Ercümend Özkan’ı da andı

“28 Şubat, Erbakan ve cemaatler” başlıklı yazısında 28 Şubat dönemini değerlendiren Ali Bulaç, bu ülkenin şükran borçlu olduğu cemaat, tarikat, grup ve entelektüelleri de saydı.

Bulaç, bu isimler arasında Said Çekmegil ve Ercümend Özkan’a da yer verdi. Her ne kadar Çekmegil ve Özkan’ın diğer isimlerle aynı cümle içinde yer alması abes olsa da Bulaç’ın ‘hakkı teslim ediyor oluşu’ da takdire şayan görünüyor… İşte Ali Bulaç’ın Zaman gazetesindeki o yazısı:

Bundan 15 sene önce 28 Şubat günü bürokratik merkezi elinde tutan sert çekirdek yönetime el koymuştu.

Bu seferki yöntem 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerindeki gibi “kanlı”, 12 Mart muhtırasındaki gibi “uyarı” değildi; askerlerin merkezde yer aldığı yüksek yargı, üniversiteler, bir kısım medya, merkez sağ ve merkez sol partiler, büyük sermaye ve sivil devlet kuruluşları aktör olarak rol oynuyorlardı. Askerleri ön cepheye sürenler halkın cebinden doğrudan 74, dolaylı olarak 250 milyar dolar parayı alıp ceplerine doldurdular. Çok az asker “nasıl bir oyunda kullanıldıkları”nı fark etti.

Gerçek şu ki, 28 Şubat bin yıl sürmedi, 5 sene sonra büyük bir toplumsal dalganın desteğinde darbenin mağdurlarını 3 Kasım 2002’de iktidara taşıdı. O iktidar hâlâ ayakta, lideri R.Tayyip Erdoğan ve partisinin oy oranı yüzde 54,5. O darbenin mağduru Fethullah Hocaefendi hâlâ hicretin gurbet diyarında, ama dünyanın neredeyse her ülkesinde “iyi Müslüman iyi insandır” idealini pratikte yaşayan ve yaşatan okullarıyla hizmet veriyor.

“Postmodern darbe”nin “post”u uygunsuz bir niteleme, zira Sincan’da tanklar yürüdü ve askerlerin ağzından Hürriyet gazetesi manşetten “Gerekirse silah kullanırız” tehdidinde bulundu. Umarız, 28 Şubat darbesini soruşturan savcıların dosyalarında bu suçlar da yer almaktadır. Zulmen iktidardan düşürülmek istenen rahmetli Erbakan, imkânlarını son noktasına kadar kullandı, sonra “bu tehdit, şantaj ve hukuk dışı müdahalenin tarihsel yürüyüşümüzde ancak bir virgül” olabileceğini söyleyerek istifasını verdi.

Bu ülke, siyaset yapan Müslümanlara, cemaatlere, tarikatlara, bağımsız gruplarına ve Müslüman entelektüellerine çok şey borçludur. Hepimizin Fethullah Gülen Hocaefendi’ye, Mahmut Hocaefendi’ye, rahmetli Zahid Kotku Hazretleri’ne, Es’ad Coşan Hoca’ya, rahmetli Erbakan Hoca’ya, Muhammed Raşid Erol’a, Hüseyin Hilmi Işık’a, Sami Efendi’ye, Said Çekmegil’e, Ercüment Özkan ve burada isimlerini zikremediklerime şükran borcumuz var. Her biri büyük bir nehre birer ırmak gibi su taşıdılar, el’an taşımaya devam ediyorlar. Meşrep ve üslupları, içtihat ve usulleri farklı olsa da; yol üstünde nahoş olaylar yaşansa, kazalar vuku bulsa da; Hüseyin için ağlayıp Yezid’le iş tutanları çıksa da, son tahlilde akışın mecrası, yönelimi ve akacağı büyük derya değişmez. Kim meşrep ve üslup, içtihat ve usul farkını kutuplaşma, çatışma sebebi haline getirirse “katilden beter fitne” ateşine odun taşımış olur.

Geçen sene bu günlerde Hakk’ın rahmetine uğurladığımız Erbakan Hoca, geniş dindar bir kitleyi kanuni siyasete soktu. 19. yüzyıl ikinci yarısında başlayan İslamcı siyasi geleneği “Milli Görüş” adı altında devam ettirdi; Mısır, Suriye, Cezayir vb. bölgelerde Müslümanların acı yaşamasına sebebiyet veren şiddet ve terör dışında “temkin yolu”yla da toplumsal değişimin mümkün olduğunu göstermiş oldu.

Bunun önemi şudur. Devlet, bürokratik iktidarının devamını “güvenlik” konseptine oturtmuştur, bu 1925’ten beri öyledir. Bu yüzden Kürt isyanları ve PKK’nin kullandığı şiddet ve silahlı mücadele yöntemi; 1970-1980 arası 5 bin insanın hayatına mal olan sağ-sol çatışması bu iktidarın devamını sağlayan enstrümanlar olarak fonksiyon gördü, el’an görmeye devam etmektedir. Milli Görüş, Nur cemaatlerinin tümü, Akıncılar, MGV, tarikatlere mensup gençler bu yöntemlere tevessül etmediler, basiret sahibi liderleri buna cevaz vermediler ve daima kazançlı çıktılar. Metin Yüksel ve Sedat Yenigün’ün şehadeti tesadüfi değildi, hamdolsun provokasyonlara teenniyle cevap verildi.

Erbakan Hoca, “Adil düzen”i, “İslam kardeşliği”ni, kendi köklerinden beslenen bir kimlik tanımını, “ahlak ve manevi değerlerin önemi”ni ve büyük bir bölgesel entegrasyon olup Abdülhamit’ten beri ölmeyen bir ideal olan “İslam Birliği”ni siyasete soktu.

“Bu iş Erbakan’ın kafasıyla olmaz” diye eleştirenler, onun “ideal politiği, reel politiğin önüne koyan” büyük siyasi ve ahlaki tutumunu anlamadılar, reel politiğe göre siyaset yapmanın ve yönetmenin insanı ilkesiz pragmatizme ve hatta oportünizme götüreceği gerçeğini göremediler. Erbakan Hoca, hiçbir zaman İslami referanslarını unutmadı. Onu rahmetle anıyoruz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *