Rüzgârlar bazen dışarıdan, bazen içeriden, bazen kuzeyden, bazen güneyden; gâh sert, gâh ılıman esecektir! Bazen fırtınalar kopacak, bazen ortalık süt liman olacaktır!
Şubatların bin yıl sürecek dayatmasındaki /tehdidindeki ayazlarından kurtulduk /ne/ mu/tlu! Acaba Rabbimizin ‘Nasr’ suresinde muştuladığı ‘fevc fevc’ dine teveccüh zamanlarına mı erdik? Eğer öyleyse, başka bir aşamada; ‘şükrü artırma’, kulluğu billurlaştırma, istiğfar ve Rabbimizi hamdiyle yüceltme aşamasındayız demektir! Ve bu aşama sonuca göre değil kulluğa göre şekillenmektedir; kuldan istenen daima kulluk ve her halükarda şükürdür!
Gerçi bu aşama da bir son değil, süreçten bir kesittir ancak! Zira imtihan sürmekte ve Rabbimiz günleri aramızda döndürmektedir!
Şubatın 29’u olsa ara verir, dört yılda bir gelirdi! 28’i olduğundan her sene gelecek demektir. Bize düşen hazırlıklı ve donanımlı olmaktır. Tezgâha gelmeyecek, düzenleri boşa çıkaracak, zemherilerin soğuğuna çeliklenmiş olarak hazır bulunacak, zor zamanları zer bilinciyle aşacak bir irade ve kulluk/ibadet şuuru içinde nitelikli bir birey olmaktır. Bu ‘birey’ vasfı da cemaatin ‘Ben’ bilincindeki ‘Biz’ adayı ve bileşeni/parçası, aktif ve sorumluluğunu müdrik etkin üyeliği ile muttasıf olacaktır.
Rüzgârlar bazen dışarıdan, bazen içeriden, bazen kuzeyden, bazen güneyden; gâh sert, gâh ılıman esecektir! Bazen fırtınalar kopacak, bazen ortalık süt liman olacaktır! İmtihan bazen zorlaşacak, bazen görece kolaylaşacaktır! Bazen sopa, bazen havuç politikaları ile karşı karşıya kalacağız. Tehdit bazen nefsimizin vesveselerinden, bazen şeytanın iğvalarından, bazen daha dışarıdan şeytandan rol kapıp ona avenelik edenlerden; belki en yoğun olarak bunların bileşkesinden gelecektir!
Bizim müsait oluşumuz, mikroba karşı aşısız ve savunma mekanizmamızın zayıf oluşu, kendi ellerimizle fırsat bekleyenlere fırsat sunmamız, olay ve olguları doğru okuyamayışımız, kuzu postuna bürünmüş kurdu dost zannetmemiz, gücümüzün ve dışımızdakilerin güçsüzlüğünün/sanal gücünün farkında olmayışımız gibi etkenler zemherilerin ağırlaşmasına sebep olmaktadır!
‘Balans ayarı’ elhak doğrudur ve gereklidir! Lakin bunu dışımızdakilerin değil, bizlerin Hak’tan gelen hakikatlerle yapmamız ve de sık sık güncelle/n/memiz gerekmektedir. Balans ayar mekanizmanız yanlış ve eksik olursa, zinhar ayar tutamazsınız! Daha da onulmaz arızalara düçar olursunuz! Dışarıdan balansçılara davetiye çıkarırsınız! Kelden saç merhemi dilenir hale gelirsiniz!
Yazdan yakıt ve gıda ikmalinizi yapmazsanız, kapı baca izolasyonunu halletmezseniz, hava kaçaklarına/sirkülâsyonuna tedbir almazsanız kış zor ve çetin geçecek demektir! Artık ya himmete/sömürüye açık olacaksınız, ya da Allah’tan yersiz/haksız bir beklenti ile kışı ertelemesini, yazı erken yazmasını bekleyeceksiniz! Kıyamet alametleri dökümü yapıp Mehdi/Mesih beklercesine!.. İşte asıl mesele; bu harici etkilere açık müsait olma durumumuzu, edilgenliğimizi, nitelikten uzak kararsızlık içinde istikametini kaybetmiş görüntümüzü izale edebilmektir! Böylece balans ayarına kimse yeltenemeyecek ve bizler ayarı yetkisiz yerlerde değil, nitelik içinde etkili ve yetkili ellerde, kendi Kur’an iklimimizde bulabileceğiz!
Yoksa, yetkili ve etkili servisler diye teslim olup sığındığınız sahte balansçılar sizi bir daha ayar tutmamacasına ayarsız hale getireceklerdir! Siz istemediğiniz halde size ayar vermeye kalkanların hile ve entrikaları bunlardan daha kötü olamaz asla! Gönüllü teslim olunan etkisiz ve yetkisiz servisler kaçak olarak/Allah’tan onaysız işlettikleri işletmelerinde işlettikleri müşterilerine öyle bir ayar çekmektedirler ki şeytana hacet bile kalmamaktadır! Atmaya kalksan atılmaz, tamire kalksan ayar tutmaz! Burada hırsız kim ev sahibi kim ayırt etmek o kadar zor ki; hangisinin daha suçlu olduğunu ilan edelim! Tasavvuf tarikat, gelenekçilik atalardan tevarüs örf ve adetler, mezhepçilik, gurupçuluk/hizipçilik, hâsılı şeyh ağabey, mele molla, kanaat önderi cemaatçik lideri derken üretilen sözde ayar istasyonları, öyle icazetsiz ve acemi ellere terk edilmiştir ki ‘ayarsızlık’ ayar zannedilir olmuş! Dış(l)arı(n)dakiler ne kadar ayar üzre de olsalar da türlü ithamlarla karalanmaya, uzak kılınmaya, çekim alanı olmaktan gizlenmeye çalışılmaktadır!
Tamamen dışarıdan, dinin d’si ile dahi kavgalı ve ılımlısı da dahil hiçbir biçimine tahammül bile edemeyen, bizatihi şeytanî unsurların ayar dedikleri zaten ‘ayarsızlık’ üzerine bina edilmiştir! Çizgi dışındakiler hizaya getirilecek; demokrasi ile, özgürlük ile, rasyonalizm ile, yeryüzü ilahlığının insana ait kılınması iddiası ile/modermizm ve post modernizm ile bomba vasıtası ile bile olsa tanışık, barışık kılınacaklardır!
Kula, kendi de kul iken, kulluğunu unutup ilahlığa ve rabliğe soyunan müstağni ve müstekbir, nefsinin fücuruna uyan ins şeytanlarının ayarı hiçbir fayda sağlamadığı gibi onu ateşe sevk edecektir! Kulu yaratan ve her türlü özelliğini yükleyip onu en iyi bilen Yaratıcının pusulası insanı doğruya kılavuzlayacaktır. Gerisi beyhude arayıştır! Ayar isteyen bu şaşmaz ve eşsiz kılavuza uymak zorundadır. Kendini bununla kritik etmek mecburiyetindedir!
Şimdi ya dünyevi ve şeytanın güdümündeki ipi boynunuza geçirip o ayar(sızlık) ile ateş vadilerine yönelecek, ya da size/bize uzatılan eşsiz, şaşmaz, kopmaz ipe hep birlikte sımsıkı ellerimizle tutunup iki yurtta da hasene’ye talip olacaksınız! Tercih bu kadar bariz ve net!
‘Balans ayarı’ gereği/gerçeği apaçık ortadadır! Anlam sorunu, içerik problemi, işlevsellik sıkıntısı yaşadığımız aşikârdır! ‘Ey iman edenler iman ediniz..’ vurgusunu ibraz edercesine!.. Yalnız balans değil; kaportadan aküye, şarjdan marşa, mekanikten yakıt sistemine, hasılı tepeden tırnağa, baştan ayağa revizyon, bakım ve onarım ihtiyacı içindeyiz! Lakin bunu ‘kim ve nasıl’, ‘ne ile’ yapacak? Uçak bakımını taksi kılavuzu ile, kamyon bakımını gemi kitapçığına göre yapar; elektrik bakımını marangoza, kaportayı mekanikçiye emanet ederseniz, tamirat değil tahrifat, bakım değil başkalaşım ile karşılaşırsınız! Ameliyat gereken yere pansuman, pansuman gereken yere cerrahi işlemi uygular ve ‘yarım doktora’ kendinizi teslim ederseniz, akıbetiniz ‘yarım hoca’ sendromu benzeri olacaktır!
Ben ‘balans ayarının’ gerçekten sahihini, en hakikisini, tek doğrusunu en güzel tarzda tavsiye ederim, ama kim inanır bilemem! Hidayet talip olana, yola koyulana Allah’ın takdiridir neticede! Aksi halde daha çok ayarlar yapılır/gerekir; tutsa da tutmasa da! Ki asla tutmayacaktır; doğrusu uygulanmadıkça! Hani; malum sürecin senaryo kapsamında üretilen (Kurtla Kuzu hikâyesi!) gerekçelerinden Bekir Yıldız (Sincan Belediye Başkanı) metaforu vardı, ‘doktor temsili’ de diyebileceğimiz: Hastasınız, iğneden korkuyorsunuz, istemiyor, mukavemet gösteriyorsunuz, doktora ve görevlilere ‘sin kaf’ ediyorsunuz; iğneyi zorla(!), elinizi kolunuzu bastırarak yapıyorlar – ki bu metod olarak ancak tekrara, farklı davet yöntemlerine hamledilebilir-, sonunda rahatlıyor, görevlilere müteşekkir kalıyorsunuz! Keşke bizim balansımızda böyle olsa! Dahası müstekbir ve emperyalist çevreler bu iğneyi tersi amaç için ve uygun olmayan dozlarla yapma eğilimindedirler! Onlar balansı, bozma; sözde ayarı, dikiş ve ayar tutmama üzerine bina etmektedirler! Felsefelerini; dejenerasyon, deformasyon, tahfif, tahrip, tehdit ve tedhiş gibi yanlışlar üzerine kurmaktadırlar, ki tahakkümlerini, sömürü düzenlerini sürdürebilsinler! Süte su katmakta; ifsad, isyan ve inkar üzre düşünüp davranmaktadırlar!
Onlar asli rollerini oynamaktalar da ya bize ne oluyor? Rüştümüze erememişiz ki dost ile düşmanı ayırt edemiyoruz? Tercihimiz niçin bir fark oluşturmuyor? Mümeyyiz vasıflarımız yok mu? Kurtla kuzuyu ayıramıyorsak suç kimin? Aynı yılan deliklerinden (parlamenter sistemin demokrasi ve liberal eksenli oy’unları, tasavvuf dininin iğdiş edici afsunları, gelenekçiliğin hurafeleri, modern ve postmodern hurafe ve kuramlar, bilim temelli cahiliye yanılsamaları, entelektüel bedavacılıklar, ilim,iman ve ibadetin arasını ayırıcı gevşeklikler..) kaçıncı kez ısırıldık? Tarih niçin tekerrür edip duruyor?
Elindeki geçer akçe/kopmaz kulp/ Sonsuz güç sahibinden neş’et eden güç/hak ve hakikat düsturu yol kılavuzu/zulümattan nura çıkaran hidayet rehberi dururken değersiz ve geçersiz kalp/kulp olan, teneke kabilinden beş para etmez, sahte ve yoldan çıkarıcı, sanal ve banal, geçici ve sönmeye meyyal sözde, ışık kaynağı bile olmayıp olsa olsa çakıp sönen bir şimşek kabilinden önümüze uzatılan çürük kaynaklara; zan, heva ve heves ürünü, üretilmiş olana yaslanırsak asla ve kat’a onamayız ve hiçbir da zaman ayar tutamayız! Gün yüzü göremeyiz! Ne yüzümüzü ne kendimizi yerden kaldıramayız! Ne yönümüzü ne istikametimizi bulamayız! Ne dünyamızı ne ahiretimizi kurtaramayız! Allahın boyasından başka -yeşili de dâhil!- boya arayanların sonu renksizliktir! ‘Kendimize gelmedikçe’ ayar vericilerden de kurtulamayız, ayar da tutmayız!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *