Bazı yazılara bakın, tıklanma oranlarına, yorumlara ve yorum sayısına… Olay hâlâ sanallık boyutunda sürmektedir. Gündemlere eklemlenmişlikten kurtulunamamaktadır.
Okuyup yazmaya çalışıyoruz hayli zamandır. Yazarken öğrenmek, ufkumuzu genişletmek, gündeme, niyet ve yükümlülüğümüz dahilindeki değişim olgusuna karınca kadarınca katkı sunabilmek hayalimiz/mefkuremiz (hayal ile mefkure arasındaki geçişe dikkat!) neticesinde… Öncesinde ve süresince okuma faaliyetimiz keza… Kendi değişimimizi sağlayabilmek ve olabildiğince bilgi, sahih bilgi ile donanıp bunu bir çekim dahilinde paylaşabilmek gayesi ile… Asıl okumayı, okumanın aslını ve olmazsa olmaz gereklerini unutmadan…
‘Okur yazarlık’ takdir edersiniz ki ‘okuyabilme yazabilme’ asgari, örgün eğitime tabi melekesinden, en azından gerekli görülen ‘ali okulu’ mezuniyeti olgusundan çok farklı bir durumdur. Okumanın ve akabinde yazmanın öncelikle bir gayesi, açık/yakın ve gizli/uzak hedef kitlesi vardır. Basın yayın üzerinden bir takipçi kitlesi oluşsa da bunun organik bir ilişki biçimine, bir ideal ve iddia birliğine dönüştürülmesi çok daha farklı çabalar gerektirmektedir. Yine haberleşme, iletişim teknolojilerinin bu aşamasında olay biraz daha faklı bir hale bürünse de yine sanallıktan kaynaklanan bir hemhal olamama sorunu ile karşı karşıyayız. Kimliklerin gizlenmesi, yorumun ve yorumcunun sanallığı, müstear kullanmayı da aşan bir problem olarak önümüzdedir. ‘Enteraktif’ sıfatıyla etkin zannedilen iletişim olgusu etkileşime kapalı oluşu ile sahici oluşumlar için bir engel oluşturmaya devam etmektedir.
Okur köşeleri, yorumcu linkleri ile bu iş ne kadar aşılabilir, bilemiyorum… Karşılıklı beş dakikalık bir hasbıhalin, fikir alışverişinin, okur yazar buluşmasının (Bunu uyaran, sakındıran, teşvik eden.. ile muhatabı arasındaki çift yönlü bileşen olarak da alabilirsiniz) bir alternatifi olamaz. Bunu aynı sohbetin farklı araç gereçler marifeti ile gerçekleştirilmesi uygulamasına da teşmil edebiliriz. Bunu internet, tv. de dahil sadece sesi değil görüntüyü de aktaran araç gereçler için de iddia ediyoruz. ‘Kimden okudun?’ kadim sorusunun meramımızı anlatmaya yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Harfsiz, işaretsiz konuşup anlaşabilmek… Halden anlamak… Beden dilini, jest ve mimikleri okumak… ‘Leb’ demeden ‘leblebiyi’ anlamak… Sözün tamamının aptala söylenmesi… Satır aralarındaki, eksiltili cümleleri tamamlayabilmek/tam anlayabilmek… Nice okurun -ve hatta oku(ya)mazın- yazı dilini kullanmadan nice yazara şapka çıkartacak yetkinlikte olabilmesi gerçeği… Literal okumadan farklı sebeplerle uzak, nice ümmi bilge, hekim…
İşte bir kitabın, hele yazarı aşina bir kalemin kelamını aktaran matbuatın ağırlığı tartmakla ölçülemez. Tad’mak gerek. Dokunmak, yazarını dinlercesine dingin bir bilinçle ve dinlenmek için okumak… Bakış açısını bakışına ve okumasını okumasına katmak. Elbette her söylenen/yazılan sorgusuz sualsiz bütünüyle alınacak değildir. Katılmadığınız, şerh düştüğünüz yerleri çizip teati için vesile olacak bir organik etkileşim. Sayfaların sağına soluna, sonuna çiziktirdiğiniz özetler, aklınıza takılan vurgular, vurgulamak zorunda kaldığınız söylemler kitabı her an sıcak, eskimez, gündem dışında kalmaz kılmaktadır. Sanal ortamların havaya söylenmiş, boşluğa yazılmış havai/hevai kılçıklarına hiç mi hiç benzemez. Sizi benzetmeye, kendi gibi kılmaya, tahammülsüzlüğe, slogan atıp, kimliksiz kişiliksizliği dışa vurmaya müsait sanal –tüm teknolojik ürünler dahil- ortamların aksine sizi bezemeye çalışır. Aklı selim ve bilgi-bilinç paralelinde gerçekleştirilen bu okuma faaliyeti, herhangi bir kitap her ne kadar karalama, karartma, dezenformasyon amaçlı da yapılmış olsa okuruna, bir ufuk kazandıracak, ‘beyaz/hak’ diyebilmek adına ‘siyahı/batılı’ tanımasına da kapı aralamış olacaktır. Hele bir mukayese, teati, ‘bir bilenden fazla bilen vardır’ gereği başka akıllara müracaat işe koşulursa.
Bu yazı kitap okuma teşviki adına yazılmış olmamakla beraber bunu vurgulamış olmakla bir görevi de ifa etmiş oluyor.
Her okuma neticede bir adımdır. Her okumanın akabinde gerçekleştirilecek doğru muhakeme, nitelikli bir yorumsama, hakiki okuma okuruna bir seviye kazandıracak, ufuklarını zenginleştirecektir. Tefekkür aşaması, düşüncesinin oluşmasına ve oturuşmasına katkı sunacaktır. Sonrasında ise örneklik/önderlik, şekil A’da görünür kılmak aşaması ile sözün/yazının hakkı ödenmiş, muhatap için kaçacak kapı, sığınılacak mazeret kalmamış olacaktır. Elbette bu adımlar çoğunlukla ard adra olağan bir şeklide gitmeyebilir. ‘Din nasihattir’ ifadesince adımlar arası irtibat koparılmadan süreç işletilecek ve fakat sonuç, adımların işletilmesi tercihlere kalacaktır. Davetin, teklifin hal ile olanı ile kâl olanı eşgüdüm içinde sürdüğünde normal sonuçlar beklenebilir. Ama bu da her zaman mümkün olamamaktadır (peygamberlerin hayatları..). Şu var ki bu söylenip yazılanların,yapılanların eksikliği, yanlışlığı ve tutarlılığı irdelenmesi gereken bir husustur. Biz doğruluğu kabulünden hareketle muhatabın ve davet/çağrı/söz ve yazı sahibinin ayrı ayrı sorumluluklarından dem vuruyoruz. Her birinin sorumluluğu ayrı ve diğerine bir mazeret oluşturmayacak evsaftadır.
Her yazarın aynı zamanda ‘okur’ olması izaha gerek olmayan bir mecburiyettir. Farklı dünyanın insanı olarak değil de bu perspektifle meseleye bakıldığında ‘okur yazar’ sıfatı ayrı ayrı iki özellik olarak okurla yazarı daha yakın kılacak, aynı zemin üzerinde karşılıklı etkileşimlerini, birbirlerinden karşılıklı bilgi/fikir/düşünce akışına vesile olacaktır. Söylemin ve yazının karşılık bulmasına, ses getirmesine, etki oluşturmasına, hayata inmesine sebep olacaktır. Birini fikir işçisi, diğerini sahadaki taşıyıcı olarak kategorize edemeyiz. Etle tırnak gbi bir ilişki söz konusudur burada. Roller değişebilmekte, geçişkenlik göstermektedir. Elbette sözün ve yazının sahibini bağlayan bir tarafı, hatta çok tarafı vardır. Lakin bu okuma faaliyetinin akabinde okurun da artık aynı yükümlülüğe girdiği ve farkın ortadan kalktığı söylenebilir. Yapmayacağını söylemekle/yazmakla hatip, yazar kurtulamayacağı, muaf tutulamayacağı gibi, okuduğundan etkilenmemek, oradan doğru olanları alarak bir sorumluluk hissetmemek, ‘söyleyeni bağlar’ deyip işin içinden sıyrılmakla dinleyici/okur kurtulamaz. Okumak yazmak sahibini bağlar. Söz ve yazı artık ammenin malı olmuştur. Alıp almamak, doğrusunu yanlışını ayıklamak, gereğini yapmak muhataba kalmıştır. Lakin bir fazlasıyla; zira artık bu işittiğini/okuduğunu emanet almıştır ve gücünce iletmekle, tashih edip olduğunca veya eksiği giderilerek, fazlası atılarak, gerekli şerhlerle yeni muhataplara aktarılması zaruri olmuştur. Bu da ‘okuru bağlar’ diyebiliriz.
Dergide, internet sayfasında yazılanlar özelinde, yazar sözünü söylemiş, yükümlülüğünün birinci adımını atmıştır. İkinci adım için okurun aksi sedasını, tepkisini, desteğini, eleştirisini, her nasıl olacaksa katkısını bekleyecektir bu safhada. Süreçte bu etkileşim ikinci adımlar için önemlidir. Olur’a gelmezse, yazar sözünün arkasında durmaya bir şekilde devam edecektir, olumsuz etkilenmesi olası da olsa! Ama bu aşamada durum eşitlenmiştir aslında; sözü işten, yazıyı okuyan, söyleyen ve yazan gibi olmuştur. Sorumluluğu ikiye katlanmıştır, ilk muharrik söyleyen ve yazanın sorumluluğundan bir şey azalmadan! İlk adımı bekleme hakkı artık lüks olmuştur! Artık ondan da ilk adımı beklemek birilerinin hakkı olmuştur.
Bazı yazılara bakın, tıklanma oranlarına, yorumlara ve yorum sayısına… Olay hâlâ sanallık boyutunda sürmektedir. Gündemlere eklemlenmişlikten kurtulunamamaktadır. Yazılar farklı beklentilerle, okurun hal ve gidişatına göre tasnife tabi tutulmaktadır. Yazma sorunu eyvallah da evvela ‘okuma/okurluk’ kıtlığımız aşılmalıdır. Yazısına, yazarına göre muamelesi bile problemlidir bu camianın… Spot bir cümle (Türkçe olimpiyatları ve tövbe..), marjinal bir ifade tıklanmayı nicel boyutta tavana çıkarırken, söyleme, anlama, ne dendiğine, niçin dendiğine dair bir analiz, teati, tefekkür ameliyesi maalesef tabanlarda kalmaktadır. Aynı çevrede, aynı hassasiyetlerdeki bir havzada dahi adam/yazar kayırmaca aynı hedefi aynı söylem ve eylem tarzında gözetmekten öne alınabilmekte, evla addedilmektedir. Niteliği/keyfiyeti önceleyen bizler, doğru bilginin yanında doğru metodu salık veren bizler, sözün gücüne inanan bizler, öncelikle duygusallıktan kurtulup, dört başı mamur bir araç amaç, bilgi amel sistematiği içinde hareket edebilmeliyiz. Sözün gücünü artıracak hal dilini, hayatın içinde doğru uygulamayı izhar edecek tutarlılığı kuşanabilmeliyiz. Kırmızı çizgilerimiz çerçevesinde iletişim hatlarımızı en geniş hattına/kanalına kadar açarak, kendi eğitimimiz görülebilecek, en azından ilk adımı sayılabilecek çabalarımızı olanca imkanlarımızla destekleyerek, gündemleştirebilmeli, ayniyet, ideal ve iddia birliği, samimiyet ve kardeşlik içinde zihinlerimizden başlayarak, sosyal çevrelerimizi de yakınlaştıracak bir söylem, anlayış içinde olmalıyız.
Bazen niçin yazdığımı, niçin okumalar yaptığımı düşünüyor, üst üste konulabilecek, yan yana toplanabilecek bir etki oluşturup oluşturamadığımı sorguluyorum… Tam cevabı alabilmiş/bulabilmiş değilim. Bu suya yazı yazdığım, boşa kürek çektiğim anlamına gelmiyor, bunu biliyorum. Kendimi avundurmuş olma ihtimalini de es geçmeyerek, bir ‘mazeret sunabilme’ adına ufak bir mim düşme çabasıdır bu! Kendini kurtarabilmenin toplumsal vasatını aramak, bu tarz doğru çabalar için hazır ve nazır olmak hususunda dilimizin döndüğünce bir arayıştır bu! Sözü evvela kendimize söylüyoruz! Hz. Bilalin, Hamzanın bilgi küpü olmadıkları bir vakıa! Eksik olan samimiyet dersek, çok haksızlık etmiş olmayız umarım. Bunun da yolu çok okumaktan ve yazmaktan geçmiyor! Doğru okumayı (kitabı, kainatı, afakı, enfüsü) doğru yapıp dosdoğru olarak, doğrularla beraber olmak asıl ilk adımdır, ne dersiniz? Hem ilk, hem de son adım!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *