değil kimi insanlara; fedakarlıklarımız/katkılarımız/hizmetlerimiz bütün Müslümanlara değil, kimi Müslümanlara açık olduğu için, hiçbir yönelişimizin kalıcı ve dönüştürücü sonuçları olmuyor.
Kamusal dindarlık tezahürlerinin ancak neoliberal değer ve yaklaşımlarla uzlaşması/uzlaştırılması halinde mümkün olabildiği bir toplumda yaşadığımız halde, bu durumu hiçbir şekilde ciddi bir kaygı konusu yapmıyoruz. Dini hayat ancak, psikiyatrinin konusu olabilecek, psikiyatrinin gündemini oluşturabilecek binlerce öyküden oluştuğu halde, bunları sorgulayabilecek bir otoriteye sahip bulunmuyoruz.
Günümüz dünyasında toplumlar gerçeklerle, ideolojik saplantılar arasında bir o yana, bir bu yana sürükleniyor. Toplumlarımız bir yanda kalıcı sorunlar, bir diğer yanda üstesinden gelinebilecek sorunlarla savaşıyor. Ulus-devletlerde, eğitim ve politika ilgili rejimlerin meşrulaştırılması doğrultusunda sürdürülen propaganda etkinliklerinden ibarettir. Ülkeleri, kendi çıkarları doğrultusunda örgütleyen, yönetici sınıflar, ideolojik elitler, siyasal gücü ellerinde tutuyor. Hiçbir politik kadro/iktidar, kurulu düzenin kutsallarına dokunamıyor. Bizler, ne yaparsak yapalım, seküler bilgi/eğitim/siyaset saltanatını sürdürüyor. Kendi düşünsel/kültürel/siyasal yapılarını/kurumlarını seçmekte özgür olmayan toplumlar bir şekilde gerçek siyasetin dışında kalıyor. Siyasal alanlar-süreçler sömürgeci kurumlar aracılığıyla sürekli olarak kontrol edilebiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, İslam’ın bir tür maneviyatçılığa indirgendiği günden bu yana, toplumlarımızda İslami anlamda yoğunluğu olan bir siyasal kültür gelişmemiştir. Bu nedenledir ki bu gün toplumlarımız siyasal yetersizlik içerisindedir. Siyasal bağımlılık, yetersizlik, güçsüzlük sebebiyle bütün statükolar devam ediyor, devrimci bir dönüşüm gerçekleştirilemiyor. Ulus-devlet çıkarları ve kutsalları temelinde yapılan bütün düzenlemeler/ilişkiler/tercihler, İslam toplumları arasında büyük bir güvensizliğe, gerilime ve karşıtlığa neden oluyor.
İktibas, Kasım 2014, sayı 431
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *