Hepimiz, çizgi filmlerdeki klasik sahneyi biliriz. Kedi bir uçuruma ulaşmıştır, ancak altında hiçbir şey olmadığı gerçeğine aldırış etmeden yürümeye devam etmektedir. Ancak aşağı baktığında ve farkına vardığında aşağı düşer.
“Doğu Almanya’dan bir adam Sibirya’da çalışmaya gönderiliyor. Mektubunun denetçiler tarafından okunacağını biliyor ve arkadaşlarına şöyle diyor: “Gelin bir şifre oluşturalım. Eğer benden mavi mürekkeple yazılmış bir mektup aldığınızda orada yazdıklarımın gerçek olduğunu bilin. Ama kırmızı mürekkeple yazılmışsa yalandır.” Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alıyor. Her şey mavidir. Mektupta der ki: “Burada her şey harika. Dükkânlar güzel yiyeceklerle dolu. Sinemalar batıdan güzel filmler gösteriyor. Apartmanlar büyük ve çok rahat. Tek satın alamayacağınız şey kırmızı mürekkep.” Bizim yaşadığımız da bu. İstediğimiz bütün özgürlüklere sahibiz. Tek eksiğimiz kırmızı mürekkep: tutsaklığımızı ifade edecek dil. Bize öğretilen özgürlüğe dair konuşma yöntemi, özgürlüğü tahrif ediyor. Ve burada yaptığınız şey bu. Hepimize kırmızı mürekkep veriyorsunuz.
Hepimiz, çizgi filmlerdeki klasik sahneyi biliriz. Kedi bir uçuruma ulaşmıştır, ancak altında hiçbir şey olmadığı gerçeğine aldırış etmeden yürümeye devam etmektedir. Ancak aşağı baktığında ve farkına vardığında aşağı düşer. Bizim burada yaptığımız şey bu. Wall Street’teki herifler “Heey, aşağı bakın” diyoruz.
2011 Nisan ortasında Çin hükümeti, televizyonlarda, filmlerde ve romanlarda öteki gerçeklik veya zamanda yolculuk içeren bütün öyküleri yasakladı. Bu, Çin için iyiye işaret. Bu insanlar hâlâ alternatiflere dair hayal kuruyor ki sen bu hayal kuruşlarını yasaklıyorsun. Burada bir yasağa gerek yok, çünkü egemen sistem hayal kurma gücümüzü tamamı ile bastırmış durumda. Durmadan gördüğümüz filmlere bakın. Dünyanın sonunu tahayyül etmek kolay. Bir asteroid tüm yaşamı yok ediyor, falan filan. Ancak kapitalizmin sonunu tahayyül edemezsiniz.”
Yukarıdaki metin Sloven düşünür Slavoj Žižek’ in, Wall Street işgalcilerine yaptığı konuşmasından bir kesit.
Burada üç önemli nokta var. Birincisi hakikatin gerçeğini/tutsaklığımızı ifade edecek kırmızı mürekkebimiz yok ikincisi ise alternatiflere dair hala hayal kuramıyoruz üçüncüsü ise ayağımızın altında hiçbir şeyin olmadığı gerçeğine aldırış etmeden tıpkı çizgi filmdeki kedi gibi yürümeye devam ediyoruz.
Nasılsa aşağıya baktığımızda düşeceğiz, bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. O yüzden bizler bir an önce aşağıya bakıp gerçekliğimizle yüzleşmeliyiz. Böylelikle gerçek anlamda yol almaya başlayabiliriz. Altımızda hiçbir şeyin olmadığına aldırış etmeden yürümeye bir an önce son vermeliyiz.
Artık şunu görmeliyiz ki kırmızı mürekkep yani hakikatin gerçeğini ifade edecek bir dil, bu bizde mevcut değil.
“Bu dönemin Müslümanları olarak hayatımızı farkında olmadan sürdürüyoruz ve büyük bir yanılsama içerisindeyiz.” (Atasoy Müftüoğlu, 14 Nisan İzmir konferansı)
Başkalarının kavramlarını başkalarının dilini konuşuyoruz. Ödünç alınmış hayatlar yaşıyoruz. İşin kötü tarafı ise hala birçoklarımız tüm bunların farkında değiller. Zannediyorlar ki yaşadıkları hayat kendi hayatları fakat bu mümkün değil. Başkalarından ödünç aldıkların bir yaşamı tüketirken biz aslında kendimiziz demek çok tuhaf bir ifadedir.
Bir müddet sonra bizlere sunulan bu hayatı öylesine kanıksıyoruz ki gerçekleri bir kardeşimizden duysak ve söylenilenlerin doğru olduğuna inansak bile bu doğruları yaşamaya yanaşmıyoruz. Üzerimize giydiğimiz batılı elbiseye düzülen binlerce methiye, övgüler bizleri sanki güzel bir şeyler yapıyormuşuz gibi bir düşünceye kaptırıyor. Hal bu ki bir hareketimizi, düşüncemizi İslam’ı kendisine rehber edinmemiş başkalarının övmesi aslında doğru bir yolda olmadığımızı gösterir.
Atasoy ağabeyin dediği gibi biz nasıl düşünürsek düşünelim hala büyük bir çoğunluğumuz “batılı kavramlar doğrultusunda düşünmektedir. İslamı yalnızca maneviyat biçimine indirgemiştir. Kendi kavramlarını kullanmaktan hala imtina etmektedir. Bu hali ile kendimizi yenilemiyor niteliğimizi arttırmıyoruz. Tek akla mahkûm olmaya devam ediyoruz. Kendimize dönmeyi ret ediyor hep başkalarının düşüncesini ödünç alıyoruz. Cemaat liderlerinin aramıza insan olarak dönmelerine hala razı değiliz. Birçok kardeşimizin referans kaynağı İslam değil demokrasi olmuş durumda ve bundan herhangi bir rahatsızlık hissetmiyor. İslam dünyasına demokrasi ihraç edilmesini olumlu bir şeymiş gibi algılıyoruz. Bu hali ile hala tarihin seyircileriyiz aktörleri değiliz. Ve hala 1430 yıldır Kur’an’ı nasıl anlayacağımıza karar veremedik. Gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz.”
Ve hala bizler doğruları yazabileceğimiz renklere sahip değiliz. Her yanımız her anlarına kör kalıp renkleri anlatanlarımızla dolu. Hayatımızı yönlendiren insanlar var ve bizler bunun farkında değiliz. Gücü elinde bulunduran hiç kimse ama hiç kimse düşünmemizi, bir şeylere kafa yormamızı istemiyor. Bizlerde alternatif bir yaşam hayalini kuramıyoruz. Onların düşünceleri ve hayalleri içerisinde kendimize yaşam alanları oluşturuyoruz. Belki bir gün bu halimizden rahatsız duya ve kendi evimize dönmeye razı oluruz.
Böylelikle inşallah bizler bir gün gerçekten kendi hayatlarımızı kendi kavramlarımızı kendi dilimizi yaşayabiliriz. Hiç kimse bizleri kendi kelimeleri ile kontrol etme cesaretini gösteremez. Bunun için tüm zamanlarda kendimizi bulmak için çok çaba harcamalıyız. Değerlerimizi geçmiş kültüründen kurtarıp günümüze taşımalıyız. Sorularımızın cevabını bulmak için geçmişe gidip durmamalıyız. Sorunlarımıza günümüzün gerçekleri ile cevaplar aramalıyız. İnşallah bu bizleri her daim canlı tutacak üzerimizdeki duygusuz hareketsiz hal kaybolacaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *