Dinî reteorik de bu manada ustalıkla kullanılmakta, kitlenin kontrollü hizada tutulmasına fırsat sunmaktadır. ‘Allah adına aldatma’ şeytanî/tağutî sapkınlığı, ‘Allah rızası için uyarma’ kulluğunun, bilincinin yerine ikame ve idame edilmektedir!
Adına yanlış bir kullanımla ‘cemaat’ denilen malum çevre şimdilerde asıl üstadlarının ‘siyasetten Allaha sığınma’ uyarısına rağmen siyasetin tam ortasına gömülmüş, en koyusu ile siyasetin makyevalizme varan tarzını uygulamaya aşikar olarak soyunmuş durumdadır. Zira ‘cemaat’ vasfı öyle kolay elde edilebilecek bir vasıf değildir! Hele aklın devre dışı kaldığı, en azından emaneten kullanıldığı, sürü (işitmeyen, görmeyen, ‘ben’ idrakine haiz olmayan, iradi bir yönelişi bulunmayan..) psikolojisinin, istatistik konusu nicelliğin niteliği baskıladığı, körelttiği, hiçe saydığı bu tür bir yığınlar için… Bu tarz kalabalıklar kitlenin şartlandırılarak güdül(en)mesi şeklinde idare edilirler… Yatılacak; yat! Kalkılacak; kalk! Oturulacak; otur! Gelinecek, gel! Verilecek; ver!
Geleneğin, bu tarz güdülenmeye fırsat verecek, cevaz sunacak, malzeme taşıyacak, alan açacak yeterince kıssası (burada, masalı, rivayeti, menkıbesi..) mevcuttur. Bunu bilenler de hayli mahirane (ivacen) bunu kullanmaktadırlar; hem de tepe tepe!
Dinî reteorik de bu manada ustalıkla kullanılmakta, kitlenin kontrollü hizada tutulmasına fırsat sunmaktadır. ‘Allah adına aldatma’ şeytanî/tağutî sapkınlığı, ‘Allah rızası için uyarma’ kulluğunun, bilincinin yerine ikame ve idame edilmektedir!
Kendilerini ‘hizmet’ adı altında, o aşırı faydacılığın, bu fayda etrafında ilkelerin esamisinin okunmadığı paralel olsun, derin olsun ‘örgüt’ vasfından ayırma gayreti de gözlerden ırak değil. Keza malum camianın içinden de volümü yeterince yüksek olmayan öz eleştiri tarzından itirazlar da söz konusu; bu gidişata, en azından mevcut yaşananlara, iktidara yönelmiş görünen kalkışmaya…
28 şubat sürecinin şer görüldüğü kadar, bir ayıkma, ayıklama, bir sınama vesilesi olarak da işlev görmesi vakıası gibi, dilerim ki/inşaalllah bu süreç de bir muhasebe fırsatına dönüştürülebilir! Gelişmeler ve gidişat her ne kadar bu konuda bir kuvvetli ışıltı vermese bile an azından birilerini, bazı camia mensuplarını, arafta bekleşenlerin, müzmin kararsızların uyanmasına, oyunu okumasına, oyunun oynanış şekline karşı müteyakkız kalmasına vesile olsun!
Cemaat deyin, hizmet deyin, ne derseniz deyin; geçmişte bir sürü cürmü meşhutları ‘sivrisinek’ kabilinden yeterli ipuçlarını taşıyor olsa da şaşı bakışların bunları görmesi, doğru okuması pek mümkün olmamaktadır! İstediğiniz volümden ‘davul-zurna’ bile az kalmaktadır! Mızrak hayli zamandır çuvala sığmıyor da; şu kanaralaşmak var ya şu kanaralaşmak! Basiret, feraset bağlanmaya göre! Onların açılmasının yolu da; ilah olarak, rab olarak yalnız ve ancak Allah’ı bilmek, kulluğu/ibadeti halisane tek O’na sunarak, dini de sadece O’na hasretmektir! Yine beklediğimiz tarz bir sorgulama, muhasebe beklentisi de safdillik olur! Rabbim ‘dileyene’ dalaleti de, hidayeti de nasip ediyor; yeter ki gerekli bir talep sunulabilsin, yetkin/salih ameliyede bulunulabilsin! Tarih tekerrür edip duruyor, ölüm/ahiret olgusu daima ensemizde ve zaman tükeniyor! Sun’i veriler, istatistiğe indirgenmiş nicelikler, ilkeden/değerden/gerçeklerden uzak algılar tuzakları fark etmeyi güçleştiriyor!
Aslında bu söylenenler özel bir kesime indirgenerek okunursa istenen netice yine hasıl olmayacaktır! Hâsılı bu defolarla malul bir Müslüman dünyadan bahsediyoruz! Gerçeklerin yerine algıların, iletilen hakikatlerin yerine üretilenlerin, İslamî geleneğin yerine geleneksel İslam’ın, Rabbanî olanların yerine zanni/nefsî/heva ve heva ürünü olanların, peygamberin mutevatir mücadele sürecinin/sahih sünnetinin yerine şekil ve şemailinin/uydurma rivayetlerin aldığı bir vasattan söz ediyoruz! Hayli zaman geçti o ilk kırılma anlarından bu zamana! Yine aradaki açıklık açılarak devam ediyor!
‘Ben’ idrakine haiz olmadan ‘Biz’ şuuruna evrilemeyiz! ‘Tevhid’i gereği gibi kavramadan vahdete/ümmete eremeyiz! Kur’anın ahkâmına, ziya ve şifasına sığınmadan düştüğümüz yerden kalkamayız! Bırakınız hakiki manada, sıratı müstakime doğru olumlu değişimi; başkalaşmaktan, yabancılaşmaktan, dönüşmekten kurtulamayız!
Bakınız, dikkat ediniz; bu söylediklerimizden malumaliniz üzre yaşananların mevcut diğer taraf(lar)ına da bizden bir pay/paye çıkmaz! Bu eleştirel bakış onları da ak’lamaz!
Bir kazanandan söz edilecekse, bu en azından şimdilerde ‘biz’ değiliz! Zira ‘biz’, ‘Biz’ değiliz! ‘Bir’ değiliz, beraber de değiliz! Okumalarımız da aynı değil, yorumlarımız da! Kaynaklarımız da aynı değil, referans ve muktesebatımız da! Keza, ‘yorulmalarımız’ da! Zihinlerimiz, yüreklerimiz parça parça; bedenlerimiz nasıl bir olsun!? Gerçi şunu deme hakkınız bakidir: ‘Gerçekten inansak, biz üstün oluruz’, ‘gerçek(ten/..ğe)inananlar asla kaybetmezler; kesintisiz bir kazanç umabilirler, onlar için her halükarda ‘iki güzellikten biri’ vardır!
Önce, İslam dışında tüm bağlarımızı terk etmemiz gerekiyor! Dinimizi asıl işimiz kılmanın zamanı geldi geçiyor! Prangalarımızdan, zindanlarımızdan, cahiliyyeden, mazeret ve kuruntularımızdan, bize bir getirisi olmayan meşguliyetlerimizden sıyrılmamız, uzaklaşmamız; aklımızı başımıza almamız gerekiyor!
Meselenin ekonomik boyalı bir iktidar ve ondan nemalanmak kavgası olduğu su kaldırmaz bir gerçektir. Bu kavganın İslamın iktidarına giden yolun meşru izdüşümü ve gereği olduğunu söylemek ise bir hayli zor. Bu kuru bir iddia ve su kaldırır bir söz olur! İddia sahibinin iddiasını ispat ve tarafları ikna etme zorunluluğu vardır. Tabi biz bunu iki tarz, iki taraf için de açıkça söylüyoruz! Görünen köy kılavuz istese de ‘karganın’ peşine düşenlerin bunu idrak etmesi zor! Bizim iddiamızın ispatı da gerekir elbette. Ancak fazla değil, yakın ve uzak geçmişe. Yaşananlarla ilgili iddia ve argümanlara, iletilen dinin hepimiz için güzel örnekleri/örnekliği bulunan elçisinin siretine, aracın amaç ile uygunluğuna bir bakılabilse, en azından vicdanlara müracaat edilebilse, en doğrusu tek kriter, asıl norm, şaşmaz ölçü Kur’ana baş vurulsa, yönelinse demek istediklerimiz anlaşılabilir o zaman…
Bir şeylerin üstü örtülüyor; o da hakikatin! Dikkatlerimiz başka yerlere, kayıkçı kavgalarına çekilmek isteniyor! Ne beddualar, ne karşı taarruzlar algımızı kirletmemeli… Bir kere ifadeler bir tahlil edilse, başka şahite gerek kalmadan bir sürü cürmü meşhut ile karşılaşabilirsiniz. Bedduanın ne’liği, işlevi, kime yöneltileceği ayrı bir tartışma konusu olsa da ifadelerin içeriğine, karşı taarruza karşı cevap sadedinde sunulan (‘.. muradı Subhaniyye… adaleti Kur’aniyye.. ile ‘modern hukukun adalet sistemine göre’ ) ifadelerinin aynı cümlede cem adilmiş olması nasıl bi zihin kırılmasıdır)!? İzahı mümkün müdür İslam ahkamınca!? ‘Sarı’ ile ‘gül’ terkibi şuyuu vukuundan beter bir algı değil midir!? ‘Ben hizmet için bu yoldayım’ diyen gülün sarısı ağlayan gülün en beddualısına mı sırıtıyordu acaba!? Buna en çok kim güler, kim ağlar!?
Yine bir mektup ile adamlık gösteriminde bulunarak, ‘merdi kıpti’ rolünü ifa ettiğinin dahi farkında olmayan zata ‘28 şubatın zemherilerinde neden suskundunuz, bir fotoğraf çekerek zaten zamanından beri teferruat gördüğünüz, giyenleri çarşaflı erkekler diye itham ettiğiniz başörtülüleri beraat ettirmeyip aksine zan altında bırakmış oldunuz..’ diye sormazlar mı?!
Zor zamanlarda susup bir şeklide oportünistçe kendinizden gördüğünüze ses yükseltmek er kişi işi midir; organize işlerden midir!? Hiçbir zalime, kafire, zorbaya çıtları çıkmayanların şimdi ses çıkarmaları çok manidar değil midir?! Ne erkeklik değil mi?! Dahası hepinizce malum, bir sürü, gaftan öte gaflet ürünü olayı bilmem burada sıralamaya gerek var mı!?
Gelelim eleştirimizin geleneksel olan tarafın dezenformasyon kısmından modern olan tarafların dejenere kısmına… Tabi bunları, eleştirinin tebliğ dilinde azımsanmayacak bir yer tuttuğunu, hikmete muğayir olmadığını da düşünerek yapıyoruz. İşimiz yapı bozumculuk, sırf eleştirmek için eleştirmek değil; aksine hakikatin ayan beyan ortaya çıkması, etrafına örülen duvarların kaldırılması, suyun durultulması, renkler cümbüşünün, gölgelerin kaldırılarak ışığın aşikar kılınması çabasıdır! Bu yazılanlar da eleştiriye, katkıya açıktır ayrıca!
Şimdi her şey bir tarafa müslümanım diyenler ne acıdır ki bir bankayı dolaylı da olsa savunur hale gelmişlerdir! Bir taşla kaç kuş! Bu hakikaten acıtır, incitir! Hatırlayın; bir caminin avlusuna bir bankamatik konması tartışmalarını da buna ekleyebilirsiniz. Şimdi ‘Sen paranı nereden alıyorsun?’ itirazlarını da duyar gibiyim… Bu da artık aymazlığın, kanıksamışlığın, itirazı ve iddiası kalmamış olmanın farklı bir tezahürüdür. Celladına aşık olmanın zimnen itirafıdır! İsrailoğullarının firavun karşısında düş(ürül)dükleri durumun zamanımızdaki izdüşümüdür! Yolsuzluk; yolsuzu giderse yollusu gelir umacısı! ‘Beraatı zimmet asıldır’, eyvallah; ama zorlamayla, birileri fâş edince mi bunların üstüne gidilecek?!
Şimdi bunun dış ayağı, kazananı, ‘bir koy/hiç koyma beş al’, ‘kazan kazan’ kuralını her daim uygulayanlar bizlerin malumudur. Ama inanın onlar kendi rollerini hem de çok güzel oynuyorlar. Tağuta/nefse kulluklarını nefis sergiliyorlar! Şimdi dolaylı ve/veya direkt olarak onlara, dolayısıyla nefsine kulluk edenleri pek bilip tanıdığımız söylenemez! Onları tanıyıp tanıtmaya çalışanları, kardeşlik hukuku gereği uyarıda bulunanları karalayarak yaftalayanları da, argümanlarını da bildiğimiz söylenemeyeceği gibi!
Ayı sol elimize veriyormuş gibi yapıp daha güneşin adını anmadan bizlerin balıklama atlayarak sisteme meşruiyet taşıyacak bir hale gelişimiz nice bir durumdur!? Sisteme hava aldıracak bir işleyişin adayı/talibi olmak nasıl bir haldir!? Bizim tarafımız görece, zamana ve zemine göre değişiklik taşıyacak, şirketleşmeye açık, sığınmacı, pansumancı, eksik bir yapı mıdır, haşa!? Toslayın, tıs’latın bakalım birbirinize! Nereye, ne zamana kadar!?
Bizim kazanmamızın ya da kaybetmemizin vasatı çok farklı! Allah’ı razı etmedikten sonra tüm zamanlarda tüm iktidarlar ve mal mülk sizin olsa, herkes yanınız da olsa kaç yazar?!
Allah’ın razı olacak olduğu bir sürecin içindeyken yanınızda kimse kalmasa ne olur?!
Allah, niyetlerimiz halis, amellerimiz salih olmadığından işimize gücümüze bereket vermiyor!
Yapıp ettiklerimizin yüzündendir başımıza gelenler! Sömürüye müsait oluşumuzdandır sömürülmemiz! Ellerimizle sunduğumuz fırsatları elin adamı çar çur ediyor diye kime, ne hakla kızabiliriz! Bir oyunla karşı karşıya olduğumuz pek aşikar! Birilerinin cebi doluyor, kimilerinin eli güçleniyor bizim güçsüzlüğümüzden, gücümüzün farkına varamamamızdan!
Heyhat! Tarafını doğru seçemeyenler bertaraf olacaktır elbet! Kime sığınacağız, kime güveneceğiz, kimden medet/yardım umacağız, bir bilsek! Bir iman etsek! Nereye bu gidiş/kaçış!?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *