Gençlerle teatimiz ‘Protest Mantık..’ isimli yazımız ve de yazının hiç nokta kullanılmadan, tamamen ‘ünlem işaretli’ olarak bitirilmesi üzerinden başladı.
Kısa bir hafta sonu programı ile Konya ve İstanbul’daki dostlarla berber olma fırsatı bulduk. İletişim teknolojilerinin ulaşılamaz hale geldiği, haz ve hız aşıladığı, kişiyi kendine önce âşık, sonra tüketim kölesi kıldığı bir vasatta bu ziyaretleşmeler önemsemeli, trafiği, inadına değil ‘imanımıza’ binaen artırmalı, döngüyü, akışı tersine çevirmeye çalışmalıyız. Zaten çeldiricilerin ve mazeretlerin çoğaldığı, bireyselleşme ve dünyevileşmenin önünün alınamaz hale geldiği şu zamane zamanlarda, birbirimizin elinden tutmalı, safları sıklaştırmalı, sürüden ayrılacak olanı kurtların / çakalların kapmasına, ellerimizle fırsat sunmamalıyız. Ellerimizi ellerimize, seslerimizi seslerimize, imkânlarımızı imkânlarımıza katarak, kardeşliğin yaşanılır bir gerçeklik olduğunu ve zannedildiği kadar zor bir iş olmadığını ispat etmeliyiz. Burada şartları zorlamak gerekiyor. İşi oluruna bırakamayız. Hiçbir şey boşluk kabul etmiyor. Gönüllerini / kalplerini açamayanların evlerinin kapılarını açması zordur. Yoksulluk değil ‘yoksunluk’ daha öncelikli sorunumuzdur. Mal mülk emanettir. Gerçek sahibinin yoluna seferber edilmelidir. ‘Malını dağıtmayanı malı dağıtır’ meseli aklımıza mıhlanmalıdır. Hiçbir mazeret aşılamaz değildir; insanın kendi zannınca, kendince kendine dayattıkları dışında…
Bu programların çok organize olmayan ilk ayağı Konya’da, fikri teatilerle fikirlerimizin tekrarı, sağlaması ve aktarılması fırsatı yakaladık. Dostları dinledik. Dostlar edindik.
Keza turumuzun ikinci ayağında, İstanbul’da ‘Kur’an Nesli’ derneğinin bir faaliyeti olarak ‘Peygamber Telakkisi’ konusunda, sonuçlarını katılımcıların talepleri ve ilgileri doğrultusunda Rabbimizin halkedeceğini düşündüğümüz, düşüncelerimizi kısaca ve kısa süreli de olsa paylaşma imkânı bulduk.
Rabbimize ne kadar şükretsek azdır; genele bakınca ümitsizliğe kapı aralayacak bir sürü tersine akışa rağmen, imanımızın en büyük imkân olması ve bu dine inananların lügatlerinde ‘karamsarlık/ümitsizlik’ tarafına yol olmaması hasebiyle bizlere daim ışığını sunmaktadır.
Her iki mekânda da bizlerle olup bizlere, kapılarını açmanın yanında kucaklarını, gönüllerini açan, fırsat sunan dostlara ‘selam ve teşekkürü’ borç biliyoruz. Bizleri kardeş kılan Rabbimize daim ve tekraren hamd ü senalar olsun. Bir kardeşimizin İstanbul’un malum trafiğine rağmen, liseden tanışmışlığın verdiği bir etken ile bizlerle beraber olarak sunduğu, en azından moral destek ise her türlü övgünün üstündedir. Kardeşliği teoriden çıkarıp yaşanılır bir olgu olduğunu ispat eden, ‘jest’ kelimesine sığdırılamayacak bir erdemdir. Yine kitlelerin alternatif kutlu doğum etkinlikleri ile coştukları bir vasatta, genelin aksine daha sorumluluk yükleyici, daha bir akletme ve fedakârlık isteyen, getirisinin müşahede edilmesinin de farklı bileşenlere bağlı olduğu, götürüsünün ise kolayca gözlenebileceği, salih bir eylem nitelemesini hak edecek tercihleri de övgüyle anılmayı hak ediyor. Biz üzerimize düşenleri bihakkın yaparsak, biliyor ve iman ediyoruz ki, Rabbimiz vaadinden asla dönmez, O gereğini yapacak, karşılığını verecektir…
Salonların hınca hınç dolduğu, en üst makamlardan ve en üst perdeden, iletilen değil üretilen dinin ve ona dayanan peygamber algısının, o kitlece yoğun alkışlarla desteklenmesi, neyi kabul edip neyi reddettiğini bilmeyecek kadar irade ve akletmekten yoksun, aşk ile şevk ile batın ile işi kestirmeden ve kolayca, bedel ödemeksizin, çaba göstermeksizin, fedakârlık gerekmeksizin, toptancı ve ortaklıklara açık bir algıya indirgenmiş oluşu, paylaştığımız üzre işimizin ne kadar zor olduğunu, ‘hohlayarak’ buz dağlarını eritme misyonumuzun ne denli fedakârlılıklar ve kararlılıklar istediğini, bu iletilen dini merkeze almaya uğraşıldığı etkinliklerin, öncesiyle ve modernleriyle gelenekçiliğin sarmaladığı kitleler nazarında dikkat çekmemesi, ilgi gösterilmemesi mukayesesi ile kolayca anlaşılabilir. Bizlerin etkinliklerimize ‘anma değil anlama’, ‘nicelik değil nitelik’, ‘alternatif değil asli program’ yüklemesi yapmamıza ve bunların sıradan birer kültürel faaliyet, sosyal aktivite olarak algılanmasının yanlış olacağına dikkat çekmemize rağmen, bu ancak; dinleyici ile konuşmacı, anlatan ile anlayan arasında karşılıklı, çok yönlü, sıkı ve tekrarlı, planlı ve programlı, sürdürülebilir ve organik bir etkileşim ve iletişim dilinin kurulabilmesine bağlıdır. Dini seven ve fakat bilmeyen, ne getirip ne götürdüğünü idrak edemeyen, dindar ama dini (algı ve anlayışı) dar çevrelerle, tabiri caizse bardağı kırmadan, bardaktaki yanlışları/kirleri/zararlıları giderip yerine Kur’anın ve dolayısı ile Rabbimizin bildirdikleri, resulün şahsında örneklendirilmiş doğruları ikame etmek asli çabamız olmalıdır. Doğru peygamber algısı ancak Kur’andan alınabilir. Sözlerimizden çok yapıp etmelerimizin dikkate alınacağı unutulmamalıdır. Peygamberimiz ve ashabı daha Kur’an sürecin başında iken, imanlarını ve Allah’ın ‘rab, ilah, rahman, rahim, malik, hakim..’ olarak, çok açık ve net olarak ilan edilmesi ve bu uğurda yola koyulmaları, duyurularını nitelikli olarak gerçekleştirmeleri hasebiyle, o malum rüşvet teklifleri ve ötesinde tehditlerle karşı karşıya kalmışlardı. Bugün dillerde şimdiye kadar hiç olmadığı kadar, ‘selatü selamlar’, ‘kelimei tevhidler’ dolaşır, hatimleri yapılır olmuş, ama ne söyleyenin ve ne de dinleyenin ‘acaba’ demediği, kendini, sorgulama ve düşünme durumunda hissetmediği bir hal ve tavır oluşmuş. Bunun ne bireysel ve ne de toplumsal değişime ışık tuttuğu görülmüştür. Tabirimi mazur görünüz; papağanca tekrarlandığı, içeriğinin/muradının dışarıda tutulduğu, birer adet halinde algılandığı için hiçbir yaraya şifa sunamadığı gibi, aksine onulmaz yaralar açtığı bir gerçektir.
Turumuzun ikinci ayağı ile ilgili davete zar zor yetişip akabinde, yarınki mesaiye yetişme zorunluluğundan, ‘zer’ işlerden olmasını temenni ettiğimiz programın bitimiyle, tekrar kendi mekânlarımıza dönme yolunda, tüm zorluklar bertaraf olmuş, sıkıntılar aşılmış ve bir dinginlik içinde olarak Rabbimize bir daha hamd edebilmenin yeğinliği anlatılır gibi değil. Bunun değeri asla kıyas edilemez, ölçülemez. Değil mi ki ‘risalet’ ve ‘hidayet için/yoldan çıkan insanlığı tekrar doğru yola kılavuzlamak için gönderilmiş vahiy’ en büyük hamd vesilesidir ve bu seyrü sefer de bunun içindir. ‘Rabbim emeklerimizi zayi etmeyeceğini ve yaptıklarımızın en güzeliyle ve lütfundan daha iyisi ile karşılayacağını..’ söylüyor, bundan daha büyük bir müjde ve yola koyulmak için aranacak başka sebep olabilir mi?
Şimdi turumuzun birinci aşamasına dönersek; on kişilik bir grupla kısa bir tanışma, bilişme ve ihmali ile neleri yitirdiğimizi hep kabul etmek durumuna düştüğümüz gençlerle iletişimin, tecrübe ve bilgi aktarımı çabalarının terk edilemez oluşunu bir daha fark etmemize sebep olan fikir teatisi buluşması da anmaya değer. Kaldı ki bizler gencinden yaşlısına, bayanından erkeğine, köylüsünden kentlisine ihmal edilebilir hiçbir muhatap kitlesi düşünemeyiz. Ebeveynler olarak, zaten, farklı ve yanlış bir yarışa, en acımasızcasına ve her tülü dünyevi harcamayı yaparak onları ellerimizle itiyoruz. Gerçekte onları ‘harcadığımızı’ düşünmeden, iyi niyetle ve onların iyiliğini isteyerek hem de. Asıl ‘hayr’ın ne olduğunu hesap etmeden. Asıl fedakârlıklarımızı unutarak. Onlara asıl imtihanı hatırlatmadan. Ve kendimizi de ihmal ederek… Hasılı özrümüz kabahatimizden büyük.
Gençlerle teatimiz ‘Protest Mantık..’ isimli yazımız ve de yazının hiç nokta kullanılmadan, tamamen ‘ünlem işaretli’ olarak bitirilmesi üzerinden başladı. Biz gelmeden ünümüz ünlem üzerinden gelmiş. Yani ‘ünlemle ünlendik’. Bu da bir şeydir ama ‘Beni bir sen anladın, sen de yanlış anladın’ ifadesinin tahakkuku gibi bir durum söz konusuydu ve tashihi gerekiyordu. Kur’anın da ‘cifr, ebced’ hesapları ile harf ve kelime sayıları baz alınarak hayattan uzak bir konuma itildiği, insanların akıllarının çelindiği vakıası gibi bu nokta(lama)ya takılmanın manayı ihmal etmek ve/veya anlamamak anlamına gelebileceğini söyleyip bir ‘eleştiri’ yazısının buna açık olabileceğini vs. ekleyerek durumu kurtarmaya, tashihe çalıştık. Herhangi bir yazının herhangi bir noktasına takılmak mümkündür oysa. Bir eleştiri yazısının eleştirilmesini eleştirmek pek kolay da değildir de iş, ünlem kadar değil de nokta kadar bir tashih gerektirseydi. ‘Eleştiri’ bu manada dirilik ve doğruluk temin edici bir unsur olarak, bir ok gibi değil de turnusol kâğıdı gibi alınabildiğinde yararı inkâr edilemez. O esnada bir maç da gündeme geldiğinde ‘Futbol Özelinde Boş İşlere Veda’ yazımıza atfen, olgunun felsefesine dair bir iki kelam edince, genelin gitme eğilimine rağmen, neticede iki fire ile durumu kurtarmamız, kalanların ‘söz dinlemekten’ öte ’sözü dinlemek’ becerisi göstermeleri de övgüye değer doğrusu.
Suriye olaylarından fıkhî meselelere, parlamenter yol olarak parti meselesinden metod ve yöntemlerimize, ‘oku’maktan bilgilenme ve bunu çoğaltma gayretlerine, çeldirici ve mazeretlerden esas sınav gerçeğine kadar geniş bir yelpazede kısa ve fakat ilk adım olarak faydalı bir ufuk turu gerçekleştirdik. Gençlerin iştiyakı, alıcılarının açık oluşu, beyefendi duruşları, bunca hengâmede hassasiyetlerini koruyor oluşları, kardeşliği her türlü ulusal/etnik/ırkçı oyunların oynandığı bir ortamda yaşıyor oluşları, paylaşımları, gelenekçiliğin en kesif hissedildiği mekânlarda özgün kalabilmeyi başarmaları her türlü takdiri hak ediyor. Bu noktada bir övgü ve teşekkür de onlar üzerinde emeği, onlarla bir şekilde irtibatı/irtibatta olanlara… Bizler yeter ki, doğruları işiterek, uyalım, uyaralım ve akabinde, duyurup anlatarak, örnekliğini sunarak/şahitliğini yaparak bir çınır açalım, iz bırakalım. Ve bazı yapıp ettiklerimizle, söyleyip sustuklarımızla gölge etmeyelim. Allah kardeşlerimize kolaylıklar versin, gerçek ‘başarı’ konusunda ayaklarını sabit kılsın. Hepimize/hepimizi de…
Son olarak, tüm ünlem kullanmama niyetime/gayretime rağmen, bu yazıda bir defalık da olsa ‘usulümüzü bozmayalım ki vusulümüz olsun’ diyerek ve ünümüzün hakkını vererek bitirelim!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *