Hayatın her alanında ahlaki tutarlılık ve ahlaki bilinç sahibi olabilmemiz için, ahlaki sorgulamalar yapabilmeliyiz. Yeni ifade biçimleri, teknikleri, yol ve yöntemleri üretebilmeliyiz.
Müslümanlar olarak tarihin akışını etkileyebilecek bir bilince, bu bilinci hayata geçirecek bir iradeye ihtiyacımız var. Bu bilinci mitolojik bir geçmiş anlayışı temelinde oluşturamayız. Mitolojik bir gelecek yaklaşımıyla da, sağlıklı bir gelecek yürüyüşü başlatamayız. Bir gelecek yürüyüşü, tayin edici, belirleyici, özgün İslami referanslarla başlatılabilir. Halen içerisinde bulunduğumuz düşünsel/kültürel muğlaklıklarla hesaplaşmadığımız takdirde, hiçbir alanda yol alamayacağımızı bilmek durumundayız. Düşünsel muğlaklıklar içerisinde bulunmak, gereği kadar bağımsız olmadığımız anlamı taşır. Demokratik, seküler, liberal söyleme dahil olmak suretiyle, İslami mücadeleye sırt çevirmiş, İslam’ı bir folklore indirgemiş oluruz. Demokrasi demek sayıların galibiyeti demektir.
İslami mücadele sahici bir dil, sahici bir kişilik, sahici bir kimlik sahibi olmayı gerektirir. Nerede olursa olsun büyük bir sürü’nün parçası olmak çok kolaydır. Sürü’nün bir parçası olmak demek, hiçbir şey olmak demektir.
Teknik-bilimsel tanımlara indirgenen bir dünya, doğayı bir nesne olarak görüyor, teknoloji için kaynak olarak değerlendiriyor. Böyle bir dünyada insan bireylerin de yalnızca verimli olup olmadıklarıyla ilgileniliyor, ahlaklı ya da nitelikli olup olmadıklarıyla değil. Bu nedenledir ki; günümüz toplumlarında kendileri için yaşayan amaçsız varoluşlar bir çığ gibi büyüyor. Hemen her toplumda neoliberal yaklaşımların bir sonucu olarak eğitim ve sağlık sistemleri piyasa mantığına göre düzenleniyor, yapılandırılıyor. Hastalar da, öğrenciler de müşteri haline geliyor.
Teknik-bilimsel dünyanın öngörülemeyen sonuçları, insanlığı dehşete düşürüyor. Tarih, askeri anlamda, askeri yöntemlerle/baskılarla/tehditlerle şekillendiriliyor. Evangelist fundamentalizm “iyi”nin, “kötü”ye karşı ölümüne savaşını her durumda gündemde tutabiliyor. Bizler, Müslümanlar olarak bugünün gerçekliğini sorgulamak, bu gerçekliğe karşı koymak yerine bu gerçekliğe boyun eğiyoruz. Fiziksel/askeri şiddete/teröre maruz kalmak kadar rencide edici bir durum olamaz. Fiziksel gücün tahakküm için kullanılması, doğal olarak direnişe yol açacaktır. Maruz bırakıldığımız zulümlerin karşılıksız kalması, cezasız kalması çok daha büyük bir zulümdür.
Yüzeysel bir dil’le, zamandışı mitolojik bir dille, evrensel bir dil oluşturulamayacağını öğrenebilmeliyiz. Yüzeylerle ilgilenmek, yüzeylerin arkasında bulunan etkenlere, müessirlere kayıtsız kalmakla sonuçlanıyor. Geçmişte yaşanan-üretilen her şeyi kutsallaştırdığımız için, eleştirel değerlendirmeler yapamıyor, böylece geçmişin şimdi de tutarlı bir biçimde temsilini sağlayamıyoruz. Çöküşün, yanılgılarımızın tarihini de anlamak için çaba harcayabilmeliyiz. Bugün, zihinsel bir kayıtsızlık ve aktif bir pasifizm içerisinde bulunuyoruz. İslami bütün içerisinde, çok ilkel kutuplaşmalar yaşanıyor. Ümmet bilinci ve ahlakı adına her tür kutuplaşmaya meydan okumamız gerekirken bu konuda sorumsuz davranıyoruz. Etnik asabiyet, mezhep/hizip asabiyeti, danışma/dayanışma/kardeşlik ilkelerini imha ediyor. Mezhep karşıtlıklarının, insanları, insanlıktan çıkaracak kadar İslam’a/Ümmete yabancılaştırması utanç verici bir durumdur. Toplumlarımız bünyesinde, iç savaş kadar yakıcı, yıkıcı, yok edici başka bir şey olamaz. İç savaşlar zihnimizi olduğu kadar ruhlarımızı/bedenlerimizi de yakıyor. Aklımızı, kalbimizi paramparça eden, bizi dilsiz/çaresiz bırakan bu dehşet verici gelişmeler karşısında İslami tercihlerimizi/duruşumuzu radikal bir biçimde gözden geçirebilmeliyiz.
Kendilerini yeryüzünde Allah’ın (c.c.) vekili olarak konumlandırmaları gerekenler, sıradan bir köy primitivizmine dönüştürülen din algısıyla çok yoğun bir şekilde hesaplaşabilmelidir. Bilinçdışı önyargılarla farklı yorum ve tercihleri yaftalamak çok bayağı bir kolaycılık ve düşüncesizliktir. Ümmet bünyesinde yaşadığımız ürküntü verici kopuşlar karşısında zihin ve ufuk açıcı entelektüel kadrolar seslerini ve etkinliklerini yükseltebilmelidir. Mutlak edilgenlik durumu sağlıklı, kabul edilebilir bir durum değildir. Bu kadroların, karşıt uçlar arasında etkileşim sağlayarak, yanıltıcı kategorileri etkisiz hale getirmeleri gerekir. Söylemek istediklerimizi her zaman açık seçik bir biçimde söylemeli, hiçbir gerekçeyle muğlaklığa, kaçamağa ihtiyaç duymamalıyız. Tayin edici bir düşünce ortamı, bağımsız/eleştirel bir çerçeve oluşturabilmeliyiz. Anlaşılmayan şeyler söyleyerek bir otorite oluşturmaya, bir marka haline gelmeye çalışmamalıyız. Düşüncelerimizin kamusallaşması, kamusal alanı etkilemesi konusunda yoğunlaşmalıyız. Aziz İslam; bizlere, hem Allah’a, hem kendimize, hem diğer insanlara/varlıklara karşı, hayata ve tabiata karşı sorumlu olmayı, sorumlu davranmayı öğretir. Varoluşun, hayatın, toplumun, kültür ve medeniyetin maddi/manevi boyutları bir bütünlüğe sahip olmalıdır.
Kolonyal düsüncenin zihinlerimiz üzerindeki agır tahribatını; İslami kimliğimizi, referansları referanslarımızı, aidiyet ve mesruiyet kaynaklarımızı .zgürlestirerek giderebiliriz, alternatif bir varoluşun mümkün oldugunu kanıtlayabiliriz. Toplumlarımızda askeri, siyasal, kültürel emperyalizm biçimlerine bir biçimde tepki gösterilirken, çok daha derinlerde ilerleyen, kök salan ontolojik emperyalizm karsısında hiçbir sey yapamıyoruz.
Bilinçli bir duruşa, tercihe sahip olmak, sürekli olarak, yeniden inşa çabası içerisinde olmayı, zorunlu kılar. Bir Müslüman’ın koşullar tarafından kurgulanması kabul edilemez. İslam toplumlarında yaşanan pek çok sorun anlaşılabilir, ancak ahlaki geri kalmışlık, düşünsel geri kalmışlık, kesinlikle mazur görülemez. Nerede olursak olalım, niteliğin hakkını vermek zorundayız. En korkunç diktatörlük “aynı” olanların, “farklı” olan üzerinde kurduğu baskıcı egemenliktir. Bu diktatörlük dünyada her şeyin kendisine ait olduğunu ve her şeyi kendisinin belirlemesi gerektiğine inanır.
Modern-seküler zamanlar boyunca “farklı”lar, her durumda, dünyaya/olaylara “aynı”ların ufkundan bakmak zorunda bırakılmıştır. Bu süreç, maalesef bugün de devam ediyor. Aklın ve bilincin olmadığı yerde herkese kolaylıkla hükmedebiliyor. Kendi inanç ve düşüncelerine nihai anlamda bağlı bulunmayanlar, inançları doğrultusunda bir irade oluşturamıyor. İslami çevrelerde propagandacı dil her şeyi yüzeyselleştiriyor, bayağılaştırıyor. Niteliğe dayalı İslami içeriğin yerini, büyüleyici propaganda aldığı için, dini söylem çok ucuz gözlemlerden, yorumlardan oluşuyor. Bu gözlem ve yorumlarla gündelik hayatın gerçekliğini aşmak mümkün olamıyor. Kendi gerçekliklerini kutsallaştıranlar, başka hiçbir çaba’ya etkinlige ve ufka dönüp bakmıyor. Kuşatıcı İslami niteliklere sahip olmayanlar İslami kimliğe de sahip olamıyor.
İslami umutlarımız içerisinde yaşadığımız tarihin, çağın gerçekliğine kayıtsız kalmamıza neden olmamalı, gerçeklikle yüzleşmemizi engellememelidir.
Umutlarımızın bir uyuşturucuya dönüşmemesi gerekir.
Küresel medya düzeni zihinlerimizi, bilincimizi, ahlakımızı ve vicdanımızı yoksullaştırıyor. Neoliberal hayat tarzı, insanları, toplumları birbirlerine yabancılaştırıyor, güçsüzleştiriyor. Medya’ya maruz kalan, medyalaştırılan, şeyleştirilen topluluklar bilinç/muhalefet/sorgulama üretemiyor. Medya aracılığıyla aptallaştırılan topluluklardan sahici bir tavır sadır olmuyor.
Ağır hasarlı hayatlar yaşıyoruz.
Tüketimcilik, tüketim manyaklığı, haz manyaklığı, hayat tarzına dönüşüyor.
İlkesizlikler insanları hiçliğe sürüklüyor.
Neo-liberal akıl-mantık bütün toplumlarda, hayatın tüm alanlarına nüfuz ederek yapısal bir çürümeye neden oluyor. Neoliberal akıl-mantık sebebiyle herkes, her kurum kendisini bir şirket yönetir gibi yönetmeye çalışıyor. Nesne haline getirilen insanlar, kendi düşüncelerine ve hayatlarına sahip çıkamıyor. Bilgi ve enformasyon sermaye tarafından araçsallaştırılıyor.
Hayatın her alanında ahlaki tutarlılık ve ahlaki bilinç sahibi olabilmemiz için, ahlaki sorgulamalar yapabilmeliyiz. Yeni ifade biçimleri, teknikleri, yol ve yöntemleri üretebilmeliyiz. Primitif bir geçmiş nostaljisi yerine, gerçek bir geçmiş algısı inşa etmeliyiz.
Geçmişin gerçekliği ile, bugünün gerçekliği’nin birbirinden çok farklı olduğunu bilmek gerekir. Geçmiş eleştiriden muaf olamaz; herhangi bir mezhep, cemaat, alim, cemaat lideri de eleştiriden muaf olamazlar. Kendilerini vazgeçilemez bir referans kaynağı konumunda görenler, bu davranışlarıyla görüşlerini başkalarına dayatmış olurlar.
Hayatın her alanında ahlaki tutarlılık ve ahlaki bilinç sahibi olabilmemiz için, ahlaki sorgulamalar yapabilmeliyiz. Yeni ifade biçimleri, teknikleri, yol ve yöntemleri üretebilmeliyiz. Primitif bir geçmiş nostaljisi yerine, gerçek bir geçmiş algısı inşa etmeliyiz. Önemli olan fikirlerin yeniliği degil, gerçekliğidir. Ütopyacı özlemler konusunda çok dikkatli olunmalıdır.
Ortadoğu’da yaşanan isyanlar, ayaklanmalar ve gösterilerin çok sınırlı etkiler uyandırdığını kaydetmek gerekir. Bütün bu ayaklanmaların niceliği üzerinde değil, niteliği üzerinde durulmalıdır. Ayaklanmalardan, isyanlardan yeni ve özgün bir inşa çıkmıyor. Bu ayaklanmalar sırasında “devrim” fikrinin sorumsuzca bozulduğunu/tahrif edildiğini gördük. Devrimler kurucu bir söylem, kurucu fikirler, kadrolar ister. Devrimler paradigma değişikliklerini gerçekleştirmek üzere yapılır.
Mağlup bir medeniyetin çocukları olduğumuz için, niceliksel de olsa, her hareketlilik bizlerde umut ürpertilerine neden oluyor. Ayaklanan, isyan eden, değişim talebinde bulunan kesimlerin nasıl bir dünya, nasıl bir düzen, nasıl bir toplum, nasıl bir siyaset istedikleri konusunda tutarlı hiçbir analiz yapılmıyor. İsyancıların, protestocuların, muhaliflerin alternatif bir sistem önerisi, vizyonu, projesi ve çalısması yok. Politik liderleri degiştirmek mümkün oluyorken, temel yapılar/yaklaşımlar değiştirilemiyor.
İnsanların hoşuna gidecek şeyler yazmaktan ve konuşmaktan vazgeçerek, söylenmeye değer olanı yazmaya ve konuşmaya çalışmalıyız. İslam toplumlarında yeni bir politik arayıştan, hareketlilikten söz edilebilir, ancak alternatif politik bir bilinçten söz edilemez.
İkili hayatlar yaşamaya devam edemeyiz.
Birbirleriyle asla bağdaşmayan sadakat ve aidiyet biçimleriyle bütünleşemeyiz.
İktibas, Aralık 2012, sayı 408
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *