Bu sayfalarda ‘cemaatlerin farkları’ ve İslamcılarla mukayesesi konusunda yazı okuduk. Yirmi yedi fark olarak sunulanlar tartışılabilir ve reddedilebilir de! Ama ortada bir sorun olduğu kesin! Oradan kalkarak biz de analitik bir okuma ile olaya biraz faklı bir açılım getirelim istedik. Cemaat adı verilen bu toplulukların, esasen torna tesviyeden geçmiş, akıllarına ve fikirlerine ipotek konulmuş, kendi yerlerine başkalarının düşünüp(!) karar verdiği, şartlanmışlık kültü içinde farklı bir itaate/şartlı reflekslere/alışkanlıklara itilmiş kalabalıklar olduğunu söyleyebiliriz. Bunların ‘..ama biz Osmanlı bankasıyız!’ diyecek kadar dahi farkları yoktur! Biri için söylenenler büyük bir oranda diğerleri için de doğrudur!
Bu manada ‘cemaat’ olmaktan çok uzak bir ‘cemadat’ görüntüsü; anlamdan ve işlevden uzak bir şekil, görüntü yansıması söz konusudur. Gurupçuluk ve adam kapmacılık yarışı içinde tek bir cemaatle değil bir sürü cemaatçikle karşı karşıyayız bu manada. Bunların ne hedef birliği ne ilke birliği ne kardeşlik hukukları ve ne de metod ve yöntemleri konusunda benzerlikler söz konusu değil iken çarpıcı bir şekilde, duygu ve his, kabul ve bakış, tekrar ve taklit benzerlikleri oldukça şaşırtıcıdır! Bırakınız benzerlikleri; tenakuzlar, çekişmeler, ötekileştirmeler, zıtlaştırmalar daha ön plandadır. Kılık kıyafetleri, meşguliyetleri, ritüelleri, ağabey/ şeyh mürid ilişkileri, amaç ve araçları, başvuru kaynakları, itaat ilişkileri, toplumsal etkileşimleri, diğerlerine bakışları ve hatta yardım(laşma) konusundaki gettolaşmaları/yalıtılmışlıkları vb. birçok ayrışma ve cedelleşme konusu mevzu bahistir. İşte, biz de (olmayan) farkları değil, farksızlıkları konu edinelim istedik!
Tarikat ve tasavvuf odaklı bu cemaatçikler, genel manada kitleyi kontrol altında tutma, sosyal ve siyasal bakış açılarından uzak, tek düze ve şekle, şemaile endekslenmiş, yanlış bir takva anlayışı ile mesajın içinin boşaltılıp, kurgulanmış ve üretilmiş bir içerikle doldurulmuş, marjinal ve tekelleşmiş bir algı içinde yeni bir tip ve imaj oluşturma ameliyesinin bir ürünüdürler! Tam da bu noktada Ali Şeriati’nin ‘Dine karşı din’ ve Ercüment Özkan’ın ‘Tasavvuf ayrı bir dindir; şirk İslam’dan öcünü tasavvufla almaktadır!’ sözlerini iyi algılamalıyız! Sarık, cübbe ve ‘Buradayım’ diyen sakalla bir meydan okuma, safını ilan etme, zor bir işi/tercihi görüntü üzerinden ortaya serme hassasiyeti(!) maalesef, gerçek dinin ‘nasıllığı, niçinliği, içeriği, örneklenmiş/yaşanmış gerçekliği..’ düşünülmeden ucuz bir kahramanlık seronomisi, yel değirmenlerine savaş açan(!) Donkişotvari bir yanlış imajı içermektedir! Bu tehdidi ne sistemin kale aldığı vakidir ne de bunlar üzerinden bir savunma geliştirmesi! Bilakis yönlendirmesi, kontrolü ve dizaynı söz konusudur! Ayrıca bu genel formatın dışında kalan müslüman kitle daha bir tehdit ve taciz algısı hissetmektedir!
Bu cemaatçikler ‘naciye nacatı’ peşinde yanlış bir yarışın içinde, asıl yarışı unutmuş gözükmektedirler! Varsa yoksa kendi devletleri ve devletlûları! Kime nasıl payanda oldukları akıllarının ucuna dahi gelmiyor! Hem nasıl gelsin ki akılları başlarında değil, başkalarının elinde, kendi elleriyle teslim edilmiş haldeyken! Al birini vur ötekine! Adları, sanları ayrı ve fakat şan ve şerefi yitirmiş ve başka yerde ararken, tavır ve görünümleri aynı! Üretilmiş bir dinden aldıkları misyonları aynı, vizyonları ise görece farklı! Oyla, oyala, oyalan!..
İslamcı için de ‘cemaat’ bir hedef ve vesiledir elbet! Ama bu haliyle asla değil! Cemaat, aşağıya ve yukarıya doğru hedefin/kitlenin/kulluğun sahih yöneliminin motor gücünü ve katalizör vazifesini gerçekleştirirken, iç yolculuğa da ön ayak olacaktır! Ama şu yoldan çıkmış formatla değil!
Şimdi, üretilmiş ve raydan çıkmış, yeni ve farklı bir din kopyalama işinin uzmanı ve öncüsü ‘israiliyyat’ namlı seleflerinin bu nevzuhur zamanların türedi de sayılamayacak bu cemaatçik halefleri ile şaşmaz benzerliklerine şaşırmadan(!) bir bakalım:
— ‘Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır!’ şeytanî uydurmasını, İran inkılâbının önüne set çekmek ve bir dalgakıran vazifesi ifa etmek amacıyla, güya sünnî endişelerle uydurulup uygulanmasını, çok uzağında olmalarına ve şirke batmalarına rağmen kendilerini Hz. İbrahim’e atfeden İsrailoğulları mantığı ile bir kıyaslayalım mı?
— ‘Cehennemden çıkış, cennetin kendilerine intisapla garanti olması..’ algısının İsrailoğullarının ‘Ateş bize sayılı gün dokunacak!’, ‘Cennet bize aittir!’ algısı ile bir farkı var mıdır?
— ‘Fırkai Naciyeden olma’ iddiasının İsrailoğullarının ‘seçkin millet’ ve ‘Bizden olmayanlar hiç bir şey üzerinde değildir!’ iddialarına benzediğini düşünüyor musunuz?
— ‘Cemaatlerdeki itaat kültünün ve aklı emanet vermenin’ İsrailoğulları ile ilgili ‘Hahamlarını rab ittihaz ettiler!’ ikazına benzediğini söyleyemez miyiz?
— Peygamberin örnekliği ve uygulamaları ortada iken ve dahi bunlar görünüşte görünümleri ile peygambere sahip çıkıyormuş gibi rol kapıp ahkam keserken, İsrailoğullarının Musa’ya ‘Sen gelmeden önce de sıkıntı çekiyorduk, sen geldikten sonra da!’ demeleri ile O’nun misyonuna ve vizyonuna uygun, Kur’anı rehber edinmiş, tağuta ve cahiliyyeye meydan okumuş rehberiyyetini hiç dikkate almadan, şekil ve şemaille, sarık, cübbe ve sakalla olayı geçiştirmeleri arasındaki benzerlik dikkatinizi çekmiyor mu?
— Deveye binme sünnetini önemser ve dikte ederken, peşlerine takıldıklarının zırhlı, pahalı markalarla bu sünneti (modernizm ve teknoloji karşıtlığı ile) ihya(!) etmeleri arasında bir tenakuz var mıdır? Ha, onlar layıktırlar değil mi? Hayır, bu olsa olsa dünyevileşmedir, belki laikliktir; dahası ‘peygamber layık değildi!’ anlamında bir hakaret ve hadsizliktir! İsrailoğullarının menn ve selva’ya karşı soğan sarımsak tercihi gibi!
— Peygamber gaybı bilmez bunlar bilir; O şefaati Allah’a ait kılar bunlar tekeline alır ve pervasızca, sınırsızca dağıtır(!); peygamber ‘yakîn gelene kadar kullukla’ emrolunmuştur, bunlar yakin/kesin bilgi(!)/olmak anlamında sorumluluktan kendilerini muaf kılarlar; O mucizesi, muciz kılan Kur’ana işaret ederken, mucizelerin arkasındaki sonsuz güç ve kuvvet sahibini gösterirken, bunlar kendilerine dikkat kesilir, kendilerini işaret eder kerametin bini bir paraya, uçarlar, suda yürürler! İsrailoğullarının daha henüz suyu muciz bir şekilde geçmişlerken, firavun ve ahalisine sunulan dokuz mucizeyi müşahede etmişken bakara’ya tapınmaları şaşılığına bir benzerlik kurabildiniz mi?
— Gönüllerindeki bu bakara sevgisini kesip atmaları istenmiş iken İsrailoğullarının çapraz ve kaçamak sorularla, bu işten imtina etmeleri, bu cemaatçiklerin sorgulamadan, verasetle önlerinde buldukları gelenekçilik sarmalına dönmüş ve modernleri ile takviye edilmiş hurafelerini, bid’atlerini, üretilmiş yeni din kırıntılarını terk etmek istememeleri ile örtüşmüyor mu?
— Mesih, Mehdi beklentisi, ruhbanlık icat edip hakkının verilememesi, peygamber yarıştırmaları ve öldürmeleri( birinde fiilen, bunlarda misyonu ve önemi açısından değer atfedeyim derken ulaşılmaz, örnek alınamaz kılınarak) arasındaki benzerlikler kafa yormaya değmez mi?
— İletilmiş vahiy sapasağlam, apaçık anlaşılır olarak ortada iken, onu anlaşılmaz kılıp farklı kaynaklara(!) yönelerek ‘Bu bize yazdırıldı!’ tarzından herzelerle, aynı durumun İsrailoğullarının hayatından bize örnek anlatılarak; ‘elleri ile yazdıkları..’, ‘kelimelerin yerlerini değiştirdikleri..’, ‘az bahaya satmaları..’, ‘vahyi tahrif ve tahrip ve tahfif etmeleri..’ şeklinde ‘Bu Allah’tandır!’ diye sunmaları davranışının verilen haberleri arasındaki benzerlik dikkate değer değil mi?
Hasılı, İsrailoğulları tarihinde bir bütün olarak okuyabildiğimiz ve sonuç olarak çıkarabildiğimiz; yanlış, eksik ve sapkın Allah/ peygamber/ din/ kulluk/ ahiret/ tevhid tasavvurlarının aynıyla, hatta farklı ve türedi versiyonların ilavesi ile bu cemaatçiklerde sürdüğünü, tekrarlandığını söylediğimizde çok mu haksızlık etmiş oluruz! Dahası bu algı(sızlık)larını emperyalist/ müstekbir/ tağut/ cahiliyeye karşı değil de aksine onların tarafından, adına ‘İslamcı’ denen, mü’min ve müslüman bir duruşu, teslimiyeti öneren, savunan kişiliklere yöneltmeleri daha büyük bir cürüm değil midir?
Cemaatçiklerin benzerlikleri üç aşağı beş yukarı böyle olup, asla uygunluk hassasiyeti ve iddiasındaki, kişilik ve kimlik inşası çabasındaki Allah’a ram oluş ve doğru bir cemaatleşme hedefi deklare eden müslüman(lık)la asıl farklar; ‘Kime ve niçin kulluk?’, ‘Hangi din?’, ‘Kur’an ne ifade etmektedir?’ ‘Nasıl bir peygamber?’, ‘İbadetin anlamı, ilkeleri, bileşenleri nelerdir?’, ‘İman, ibadet ve salih amel nasıl gerçekleşir?’, ‘Tevhid ve adalet ne demektir?’, ‘Cennet ve cehennem neyin karşılıklarıdır, nasıl kazanılır?’, ‘Şeytan, tağut, firavun nemrut, karun bel’am, mele ve mütref, cahiliye zulümat, şirk ve küfür, tefrika, isyan ve nisyan.. ne anlama gelmektedir?’, ‘İtaat kimedir, nasıldır?’, ‘İsyan kimedir/neyedir, nasıldır?’, ‘Kardeşlik/ vahdet nasıl sağlanır?’, ‘Bilgi/ bilinç/ düşünce/ tefekkür ve doğru davranış nasıl oluşur?’ vb. benzeri sorular/sorunlar etrafında cereyan etmekte ve ancak bu konularda kendini ve aklını yorup ‘kendine gelmekle’, imkanlarını ve kendini davası uğruna feda edebilmekle, tercihini ilan edip billurlaştırmakla, bunlara ‘kendince/ mezhebince/ meşrebince/ cemaatçiğince’ değil, sahici ve Allah’ı razı edebilecek evsafta cevaplar vermekle ilk ve doğru adım atılmış olacaktır! Bundan sonra farklar izale, doğrular ikame edilebilecektir!
Herkes buna göre tercihini yapsın, safını belirlesin; adımlarını ona göre atsın! Ekinini buna göre eksin, yönünü ona göre belirlesin! Kardeşini ve düşmanını kitabına uydurarak değil, Kitap’a uyarak belirlesin!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *