Dikkatinizi şuraya çekmek istiyorum ki, işin ve yükümlülüklerinin farkında olan her mü’min ve müslim birey, bu zahiren ‘yan gider’ gibi görünen sarfı/ödemeyi/itayı aslında tamamen ‘asıl gelir’ olmak üzere, gönülden sunmak zorundadır.
Başlıktaki bu ifade merhum Ercüment Özkan’a ait malumunuz. Malumu olanlara bir hatırlatma, olmayanlara duyurma/iletme anlamında bizdeki çağrışımlarını ve etkisini paylaşmak istiyoruz.
Söz, rahmetlinin, derginin yayımlanma süresince yaşadığı, katlandığı sıkıntıları dile getirmek anlamında kullandığı ve bir vecize olarak, hatta bir kavram terkibi olarak ele alınıp incelenmesi, üzerinde tefekkür edilmesi gereken dikkatamiz bir ifadedir bizce! Biliyor ve hem hüsnü zannımızca, hem de galip zannımızla inanıyoruz ki o, bu sözü bir şikâyet anlamında söylemiyordu! Söz, bir arayış, bir çıkış temennisi, belki bir sitem ve hayıflanma olarak alınabilir. Belki de bir reel durum tespiti görülebilir. Dahası şartlara teslim olmadan, gerçekte samimiyetle teslim olduğu değerler ve İlahi teklif karşısında, sabır ve sebatla, yılmadan, her şeyi göze alarak, fedakârlıkla, azim ve karalılıkla yola devam iradesinin bir beyanı olarak alınabilir.
Teşbihte hata olmazsa, Musa (as)’ın Mısırdan ilk çıkışında Medyen suyu civarında, bir ağaç gölgesinde, imkânlarının el vermezliğinden, şartlara teslim olmadan bir çıkış ve çare arama nidasıyla dillendirdiği, ‘Rabbim Sen’den gelecek her hayra öyle muhtacım ki!’ sığınışı benzeri bir durumu çağrıştırıyor gibi!
Kullara hali arz etmek, şikâyette bulunmak yanlış anlamalara sebebiyet vermemelidir, asla! Bu, ‘ah vah’ edip sızlanmak, caymak, acziyeti ifade etmek değil; kardeşlik, davaya omuz verme, maddi manevi imkânları seferber etme, çorbada tuzu bulunma, yükü paylaşma, sorumluluğu paylaşma, iş bölümü, iş/dava/amaç birliği, müşavere anlamında bir insani durumdur. Ve bu durum tamamen imanidir de! Musa (as)’ın durumuyla aradaki nitelik farkı bu durumu değiştirmiyor. Zira Hz. Musa az sonra yaşanacaklarla (Hz. Şuayb’in kızlarının davarlarını suvaracak ve yeni bir imkâna kavuşacaktır!) vesilelere sarılmayı ihmal etmemiş, bu yardımı illa da ‘gökten!’ (Bir şiirde dile getirilen; ‘Bize gökten inmez hiçbir şey, hep yerden biter!’ anlamında Kur’anın ifadesi ile de ‘İnsan için ancak sa’yinin/çabasının/emeğinin karşılığı vardır!’ vurgusunda olduğu gibi!) beklememiştir! Ya da Hz. İsa’nın Kur’andaki ifadesi ile ‘Allah için/Allah yolunda kim benim yardımcımdır!’ teklifi, beklentisi gibi! Veyahut da ‘Allah ve melekleri nebiye salât eder/yardımcı-destek olurlar; ey inananlar, siz de O’na yardımcı/destekçi olun!’ ayetinin kapsamı gibi!
Bir davanız var, bir hedefiniz, bir amacınız var. Bu ideal uğrunda, belli ilkelere sahip olarak, belli araçları işe koşmak, vesilelere sarılmak, çaba sarfetmek, mesai harcamak gerekiyor. Hiçbir şey durduk yerde olmuyor. Tesadüflere mahal yok! ‘Ektiklerimizi biçeceğiz öbür tarafta!’ sözü herkesin dilinde! ‘Malî ibadetler’ biliniyor, inanılıyor! Dahası ‘salih amel’ diye bir vazifemiz var. Bilmek, dil ile ikrar, kalp ile tasdik emek kadar, bunların görünür kılınması, hal ile ispat edilmesi zorunludur. Peygamberdeki güzel örneklik alınıp en güzel biçimde kişiden topluma, yakından uzağa ulaştırılması, örneklendirilmesi, şahitliğinin yapılması gerekiyor.
‘Zekat, sadaka, infak’, kefaretler, ‘öşür’, ‘karzı hasen’, borcun affı, cömertlik, gönülden artırma, vakfiyeler, sadakai cariye, ‘ihtiyaçtan arta kalan’ şeklinde tamamı ve daha eklenebilecek terimler, ‘vermek’ temalı, maddi içeriğe sahip, fedakarlık, samimiyet, malı emanet bilme, üzerinde hakkı olana ve Hakk’ın emrine riayet için verme/feda etme, paylaşma ifadeleridir. Yükümlülüklerimizin başta gelenlerindendirler!
Dikkatinizi şuraya çekmek istiyorum ki, işin ve yükümlülüklerinin farkında olan her mü’min ve müslim birey, bu zahiren ‘yan gider’ gibi görünen sarfı/ödemeyi/itayı aslında tamamen ‘asıl gelir’ olmak üzere, gönülden sunmak zorundadır. Yatırımını akıllıca yapmaktır. Kendi lehine olanı iyi hesap etmektir. Aksi davranışın, ‘kendi eliyle kendini tehlikeye atmak’, çoğalacağını veya tersinden azalacağını düşünerek mala teslim/esir olmak anlamına gelecek bir şaşkınlık, şaşırmışlık, şaşılık hali olacağını bilmektir.
Bugün reklam ve sponsorluk müesseseleri ne işlev görmektedir? Ne amaçla, neler için, neler harcanmaktadır? Zaten dergi çıkarmak özeline dönersek; bu iş bir ticaret değil ki, gelir üzerinden, çıkar/kar/maddi fayda üzerinden, yakın hedefle hesap kitap yapılsın! Ticari anlamda ‘getiri’ üzerinden ‘getiri’ hesabı, elbette yapılabilir; lakin bunun getireceği farklı ‘götürüler’ iyi düşünülmelidir. ‘Dergi çıkarmak’, takdir edersiniz ki, mesajı duyurma/davet/tebliğ mükellefiyeti anlamında gerekli bir faaliyettir. İletişimin teknolojik içerikli hale geldiği vasatta, imajın öne çıkması, kitleye en kısa yoldan ulaşma ve reklamın farklı yüzleri sebebiyle, etkisi azalıyor gibi de olsa işlevi inkâr edilemez. İşte götürüsü’ne takılmadan, asıl getirisi için fedakârlık gerekiyor. Bu gerçek o zaman da böyleydi, şimdi de böyle! Bu işin birkaç kişinin omzuna terk edilmesi de insaf işi olmasa gerektir. Rahmetlinin sözünü de bu anlamda doğru kefeye koyup doğru ölçmek gerekiyor. Ne bizatihi kefe’nin doğruluğu ve ne de ölçümün ve ölçenin doğruluğu yalnız başlarına ‘doğru ölçüm’ için kifayet etmektedir. Belki etmelidir, ama acı da olsa durum budur! Bu bileşenlerin hepsi uygun şartlarda, uygun bir biçimde bileşke haline getirilmelidir. Mideleri doyurmak üzerinden yapılan hesaplar (birçokları meyanında; müellefei kulub için zekât tahsisi), zihinleri doyurmak, doğru mesajı en güzel biçimde duyurmak için de ciddi olarak, önem ve öncelikle yapılmalıdır.
Sözü olan sözünü, gücü olan gücünü, her kimin, ne imkânı varsa, çorbada tuz misali, ortak amaçlar için seferber edilmelidir. Yük paylaşılıp azaltılarak/yan-asıl giderlerle eller taşın altına konarak/cebe atılarak; alınacak paylarda/asıl getirilerde asla ve kat’a bir eksilme olmadan, makul yol tutulmalıdır.
Sarp yokuşları aşmak amacıyla önerilen mali işlemlerin/yükümlülüklerin bir şubesi, o akabeleri geçme bilinci aşılayarak, kişilik inşa edecek bir adım olarak görülmelidir bu yan gider meselesi!
Bu şuura ermemiş, bu fedakârlığa namzet olma iradesi göstermeyenler ana/dosdoğru yoldan sapar, yanlışa düşer, yan yollara yaslanır, yan gider!
Dünyaya dönük asıl giderler, aslî ihtiyaçlar dışında isteklere ve lüks ihtiyaçlara(!) ayrılan aslan payları, asil gider midirler? Yan giderlerimiz nerelere giderler? Gelirler idaresinin istatistik ve istif konusu olmaktan hallice midirler? Yan gelip yatarak nasıl bir gelir/getiri/sevap umulur? Bu çabalar, giderler Rızai İlahiyi celbedecek bir işlevi haiz midirler? Yoksa şeytanın adamlarını mı sevindirmektedirler? Nerelere, ne bedeller ödediğimizi, neleri savurduğumuzu bir düşünelim; bu azımsanmayacak bedellerin birleşimi ile nice azımsanmayacak azim işler kotarılabilir!
Bu sözü ama önceden, ama şimdi duyanlar, anlayıp kavrayanlar, tebessümle ve sitayişle karşılayanlar şimdi sıra sizde, bizde! Gereği ne ise yapıla! Acayipleyip, çok görenlere, bu sözü söylemek durumunda bırakanlara, ‘borç’ sadakatini gösteremeyenlere, üzerine alınmayıp gocunmayanlara söyleyecek sözümüz yok! Oysa hepimizin, az veya çok, şöyle veya böyle yaramız var! Meramımız, umarız anlaşılmış ola!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *