Kur’anı açıp meselenin aslının ne olduğunu, bizlerin sünnetsiz olmadığımızı, asıl tashih ederek onu aslına irca ettirdiğimizi, onun aslına sahip çıktığımızı anlatmaya çalışıyoruz, dilimizin döndüğü, dinimizin elverdiğince!
Bu coğrafyalarda çok sık ve halen kullanılmakta olan bir ‘yaftalama/karalama/söylemi boşa çıkarma’ kavramsallaştırmasıdır ‘sünnetsiz’ ifadesi… Bilenler bilir… Bilmeyenler de en azından duymuşlardır, ya da şimdi duysunlar! Bilenlerin, bizzat kendisi bu yaftayla karşılaşanların ise çekikleri sıkıntı, darlanma, anlatmakla bilinemeyecek, yaşanması da istenmeyecek bir mesabededir.
Bu yafta; sözün gücüne inanmayan, kendi küçük dünyalarında, kendi elleriyle ördükleri zan, heva ve heves duvarları arasında hiçbir duyarlılık gösterme gereği dahi duymadan öylesine yaşayıp giden, örümcek ağı benzeri çürük çarık üretilmiş algıların ve gelen+eklerin üzerinde uyutularak, uyuşturularak yaşadığını zanneden nefes alıp veren ölülerin kullandıkları bir argümandır! Minareyi çalanların hazırladıkları kılıflarıdır! O zaman da iş görüyordu, şimdilerde de yeri geldiğinde iş görüyor hâlâ, maalesef! Farklı bir sömürü çarkının işletilmesinin çok ucuz ve kestirmeden, en etkili yoludur! Dinsel retoriğin, aklının farkında olmadığından yok mesabesinde sayabileceğimiz, olanların da emanete vererek yok/işlevsiz kılmış olduğu kitlenin işletilmesinde, sömürünün sürdürülmesine, hakikatin üstünün örtülerek defterinin dürülmesine nasıl yol açtığının bariz bir örneğidir bu ifade ile yaftacılık! Bir kere bir zan kapısı açıldı mı, zaten sonu gelmez! Bu argüman öyle bir silaha döner ki kimseyi tanımaz, kale almaz, belki kendini de vurur hale gelir, kullananın elinde, kullandıranın istediği doğrultuda!
Mesele, sünnet tanımının, yanlış bir şekilde hadis algısına indirgenmesinden, onunla aynı/bir kılınmasından kaynaklanıp oralardan da dine dair, her ne söylerseniz söyleyin, dinlenip anlaşılmadan, sırf bir defans, reddetme ameliyesi ile karşılanıp aynı yekun içinde yazılıp çizilerek oluşturulan bir toptan süpürmecilik mantığına evrilmiştir. Artık gelen+ek’in algısına, üretilen farklı anlayışların sıhhatine, yapıp edilenlerin dinin aslına, Kur’ana uyup uymamasına dair her ne söylerseniz söyleyin; bu, ‘sünnetsiz’ yaftası ile karşılaşacaksınızdır! Şaşırıp kalacaksınızdır; ben ne diyorum, bunlar ne yapıyor diye! Söylediklerinizin dinlenmediğine mi yanacaksınız, dinin ne hale getirildiğine mi?! Üstüne üstlük, siz kınayıcının kınamasından çekinmeyeceksiniz, ama birilerinin sizi kınanır hale getirmesine, sözün havada kalır oluşuna, müslümanım diyenin söze kulak vermez oluşuna yandığınız gibi, üstelik, bir de, retorik sahiplerinin yakacak kına bırakmamasına da hayıflanacaksınız! Çamur at tutmazsa izi kalsın! Kur’anı zaten bu çevreler anlaşılmaz kılmış, retoriklerini hadis, sünnet, olmadı alimler varis ya, ne derlerse o cinsten üretmişler hayli zamandır! Hz. Peygamberin sireti, sahih sünneti, ilkeleri, metod ve yöntemi, vahyin hayata taşınması olan içeriği görmezden gelinmiş, mesele, şekle şemaile indirgenmiş, peygamberin hayatı, söylemleri, eylemleri ifrat ve tefrite uğratılıp maksat ve amacı unutulmuş, yeni ve farklı bir peygamber, risalet, sünnet algısı ihdas edilmiştir. Peygamber olgusu saptırılmış, bu yeni ve üretilmiş şablona uymayanlar ‘sapık’, ‘sünnetsiz’ ilan edilir olmuştur! Bir hakikat payı var, o da şudur; bu üretilmiş, kendilerinden menkul sünnet algısına uymayarak, o yoldan sapmış olmak hiç de gam değildir! Bilakis bir iftihar vesilesidir, övünçtür!
Neyse sözün bu kısmı çok uzadı, aslında söylenecek çok söz de var ama biz yazının kastı mahsusuna, yeni bir kavramsallaştırmasına dönelim! Bunu ilkin biz ifade ediyoruz gibi geliyor bana! İnşallah meramımız anlaşılır da, bu söylem de bir silaha dönüşmez aramızda; her taraf dönüp duran, hedefi, menzili belli olmayan!
Şimdi, genele, geleneksel kitleye bu haklı eleştiriyi göze alıp, ‘sünnetsiz’ olarak yaftalanmış olarak; Kur’anı açıp meselenin aslının ne olduğunu, bizlerin sünnetsiz olmadığımızı, asıl tashih ederek onu aslına irca ettirdiğimizi, onun aslına sahip çıktığımızı anlatmaya çalışıyoruz, dilimizin döndüğü, dinimizin elverdiğince! Normalde bakıldığında ‘asıl siz sünnetsizsiniz’ desek yeridir. Ama bu doğru bir söylem olmayabilir! Bize bir şey de kazandırmaz! Ve o örülen duvarları aşmak, ağları delmek öyle çok kolay değil!
Bu haklı eleştiriyi bir kenara koyarak, gelelim yeni teze; haddimi aşmak istemem, ama sözüm bize, meclisten içeri yani! İtirazı, eleştirisi olanlar sunsunlar, konuşalım, ikna olalım! Ya da sussunlar, ikna olsunlar, bir adım sonrasını konuşmaya başlayalım! İşi, Allah’ın aramızda hükmünü vereceği güne bırakmayalım! Zira malumunuz o saatten sonra artık telafi imkânı yok!
Lakin bu kitlenin biraz aklı başında olsa, ‘yok, işin aslı öyle değil, bizi bir kenara bırakın, kendinize bakın’ deseler ve ‘‘siz Hz. Peygamber diyorsunuz, sahih sünneti, sireti diyorsunuz, insanlara O’nun hayatını Kur’an ışığında anlattığınızı söylüyorsunuz, siyaset de namazın cinsinden olmalıdır, pazarlık, eklemlenmek yapılamaz, araçla amaç uyumlu olmalıdır, bu dinin siyaseti de ibadettir, türedilik yoktur, tarihselcilik yapılmamalıdır.. diyorsunuz; pekiyi, niye O’nu o günde bırakıyorsunuz, siyasetini aynıyla almıyorsunuz, yeni ve farklı süreçlere eklemleniyorsunuz, ‘sizi gidi sünnetsizler sizi’ diye ekleseler, ne deriz?! Nasıl cevap veririz? Hani şu ‘güneşi sağ elime, ayı sol elime’ metaforunu düşünerek…
Haydi, buyurun!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *