İşi gerçekten bilen, tercihinin farkında, bilgisini imana, imanını sahih davranışları ile toplumsal örnekliğe dönüştürme düşüncesinde olanlar, olduğunu iddia edenlerdir. Bizce asıl işleri zor olanlar bunlardır!
İlk iki yazımızda meselenin aklımıza gelen boyutlarını kendi ufkumuzca ve dilimiz döndüğünce paylaşmıştık! O yazılarda asıl konumuzun alt yapısını hazırlamak ve ‘işimizin ne olduğu’ ve ‘zorluktan kastın ne olduğu’ değinilerinde bulunmuştuk. Şimdi ‘işimizin neden zor olduğu’ tezimizle ilgili görüşlerimizi paylaşabiliriz. Biraz konunun etrafında dolandıktan sonra inşallah serinin son yazısı ile bağlamayı düşündüğümüz bu konuda işimizin asıl ‘zor’ kısmını ve bu zorluğun(!) sebeplerini analiz edeceğiz.
Bu zamane zamanların cahiliyyesinin çok çeşitli ve bol çeldiricili modern hurafelerle her yeri ve mekânı kapladığı, zulüm ve adaletsizliğin yaygınlaştığı, isyanın arttığı, renkler karmaşası içinde renksizliğin öne çıktığı, zemin bulduğu çağlarının içinde herkesin işi zor!
Vahiyle doğrudan muhatap olmamışlar açısından hüküm elbette farklı olmakla beraber bunların vahiyle buluşma süreçleri, bu bol çeldiriciler içinde davetçilerin kendilerine ulaşmasındaki zorluklar bir tarafa, saf akılla, nötr bir açıdan bakabilerek hakikate ulaşmaları imkansız değil ama hakikaten zor! Zira o kadar çok yapay duvar örülmüş ki aşmak hayli güç! Bunun edilgen mazlumları açısından zorluk derecesi farklı, etken güç odakları zalimleri açısından farklı! Aşağıdakiler görülmeyen şeytanlarla uğraştıkları kadar bu görünen şeytanları da aşmak zorunda! Ekabir, seçkin güç odakları da hem düzenlerinin devamı için her an farklı entrikalarla, hilelerle, zorbalıklarla etkilerini sürdürmek için bataklık üretmek, sivrisinekleri çoğaltmak, görünmeyen şeytanların görünen orduları olarak faaliyet sürdürmek, kaybedecek çıkarları olduğundan hem alttakilere karşı uyanık olmak, hem nefislerine hizmete devam etmek, anlamında işleri iki kat daha güç! Öte taraftaki güçlüğe kıyasla çok az, ama onun farkında değiller zaten, işin zorluğu da buradan kaynaklanmaktadır! Farkında olup da inadına, bile isteye, cürmü meşhud ile bunu yapanların durumu ise aritmetik oranla anlatılası gibi değildir!
Birinci tür ile ikinci tür arasında yer alan ve güç odaklarına, soytarılık, sihirbazlık, maddi güç ve politika üreterek payandalık edip, alttakilerin nabzını tutup, şerbetini kıvamını ayarlayan (karun, bel’am, samiri gibi mele ve mütref takımı) güruhun durumu da içler acısıdır. Hele sömürülenlerle aynı kavimden olmaları yok mu, en acısı da burası! Bunların işleri kendilerini, sömürenler adına sömürülenleri de eklediğimizde kat be kat zorlaşmaktadır!
Mesaj ile muhatap olmuş önceki vahiylerin mensuplarının da işleri hayli zor! Kendi rahip ve hahamlarını aşıp, onların elleri ile yazıp satışa sundukları, günahkâr doğup onların vaftizine muhtaç olmaları gibi üretilmiş algılarından kurtulup son vahyin ışığına ulaşmaları, aklıselim ile düşünüp kalben mutmain olmaları, devenin hendek atlamasından zor olsa gerektir!
Ehli kitap olmayıp da son vahye teslim olanlar açısından da durum birkaç boyutu muhtevidir! Öncelikle teşbihte hata olmasın, önceki vahyin müntesiplerine benzer bir durumla, içinde bulundukları aile, çevre gibi faktörler eliyle dini görmüş, bilmişler açısından durum daha farklıdır, daha bir başka zordur! Bunlar düşünmeden, sorgulamadan, iradî bir tercih ürünü olmadan, gelenekçi bir anlayışın ürünü üretilmiş bir din algısı ile tanışmış ve fakat bir ötesi için gayret göstermemişlerdir! Akıllarını emanetten alıp şöyle etraflıca bir düşünüp mukayese endişesi taşımadan, uydum kalabalığa tarzında ibadetsiz ( Bu bizce tanımlanmış/malumunuz olan, kapsayıcı bir ibadet anlayışını içerir!) bir din algısı ile yetinmektedirler! Bir şeyleri biliyorlar ve fakat ya eksik ya da yanlış biliyorlar! Dahası bu bilmeyi imana/güvene, iradeli bir teslimiyete, ibadî bir yönelişe dönüştürme endişesi taşımıyorlar! Takdir edersiniz ki bunların işi de hayli zor! Burada zor; iki arada bir derede, ne yardan ne serden vazgeçemedikleri, sakal bıyık ikileminde, idarei maslahat tarzında zahmetsizce(!) iki tarafı da garanti zannıyla hareket ettikleri için,’acaba’ demek akıllarına gelmediği için, dinlerinin ne dediğini gerçekte bilmedikleri için, safları net olmadığı için ve dolayısı ile ne zaman, nasıl hareket edeceklerini şaşırdıkları için zor! Ya öte tarafta? Orada daha da zor!
Geldik asıl zor kısma ve daha zor olan tasnife! Tüm bu farklı kesimlere ilave de yapılabilir, çıkarmalar ve birleştirmeler de! Gelelim ‘asıl’ derken gerçekte bizim yazıya konu edindiğimiz kesim/kişiler için işin zorluğuna ve bu zorluğun ‘nasıllığının’ analizine! Bu kesim, işi gerçekten bilen, tercihinin farkında, bilgisini imana, imanını sahih davranışları ile toplumsal örnekliğe dönüştürme düşüncesinde olanlar, olduğunu iddia edenlerdir. Bizce asıl işleri zor olanlar bunlardır! Bunun yazarlıkla çizerlikle de bir alakası yok; toplumda adı sanı olan olmayan, alaylı mektepli, yaşlı genç, hemen her yerde az da olsalar bulunabilecek, görülebilecek bu tasnif konusu kişilerin, ister birey olarak hareket etsinler, isterse farklı yapılanmalarla beraber hareket etsinler işleri çok zor! Tercihinin farkında olan doğal olarak bu zorluğun da farkındadır! Bunu hatırlatmak işi daha da zorlaştırmak, korkutmak, gevşetmek anlamında değildir asla! Bunu bilen bilir! Bu zorluğa bilerek aday olmak er kişinin işidir zaten! Ne zorlaştırıp yıldırmak, ne kolaylaştırıp ucuzlatmak haddimize değildir! Bu işin ücreti de yakın ve bize ait değil!
Şimdi pek sistematik olmayan tespitlerimizi sunalım; hemen söyleyelim ki bu tespitler bizim ulaştıklarımızdır! Bunlar işin imkânsızlığını değil aksine adanılan davanın ne kadar ulvî, ne kadar büyük bir iş olduğunu, asla hafife alınmaması gerektiğini, o büyüklükte adımlar ve adamlar gerektirdiğini vurgulamak için beyan edilmektedirler. Arife tarif gerekmez ama tekrardan da zarar gelmez!
Peşinen şunu da eklemek gerekir ki, bu büyük işe aday olmakla doğru orantılı olarak bu yüce davanın eşsiz ve yüceler yücesi sahibinin vereceği karşılık da o oranda, mukayesesine bizim muttali olamayacağımız miktarda fazla ve büyük olacaktır! İnanıyoruz ki feda edilenler, vazgeçilenler alınacak/bağışlanacak karşılıklara kıyasla daima az bir baha olacaktır, isterse dünyanın tamamı ve bir misli daha feda edilmiş olsun!
İşte bu işin zorluğuna rağmen uğrunda mücadele edilmesi gereken bir değerdir. Ve her ne kadar az da olsalar, her zaman bu uğurda adanmış mücadele azim ve kararlılığı gösteren Allah erleri her çağda olmuştur, inşallah da olacaktır. Tabi bu temenni kendimiz içindir, olsa iyi olur, ‘kendimize bir iyilik yapmış oluruz’ ve ‘kendimize gelmiş oluruz’, yoksa dünyanın tamamı aksine davransa, heva ve hevesine uysa bu Allah’a ve O’nun hâkimiyetine asla ve kat’a zerre kadar bir halel getirmeyecektir!
Madem, ‘Allah malları ve canları karşılığı inananlardan cenneti satın almıştır!’, ‘Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız!’, ‘İnandık demekle bırakılıvereceğinizi mi sandınız?’..vb. diyen bir Kitaba ve vadinden asla dönmeyecek olan bir Allah’a inanıyoruz, o halde pazarlıksız, zor bir işe ‘evet’ demişiz demektir. Buna evet demeyenlerin işinin zor olmadığı anlamına gelmemekte bu söylenenler, zira Allah onlar günah içinde boğulmayı ve bu halde canlarının çıkmasını dilediklerinden onlara müsaade etmektedir! Dünyaya gelmek başlı başına bu işi kabul anlamına gelmektedir; ‘görmedim, duymadım, bilmiyordum vs.’ demek hiç kimseyi -gerçekten bir elçi ve vahiy gönderilip uyarılmayanlar istisna- hiç kimseyi istisna bırakmayacaktır. İmtihanın imkanlara ve kişiye has bir tarafı vardır ve fakat kimsenin, gücünü ve imkanını Allah bilir iken mustaz’af/mağdur/ güçsüz/çaresiz addedip ‘kendince’ hesaplar yapmaması gerekir. İman en başta Allah’ın sonsuz gücünden emin olmak, O’nun gücünün her şeye yeteceğine iman etmektir!
Konu yine dağılmadan sadede gelelim: ‘İşi bilen işe gidecek, kılıcı kuşanacaktır’; ‘İş bilenin kılıç kuşananındır!’atasözünün anlam çerçevesinde ve muradına uygun olarak!
Bilen, işin farkında olan, nasıl bir sorumluluk yüklendiğinin bilincinde olan, iman iddiasının boş ve teorik/mücerred bir iddia olamayacağını, ispatının ve amellerle tezahürünün gerektiğini savunanların omuzlarında ağır bir yük ve yükümlülük olduğu kesindir. Ve hesabı vermek de bu manada hem çok kolay hem de çok zor olabilir! Bu kıldan ince farkı ortaya koyabilmek zor! Bilmeme iddiası bir yere kadar tartışılabilir sonuçlar doğursa da ‘bilenler’ için hiçbir mazeret kalmamış demektir! ‘Bilmiyorsanız bilenlere sorun!’ ve ‘Allah’tan hakkıyla alimler/bilenler korkar!’ ayetlerini bu manada düşünebiliriz. Buradaki bilgiden kasıt, eşeğin sırtındaki yük mesabesindeki gibi entelektüel birikim sağlayıcı ve sırf ‘deneysel’ diye ayrıştırılmış, doğru zannedilen kuruntular ve ferdî/cemaate ait dogmalar ve bunların sebep olduğu körlükler, kaş yapayım derken göz çıkarmalar değil; kendini/haddini, Rabbini ve dinini bilmek ve bu bilgiyi dünya ve ahiret saadeti için insanlığa olabildiğince ulaştırmaktır.
Kendiniz; Kur’an talebeliğine ısrarla devam edecek, mukayeseli okumalar yapacak, bu okumalardan günümüze ışık ve şifalar taşıyacak çözümler iletecek bir teyakkuz ve bilgilenme süreci yaşayacaksınız. Bu okumalara resulün siretinden, Kur’anı ahlak edinen, örnekleyen örnekliğinden çıkarımlar için olan okumalar, enfüsî ve afakî okumalar da eklenecektir. Bu okumalar zaten birbirini destekleyen, takip eden bir özellik taşımaktadır! Bu okumalar kendi müktesebatından hareketle karşıt, hipotez, tez ve kuramların iyice bilinip buna göre cevaplar hazırlamayı da gerektirmektedir. Asıl olan İslam dinidir. Allah’ın ilk peygamberden beri gönderdiği tüm dinlerin genel adı da İslam’dır! Sonra oluşmuş algılar bunların bozulmuş, içi boşaltılmış, içine heva ve heves karışmış, şeytan fısıldamış algılardır! Bozuk saatin doğru ile münasebeti kadar bir doğruluk bile belki bu algılarda bulunamaz! Oralardan (örneğin özgürlük, sosyalizm, demokrasi vb.lerinden) alınacak, referans gösterilecek bir yanılsama kendi değerlerinin farkında olmamaktır en azından!
Bu bilgilenme süreci akabinde, ulaşılan doğruların tefekkür ve düşünce aşamasından sahih ve örneklik içerecek davranışlara dönmesi sağlanacaktır. Burada da devamlılık sağlanarak, doğru temsiliyet sergilenecek, gereğinde doğru güncellemeler yapılacak, kaynaklarla irtibat, kopartılmadan sürdürülecektir.
Misyon, doğru ve tutarlı, sadra şifa olacak bir vizyon ile yaşamlaştırılacaktır. Mücadelede sözlerin en güzeli ile ve en güzel yöntem ile hareket edilecektir.
Nefsin ve şeytanın vesveselerine, kınayıcıların kınamasına, zorbaların zulümlerine teslim olmadan ‘Asıl siz teslim olun!’ diyecek netlikte ve nitelikte bir kuşatıcılık içinde mücahedeye devam edilecektir. Sunulan tavizlere, pazarlıklara, örülen tuzak ve duvarlara, havuç sopa politikalarına aldırmadan; kendi kavramlarımızda bir dejenerasyona ve içinin boşaltılmasına fırsat vermeden; önümüze türlü makyajlarla, ağunun bal görünümünde sunulması benzeri ısıtılıp, soslanarak pazarlanmasına, servis edilmesine kapılmadan; bunları elimizin tersiyle ve düzüyle iterek, itici olmadan/ nefret ettirmeden uyarıp ikaz etmeye devam edilecektir.
Kendimizdeki yanlışların Kur’andan hareketle peygamberimizin şahsında müşahhaslaşan doğrularla değiştirilmesine öncelik verilecek, nitelik için nitelikli bir çaba sergilenecek, burada kalmayıp; aileden başlayıp yakından uzağa, toplumsal değişim için bireysellikten kurtarılmış bir ‘Biz’ bilinci ile çekirdek kadroların, Kur’an nüvelerinin denetim ve gözetiminde, kapsamlı, çok yönlü faaliyet yürütülecektir.
Yukarıdaki tasniflere yönelik olarak, vahiyle bir şekilde muhatap olmuş veya olmamış, vahyin ışığına ve şifasına muhtaç muhataplara; ötekileştirmeden, ötekinin sadece şeytan ve şeytanlaşmış olan avanesi olduğu düsturundan hareketle doğrular, dosdoğru biçimde ulaştırılacaktır. Her muhatap kitlenin algı, idrak ve mensubiyeti dikkate alınarak; gerçekler gizlenmeden, faydacı davranmadan, ulufe sunmadan, meşru araç ve yöntemlerle, sürdürülebilir bir ilişki geliştirilecektir.
Mal ve evladın birer imtihan unsuru oluşu unutulmadan, Allah için feda edilemeyecek hiçbir şeyin olamayacağı gerçeğinden hareketle, imtihanın her türlüsüne hazır bir adanmışlıkla, kurbiyyet için kurbanlar sunarak, nimetlerin emanet olduğu bilgisi ile paylaşımcı bir düşünce ile hareket edilecektir.
Güç ve kuvvetin yalnız Allah’a ait oluşuna inanarak/güvenerek, belki taktiksel geri adımlar atılabilecek ve fakat durmadan, yılmadan, yalnız Allah’tan yardım dileyip, ancak O’na sığınarak, ‘Allah var, problem yok!’ diyerek yola ve yolculuğa devam edilecektir.
Hicretin önce zihnen, sonra da davranışlara sirayet etmiş yanlışlardan kurtulma, doğruları ikame etme ve sonra da bu doğruları toplumda filizlendirme, yaşanır kılma mücadelesi ve bir inkılâp eylemi olduğu şuuruyla hareket edilecektir.
‘Sabır, tevekkül, şefaat, vesile, veli, cihad, hâkimiyet, takiyye, gayb, Allah’ın dilemesi ve kader, Kur’an okuma ve şifa oluşu, , mucize, cehennemden çıkış, Mehdi- Mesih inanışları, ibadet, iman amel bütünlüğü, tağut, karun, bel’am, samiri vb. daha birçok kavram ve husus doğru bir şekilde, Allah’ın muradı düşünülerek ve Kur’an bütünlüğünde kavranmalı, bunlar üzerine bina edilen yanlış algılar bertaraf/tashih edilmeli, mutlaka ve mutlaka asıl mecrasına irca edilmelidirler.
İbadetin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini şahsınızda göstereceksiniz. İman amel bütünlüğünü yaşayarak örneklendireceksiniz. Doğru bilgilerin doğru davranışlara nasıl kaynaklık ettiğinin şahitliğini yapacaksınız. Teorik niteliğinizi aynı paralelde pratik yansımaları ile canlı hale getireceksiniz. Söylediklerinizde kendi payınıza düşeni unutmayacaksınız. Elini taşın altına ilk koyan olarak, fikri liderliğin şahsi liderlikten kopuk bir hal olmadığını göstereceksiniz. İnsanların gelmesini beklemeden en güzel söz ile en güzel tarzda siz gidecek ve ilişkileri sürdürülebilir kılacaksınız. Bu sürdürülebilirliği, eklemlenmeden, karşıtına sığınmadan, müdahane etmeden, tavizler vermeden mümkün kılacaksınız. Bireysel değişimi toplumsal değişimden ayrı tutmadan bir kuşatıcılık sergileyeceksiniz. Söylediklerinin kendinde nasıl bir değişim meydana getirdiğini, bakanların kendinde görebileceği bir temsiliyet sergileyeceksiniz. Peygamberin ve tüm peygamberler tarihinin rol model şahsiyetlerinden gerekli örnekliği alacak, bunu topluma aksettiren bir örneklenebilirlik vazifesi üstleneceksiniz. Kur’anın nasıl bir hayat pusulası, yol kılavuzu, şifa kaynağı, hidayet rehberi olduğunu gösterecek, onu mehcur olmaktan kurtaracak bir mü’min ve müslüman şahsiyetin nasıllığını ve nice’liğini görünür kılacak, hayatın içinde bir seferilik üstleneceksiniz. Ailenizde bu tutarlılığı, Allah’ın sözünün geçtiği bir prototip hayatı sergileyeceksiniz. Yürek devletinizi kurup, bunun toplumsal gereği için gece gündüz, açık gizli, lisanı hal ve de lisanı kaal ile mümessilliğini yapacaksınız. ‘Attığında sen atmadın..’, ‘Muhakkak ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır..’, ‘Allah kolay olanı kolaylayacaktır..’, ‘Size yürekleriniz yatışsın için.. üç bin melekle.. beş bin melekle yardım edecektir…’, ‘Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin..’, ‘Bizim için iki güzellikten biri vardır..’ ilahi muştularını yüreğine takıp, Allah’ın sonsuz ve erişilemez gücüne güven ile hareket edeceksiniz. Yeryüzünün tüm insanları inkar etseler bunun Allah’ın hakimiyetinden, yüceliğinden bir şey eksiltmeyeceğini, yine tüm insanlar inansa bunun da Allah’ın gücünde bir değişiklik yapmayacağı, gücüne güç katmayacağı bilinci ile ve de ‘Muhammed ölür veya öldürülürse siz gerisin geri mi döneceksiniz..’ şuuruyla ömrümüz hitama erene kadar ve gücümüz yettiğince yoracağız kendimizi! Bu son paragraf ile bir özet olarak sunduğumuz, belki tekrar edilmiş, artırılıp eksiltilebilecek vurgular, işimizin hiç de kolay olmadığını tekrarlamak amacıyla sıralanmıştır!
‘Öteki’ kavramının bizce ne anlam geldiğinden bahsetmiştik; şeytan ve bile isteye şeytanlaşmış, kalpleri hastalıklı olup Allah’ın hastalıklarını artırdığı ve kalplerini mühürledikleri dışındaki iman ve vahiyle (yukarıda değinilen iki boyutu ile de) tanışmamış olanlarla muhataplığın zorluğu ve terk edilmezliği bir tarafa bizim için asıl zorluk, ne yazık ki bize(!) yönelik, vahiyle bir şekilde ve boyutta tanışmış ve iman iddiası taşıyanlar ile olan ilişkilerimizde yaşanan zorluklardır!
Her gurup ne dediğine, dediklerinin son vahyin mana ve maksadıyla uyumlu olup olmadığına, peygamberin temsil ettiği dine benzeyip benzemediğine bakmadan; yapıp edilenlerden, fikir diye savunulanlardan, yöntem diye benimsenenlerden Allah razı olur mu olmaz mı diye kaygılanmadan; nitelik kazanımını unutup niceliklerin etkisinde -ki bu niceliklerin ihmal edilmesi anlamına asla gelmemelidir-; ahireti unutup erteleyerek ve tek dünyalı gibi davranarak; kendi akıl ve kalplerini emanete verip başkalarının aklına dayanarak, hiç sorgulamadan bunları kabul etmelerine takılmadan; diğer söylenenlerin de doğru olabileceğini, kendi söylediklerinin yanlış olabileceğini hiç akıllarına getirmeden; asgari müşterek nedir, bu nasıl azami müştereke dönüştürülebilir kaygısı taşımadan; tevhid nedir, tefrika nedir ayırt edemeden; üretilen dinin iletilen dinin yerine ikame edilmesinin nasıl bir cürüm olduğu endişesine kapılmadan; dinin hareket fıkhına dayanmayan ilmihal fıkhı farklılıklarını dahi paranteze alamayan, bunları araya duvar gibi ören, meşrebini, mezhebini dininin önüne geçirerek şelikde davranarak; kendi kavramlarını terk edip batının batıl kuramlarına sarılmaktan kaçınmadan; Allah’ın hesap görücülüğünün dışında kendisi ahkâm kesen,’küfür’ ile itham etmekten çekinmeden ve müslümanları bırakıp başkaları ile diyalog arayarak..vb. hareket edenlerle yılmadan, doğrulardan ve doğruluktan şaşmadan, kendi kurtuluşunu toplumun ve kardeşlerinin kurtuluşundan ayrı düşünmeyen bir kuşatıcılıkla iletişim ve etkileşimde bulunmak, bunu sürdürülebilir kılmak hakikaten zor bir iştir! Her kişinin değil, er kişinin, misyonunun eri kişilerin işidir!
Bu dünyada tabi tutulduğumuz imtihan ve çeldiriciler sebebiyle, hak olan bu davanın hakkını vermek hakikaten zor; ancak şunu da ekleyelim ki bu teklife ‘evet’ diyenlerin ve özellikle teklif ve tercihinin daha bir farkında olanların öte tarafta, eğer Allah esirgemez ve bağışlamazsa, işimizi kolaylaştırmazsa işi daha da zor olacaktır! Öte tarafın ötelenemeyecek işinin zorluğunu hafifletmek, kolaylaştırmak elimizde; buna ve her türlü fedakârlığa değmez mi? Dünyada ‘kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen’ bizler, bir verip yedi yüz mislini almak için -Rabbimizin mağfireti ise orana sığmaz- neden hala hesap yaparız ki?
Allah hepimize akıl, fikir, iz’an, samimiyet ve de ‘kolaylıklar’ versin!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *