Bilinen fakat çoğunun göz ardı ettiği bir yöntemi hatırlatmadan geçmek istemiyorum, ‘bilenlerin bilmeyenlere sık sık hatırlatması gerekir’ yöntemi.
Artık bir moda oluştu genç nesil arasında. Bu konuda, istisnalar var diyemeyecek kadar az olayı doğru algılayanlar. Sağcılar solculardan, solcular sağcılardan, Müslümanlar her şeyden etkileniyor, yuvarlanıp gidiyor toplum batı kültürünün hakim olduğu küresel aleme doğru.
Her bir araya gelen üç beş kişi, kendine göre doğrular belirleyip, onların peşinden gitmeye çalışıyor. Hatta, gurupların dışında, olay bireyselliğe doğru hızla kayıyor. Her birey kendi doğrularını kendine göre belirlemeye başladı
Peki bu doğrular, neye ve kime göre, belirleniyor?
Herkesin kendi aklına, mantığına göre belirlediği doğrular, sahiplerini nerelere götürüyor! Kimse kendine bunu sormayı akıl etmiyor.
Benim şahit olduğum bu tür davranışların sahipleri, doğru sanarak peşinden gittikleri inançlarının, kendilerini nerelere sürüklediğini gördüklerinde, çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Yani çoğunluk kendini bir anda, geri dönülmez, içinden çıkılmaz bir noktada buluveriyor. Birileri ben doğrularımın peşinden gittim, ama niye buradayım, burası benim umduğum yer değil, demeyi biliyor, zararın neresinden dönersem kardır, anlayışına göre davranıp işi kotarıyor. Birileri ise, ya farkına varmıyor olayın ya da, yaptıklarının yanlış olduğunu kabullenmeyi kendine yediremediği için yanılgılarının peşinden sonuna kadar, daha doğrusu bir yere toslayana kadar devam ediyor.
Sünnetullah gereği, her konuda doğru tek bir tanedir, bir konuda iki veya daha fazla doğru olmaz.
Mesela, çiğ olan bir yiyeceğin pişmesi gerekiyorsa, buna ısı lazım, işte tek doğru budur. Ama bu ısı, odunla olur, elektrikle olur veya herhangi bir usulle olur. Buradaki tek doğru, çiğ olanın pişmek için ısıya olan ihtiyacıdır. Bu örnekleri her konuda verebiliriz.
Benim burada anlatmak istediğim insanın sosyal yaşamındaki doğruların çok iyi tespit edilmesi ile ilgili olacak. Doğal olarak da, bir Müslüman’ın doğrularını neye göre belirlemesi gerektiği sorusuna cevap arayacağım gücüm nispetinde.
İlk akla gelen, Müslüman neye inanmalı ve neye göre yaşamını düzenlemeli? Şu kişinin veya bu kişinin mi, kendi aklının doğrularına mı kulak vermeli, yoksa Allah’ın sözlerine mi?
İşte Müslümanları tevhit noktasında parça parça eden sorun bu, herkesin başka başka doğrular belirlemesi ve onların peşinden gitmesi.
Halbuki, Müslüman’ın kitabı Kur’an ise, yol göstereni de O olmalı değil mi? Bir de Kur’an’ı yaşamına geçirerek bize örnek olan Muhammed (a.s.) var iken, daha başka yol gösterici aramaya gerek duyanlara şaşmamak elde değil.
İşte çoğumuzu şaşkına çeviren, işi nereden tutmamız gerektiğini bilememekten kaynaklanan doğrular kargaşasının sebebi de bu noktanın iyi anlaşılmaması ile ortaya çıkıyor. Her duyulan sözün hadis sanılması, her duyulan olayın sünnet diye baş tacı edilmesi. İşte böyle olduğunda, Kuran’da bir konuda bir tane olan doğru, hadis sandıklarımız ile, sünnet sandıklarımız ile bir sürü oluveriyor.
Burada bilinen fakat çoğunun göz ardı ettiği bir yöntemi hatırlatmadan geçmek istemiyorum, ‘bilenlerin bilmeyenlere sık sık hatırlatması gerekir’ yöntemi.
Bir gün, talebelerinden birisi, Ebu Hanife’ye gelip, “hocam ben bir hadis buldum, içki içen kafirdir.” diyor bu hadiste. Bunun üzerine, Ebu EIanife,”Kur’an içki içen günahkardır.” Dediğine göre bu hadisin Peygamber (a.s.)ın sözü olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar, çünkü O, Kur’an’a rağmen bir şey ne söyler, ne de yapar.” diye aydınlığa kavuşturuyor talebesinin kafasındaki soruyu.
Kadını aşağılayan bir sürü söz, hadis diye ortada dolaşırken, acaba Allah bu konuda ne diyor diye kaç kişi merak edip doğrusunu bilmek için çaba gösteriyor, kadını şeytan ile aynı kefeye koyan sözlerin ne kadar doğru olduğunun sağlamasını Kuran ile yapmak kaçımızın aklına geliyor!
Maalesef, bunu sorgulaması gerekirken, kadınlarımızın çoğunluğu işin kolayına kaçıp, durumu olduğu gibi kabulleniyorlar, rahatları kaçsın istemiyorlar.
Anneler, kendilerine yapılan baskılardan sızlanırken, oğullarının eşlerine karşı ezici, bunaltıcı tutumlarını neden alkışlarlar acaba?
Çükü, geçmişten gelen yanlışları, doğru bilip, o doğrular üzere yol alıp giderler.
Evlenirken, boşanırken ne yanlış, ne doğru umurumuz da mı, herkes kafasına göre takılıp gidiyor. Evlilikler neden yürümüyor acaba diye düşünmek yerine boşanmak da helal demek daha işimize gelir oldu.
Bütün bunların nedenlerinin, dış görüntümüzü değiştirip de içimize yerleşen, beynimizi, ruhumuzu kemiren bir mikrobun farkına varmadan yaşamamız olduğunu anlayalım artık Bu hastalık küreselleşmenin dayattığı doğruları ister istemez kabul etmemizin sonucu.
Batının doğru bildiklerini hayatımızın doğruları arasına aldık. İnançlı aileler bile dış görünüşün altında farkında olmadan batılı gibi olmaya özen göstermeye başladılar.
Müslüman kadın, hiçbir zaman sorumluluğundan kaçmadı. Eskiden çalışmıyordu da şimdi mi ‘çalışan kadın’ oldu kadının adı. Şimdi çalışan kadının çalışma sahası değişti, eskiden de çalışıyordu ama şimdi hem çalışıp hem de yarışıyor, en yarışmaması gereken ile, erkek ile yarışıyor. Kadın ile erkek iş bölümü yapmak yerine, saygıda, hayırda yarışmak yerine, egolarını tatminde yarışıyor günümüzde. Bu da kadın ve erkeğin fıtratına ters düşüyor.
Tamam ihtiyacı vardır kadın çalışıyordur, bu durumda eşinden yardım beklemek en tabii hakkı ama bütün gün evde oturan, bulaşığa kadar makineye yıkatan gençlerimiz, akşam yorgun argın eve gelen eşine yardım etmiyor diye surat asabiliyor, yemek yok dışarıda yiyelim veya getirtelim diye buğuz edebiliyorsa, sıkıntıya düşen eşine destek olmak yerine bir de karısı karabasan oluyorsa, erkek evliliğinin, ailesinin sorumluluğunu taşımaktan kaçıyorsa, ailesine, Allah’ın hoşlanmadığı biçimde davranıyorsa, bütün bunlar Müslüman kadının, Müslüman erkeğin, Müslüman ailelerin doğruları olmalı mı sizce?
Marka çılgınlığı, alışveriş çılgınlığı, doyumsuzluk, şıklık yarışı, lüks yarışı, tesettürlü kadının, Müslüman erkeğin hayatına girdiği zaman, orada dış görüntüden başka bir şey kalmaz. Halbuki İslam’da esas olan yaşam biçimidir. Bu da Müslüman’ın içinin de dışının da aynı olması anlamına gelir.
Kadın erkek karşılıklı olarak yanlış olan her şeyi doğru belledik. Müslümanlar olarak hayatımızda ne doğru kaldı acaba hiç oturup düşünmek zahmetine katlanıyor muyuz? Elin yanlışları bizim en doğrularımız olmaya başladı. Özel yaşamımızda, sosyal yaşamımızda elin doğruları hakim oldu. Dinimizi nasıl anlatırız, nasıl tebliğ ederiz sorusunu kendimize sormaya başladığımız anda bile cevap hazır, Yehova şahitleri kendi kitaplarını dağıtıyorlar, biz niye kendi kitabımızı dağıtmıyoruz. Kitabı dağıtmak tamam da onlar bunu yapana kadar aklımız neredeydi. Üstelik biz Müslüman’ların kitabı dağıtmaktan önce onu yaşamımıza geçirerek, yaşayarak tebliğ etmek gibi bir görevimiz var, bunu unutmamalıyız.
İktibas, Ekim 2005
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *