nerede Allah’ın dininin, hakimiyetinin temini, mesajın/vahyin anlaşılması, İslam’ın tebliğ ve daveti konularına etkisi ve katkısı? İnsanlara ne sunuyor, neye çağırıyorsunuz? Dahası bir çağrınız var mı?
Bir şey; davranış veya söylem ayıp da karşılanabilir, günah da! Bizler hayata Allah’ın bak dediği yerden bakarsak hataya düşmeyiz. Yoksa üzerimize pislik yağar durur. Bunun için biz ayıptan önce günahı önceleriz. ‘İnsanlar ne der’ demeden önce ‘Allah ne der’ diye endişeleniriz. Kullardan utanmaktan önce kulların kulluğa memur oldukları Allah’tan korkarız. Bu korkunun/O’nun sevgisini ve merhametini yitirmekten sakınmanın sebebiyledir ki, Allah’tan korkmayandan korkarız/uzak dururuz/korunuruz.
‘Allah’tan korkmuyorsun, bari kuldan utan!’ sözü de irdelenmek gereği ile beraber, en azından ‘kastedilen anlamında’ doğru bir yaklaşım görülebilir. Yani ‘bir sınırın olsun, hayvanattan farkın kalsın, insanlığını hepten yitirmeyesin’ anlamında!..
Şimdi meselemiz şu ‘türkçe olimpiyatları’… Tamam ‘bir sosyal etkinlik, kültürler arası etkileşim, ülkenin tanıtımı’ vs. diyebilir, bunun için çaba gösterebilirsiniz. İngiliz emperyal dilinin her yanı kuşattığı bir ortamda kalkıp herhangi bir dilin etkinliğini gerçekleştirebilirsiniz. Lakin mesele sadece şarkı türkü boyutunda, folklorik çerçevede kalırsa –ki öyledir- oyalar, oyalanır, coşar geçersiniz! Nerede bilim ve sanattaki etkinliği, işlevi! Kendi tarafımızdan bakınca; nerede Allah’ın dininin, hakimiyetinin temini, mesajın/vahyin anlaşılması, İslam’ın tebliğ ve daveti konularına etkisi ve katkısı? İnsanlara ne sunuyor, neye çağırıyorsunuz? Dahası bir çağrınız var mı?
Mesaj insanlara elbette dil vasıtası ile ulaşacaktır, ulaştırılacaktır! Ancak ‘anlamın ortaya çıkması’ insanların düşündükleri başta olmak üzere konuştukları dilleri üzerinden olmalı değil midir? Allah’ın yarattığı farklı dilleri ‘bilişmek/tanışmak’ amaçlı yaratması, ticari kaygılar, sosyal etkinliklerin çok ötesinde daha öncelikli ve önemli olarak, ‘kardeşlik’ vurgusu ile Bir olan Allah’a, birlikte doğru bir kulluk sergileyebilmek amaçlıdır. Bunun yol ve yöntemlerini, vesilelerini aramak, renkleri ve dilleri arada engel oluşturmayacak şekilde, birer araç olarak görmekle, aynı bakış açısını yakalamakla, kalpler aynı hassasiyetle atarak/atarsa mümkündür.
Şimdi olimpiyat meselesine dönersek; türkçeyi insanlara götürdüğünüzde Allah’ın dinin götürüyormuş havasına kapılmak, aklı havalarda olmak ve heva ile ilgili bir durumdur! Bunun din dili ve tebliğ ve davet ile hiçbir alakası da yoktur. Daha önemlisi de ana dilini konuşamayan, kullanamayan, bunun yasak addedildiği din kardeşleriyle aynı coğrafyayı paylaşan insanların arasında bu faaliyeti gerçekleştiriyor olmak hem ‘günah’ hem de ayıptır! Günahtır; zira ayeti dikkate almayan, Allah’ın dilleri ve renkleri bir ayet/işaret kılmasını anlayamayan bir boyutu vardır. Ayıptır; daha yeni, Uludere’de hangi kirli oyunlara kurban gittikleri bile açıklanamayan bir şekilde birçok can yanmış, yürekler dağlanmış diller lâl olmuş iken, bunu okuyamayarak, bunu gerçekleştirmek, hani en azından konjonktür gereği çok yanlıştır! Bu işin öncülüğünü yapan çevrelerin, kendilerini isimlendirirken ve değer/muktesebat olarak yaslandıkları üstadlarının hayatı, sadece cumhuriyete geçiş döneminde başına gelenler, mezarının dahi yok edilişi hiç mi akıllarına gelmez? Bu nasıl tenakuzdur! Onun dilinin kürtçe olması ne anlama gelmektedir? Bunun bir kıymeti harbisi yok mudur? Bir dil yasaklanacak, kullanılamayacak, Allah’ın ayeti olduğu unutulacak, diğerleri teşvik edilecek, olimpiyat konusu kılınacak! Bedenlerin köleliği kötü de zihinlerin/yüreklerin çarpılması, baygınlığı, akılların teslimiyeti ne kötüdür!
Bunu planlayanlar, gerçekleştirenler, katılımcılar ve destek olanlar hemen, hem tövbe etsinler, hem de hepimizden, başta kürt kardeşlerimiz olmak üzere özür dilesinler!
Bakınız bunu sadece ‘tercih’ anlamında da ele alabilirdik. Şöyle ki, o gün yer yerinden oynuyor, insanlar fevc fevc(!) statlara doluşuyor! Caddelere, sokaklara sığmıyor! Bu şükredecek bir durum değil, acınacak, ağlanacak bir durumdur! Katılımcıların bir istatistiği, analizi yapılsa; kaçta kaçı kürttür, ne kadarısı ayniyet ve aidiyet ile oraya gitmiştir, coşku ve müzikal bakarak katılanlar hangi orandadır? Bizim yaşadığımız gibi, aynı saatlere denk gelen, beğenirsiniz beğenmezsiniz, eleştirisiniz onaylarsınız, katılırsınız katılmazsınız, doğru din algısı, kulluk/ibadet algısı, ayniyet oluşturmak için gerçekleştirilen bir çabaya katılımla mukayese edin de görün bakalım, ne sonuç çıkacak ortaya? Nitelik nicelik vurgusu gibi! Aynı ters orantıyı kutlu doğum etkinlikleri çerçevesinde de yaşamadık mı? Gidişat nereye? Nereye evriliyoruz? ‘Dindarlık’ ne anlama geliyor, bu vasatta? Gelenekçilik dinin rengini bırakıp, devşirdiği fulü/gri renklerini her yana vurma çabasında; muhafazakarların, dini dar dindarların eliyle, diliyle! Dahası bunu modernizm ötesi post modern yöntemlerle, yeni renk zonalarını buralardan kotararak, daha bir aşkla(!) gerçekleştiriyorlar!
Artık bu saatten sonra, ‘ya eleştiriyi bırakın, bir şeyler siz yapın, eleştirmek kolay, Müslümanlarla uğraşmayı, birbirinizle didişmeyi bırakın..’ ifadelerinin bir kıymeti olabilir mi? Bu söylemler kimin işine geliyor. Suyu nerelere taşıyor. Doğru bildiğini söylemek ne zamandan beridir işten sayılmıyor? Biz bir şeyler yapıyoruz da birileri, bizden denilen birileri/çevreler gölge etmeseler, engel çıkarmasalar! Sakın yanlış anlaşılmasın; biz birileri ‘bizden değildir’ diyecek konumda değiliz! Buna ne yetkimiz vardır, ne de böyle bir haddimiz olabilir! İşimiz doğrular anlaşılsın, bu iletilen vahyî doğrular hayata şamil kılınsın adınadır! Ulaştığımız doğruların paylaşılması adınadır! Bu böyle olursa zaten, ayaklarımızı sağlam basabilir, adımlarımızı daha emin atabiliriz!
Bizler hepimiz, aynı havayı soluyoruz, ayrı iken birbirimizden soluyoruz! Rüzgarımız, birlikte olmaktan beslenmekte, eğer biz doğru kaynaklardan, doğru kanallarla beslenebilirsek!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *