Kurban

Kurban

O kurbanlıklar emre amadeler… Erinmeden, yüksünmeden görevlerini yerine getirmekteler… Yoksa kimin gücü buna yeterdi?

Kurban, kurbanlıkların kendilerinin insan için musahhar kılınmalarına/boyun eğdirilmelerine binaen, yine görevlerini hakkıyla ifa etmeleri üzre yine geldi… Yinelenelim, ahdimizi yenileyelim ve daha önemlisi sözümüzde duralım, teslimiyetimizi sahih bir iman ile perçinleyelim diye… Tasdik ve ikrarımızı salih amellerimizle, ibadetlerimizle görünür kılalım. ‘İnandım!’ sözümüzü sınanmaya ve ispata konu olarak, söz olmaktan çıkaralım ve amelle arasını ayırmadan, ‘yakîn’ olarak nitelikli kılalım.

O kurbanlıklar emre amadeler… Erinmeden, yüksünmeden görevlerini yerine getirmekteler… Yoksa kimin gücü buna yeterdi? Onları kim, nasıl, ne adına ikna edebilirdi? Onları emre amade kıldığı, bizi hidayet ettiği için kendisini Rab olarak bilmemiz, birlememiz ve O’nu büyüklemek, şükrümüzü sunmak adına bu ibadetle mükellefiz.

Bizler beşerlikten, insanlığa geçerken ‘şaşarlıktan’ ve ‘nisyandan’ uzak durabilmeliyiz. Yaratılış amacımızı terk etmeden, hilafet görevimizi unutmadan, sorumluluklarımızı ertelemeden Rabbimizin bize tekliflerine ‘baş göz üstüne’ diyerek, emre amade olabilmeliyiz. Bunlar için gücümüzün yettiğinin/yeteceğinin farkında olarak.

‘Kurban’ bu manada eşsiz bir fırsat… Rabbimizin yakınlığını temin edecek, bizi O’na yaklaştıracak güzel bir vesile… ‘Eşsizliği’ elbette tartışılabilir de, en güzel vesilelerden biri olduğu su götürmez bir gerçektir. Fıkhî hükmü, hacca ait olup olmadığı kimsenin aklını çeldirmemelidir. Bu ciddi bir ibadet, Hz. peygamberin ve geçmiş ümmetlerin sahih bir uygulaması, bir fedakârlık göstergesi, yakınlık vesilesi, bir şiardır. Burada ‘Allah’a ulaşacak takva’, fıtratımıza yüklenen takvayı besleyecek, açığa çıkaracak, sözleşmemize sadakatimizi gösterecek bir somut alan bulmuş olacaktır.

Rabbimizle aramızdaki maddi/nicel olmayan mesafeyi –ki O kuluna şah damarından yakındır ve iki işi konuştuklarında üçüncüleri, üç kişi fısıldadıklarında dördüncüleri.. O’dur- nitel olarak da; değer anlamında, katın(d)a yükselme, derece kazanma, rızasına ve hoşnutluğuna kavuşma/ulaşma şeklinde bir karşılıkla olabildiğince kısaltma, yakınlaştırma hedefi/amacı, maddi boyutu öne çıkmış gibi görünen ve fakat sembolik önemi kadar, içeriğinde nice ulvi temalar yüklü bulunan bu eylemin/amelin, ibadetin başat özelliğidir. Allah’a yakınlık için bu nevi vesilelerle hem amaç hem de sonrasında o yakınlığı temin için araç olarak kullanılabilecek/düşünülecek, ‘ kullar arasındaki yakınlığı’ temin ve tesis etmektir dolaylı amaç. Kardeşlik hukukunu belirginleştirmektir. Gerek muhtaçlara ve gerekse ziyaretçilere, konu komşuya daveti, mesajı ulaştıracak bir fırsat, bir gündem vesilesidir. Kendi gündemlerimizin hakkını vermek, içini doldurmak için önemli bir etkinliktir. Aslında bu amaç da ikincil görülemeyecek önemi haizdir.

‘Allah’ı büyüklemek’, ‘şükretmek’, ‘hidayet ettiği için’, ‘kurban kes’, ‘her ümmete şiar kıldık’, ‘Allah’ın adını anın..yiyin..yedirin..’, ‘kanları ve etleri ulaşmaz; ulaşacak olan takvanızdır’ şeklindeki ‘kevser ve hac surelerinin’ ilgili ayetleri sorumlu her insanı sınırlandırmaktadır. Bunun kesinlikle bir gelenek olduğu doğrudur; ancak bugün anlaşıldığı anlamda değil de, aksine ‘namaz, hac, oruç’ gibi kadim ve köklü, dinin aslî unsurlarından, sahih, hikmetli ve hakkaniyetli bir gelenek. Kulluk göstergesi, ayırt edici, alâmetifarikayı ortaya çıkaran, rengimizi belli eden bir nüsûk!

‘Allah’ın adını anmak’, ‘Allah adına kesmek’ bu işlemi bizatihi değerli ve değer verici/kazandırıcı kılmaya yeter. Ve inananların kurbanını; putlar, pagan/şaman kültür ve diğer saikler adına, tüm diğerlerinin adet, alışkanlık, aracılık ve batıl/müşrik tutumlarından ayırmaya yeter!

Bu arada hac ile münasebeti dediklerimizi zayi etmez; mezhepler arası hüküm farklılıkları bu gerçeği gölgelemez! Lakin ben de en azından ciddi olarak bir ‘zekât-kurban’ mukayesesinin acilen yapılması gerektiğine inanıyorum. Şu şartla ki; buradan zekat lehine bir güncelleme yaparak, bedel olarak kurban çıtasını en azından yakalamak ve hatta geçmek üzere!

Aile adına kurbanı bireysel bir edinimin önüne almak gerekiyor ayrıca! Kurbanın kesimini mümkün olduğunca aile fertlerinin şehadeti ile ve aynı hassasiyet, ayniyet içinde bir ekstra yakınlık/kardeşlik hukuku içinde gerçekleştirmeyi de önemsemek gerekiyor.

Şükrü Hüseyinoğlu’nun haklı olarak dile getirdiği, ‘rekabet’ olgusu; ‘kan-et-deri’ meselesi ötesinde, ibadetler üzerinde farklı hesapların yapılmaması, müslümanların hassasiyetlerini yitirmemeleri adına önemlidir. Mesela ben de dikkatlerinizi bir farklı noktaya çekmek istiyorum; normal şartlarda bir kurban bedeli 600-800 tl arasında değişiyor. Bu arada 260 tl’ye vekâleten hisse kabul ediyor bazı yardım dernekleri. Şimdi matematik işin içine girince; iki hisse alsanız 520 tl ediyor, üçte biri hesabıyla normal olarak/kasaptan 10 kilo da eve at alıp konu komşu ikramı için düşünseniz, 200 tl de o, toplam 720 tl ediyor. Haydi, çıkın işin içinden! Bir hisse ile iki kurban, artı eve de et! Zekat zaten kırkta bir ve bedel olarak ve genelleme yapıldığında bu orana ulaşamıyor! Evet, dinde matematik hesaba katılmaz, ama bu kadar da basit hesap cahile bile iş değildir! Neticede Allah’a ulaşacak olan ‘takva/hassasiyet’ gönülden ve olabildiğince fedakârlıkla izah edilebilir bir olgudur. Üç aşağı beş yukarı bedel üzerinden bir mukabele söz konusu olsa gerek! Zira ‘aynı bedelle iki kurban sevabı’ hesabı yapmak değildir bize düşen!

İbrahim-İsmail peygamberlerimizin özelinde sunulan kurban temsili ‘yakınlık, fedakârlık, Allah için vazgeçilemeyecek hiçbir şeyin olmaması, samimiyet, adanmışlık, liyakat, emre amade oluş, mükellefiyet bilinci..’ anlamlarında kul ile kul olunan/Ma’bud arasındaki irtibatı/ilişkiyi apaçık gözlerimizin önüne sermektedir. Bizden de benzer davranışları, aynı hassasiyetle sergilememiz istendiğini göstermektedir.

Kurbanlıklar işin bilincinde; şimdi ve her zaman sıra bizde!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *