İşimizin zorluğu indirilenden değil, kendimizden ve kendimizce yaklaşımlarımızdan kaynaklanmaktadır!
Acı, ama gerçek, işimiz hakikaten zor! ‘İş’ ne derseniz, sorun başka bir hal alır ve bunu tartışma, analiz etme süreci ve yöntemi de farklı olur. Bir ortak kabulden, asgari müşterek bir noktadan hareketle, ‘iş’imizi, mü’min ve müslüman kimliğimizi izhar etmek, dinimizi yalnız Allah’a hasrederek, O’nun istediği doğrultuda hiçbir engel ve engelleme ile karşılaşmadan, yalnız birey boyutunda değil toplum boyutunda, yalnız muamelat boyutu ile de değil, siyasi, ekonomik, devletler hukuku, ilişkiler, yaptırımlar, kısaca tüm boyutları ile, sadece yaşamak boyutu ile değil, tüm insanlara duyurulabilir, anlatılabilir bir ortamın oluşması, oluşturulması boyutunda düşündüğümüzü söylemeliyiz. Bu ortak kabulle ‘işimiz zor’ dediğimizi belirtip, bunu analiz etmeye, halimizi resmetmeye çalışalım!
Bu tartışma peşinen ‘İslam’ın iktidar/devlet hedefi vardır!’ kabulü ile sürdürülecektir! Tabi ikinci aşamada ‘Bu sorumluluk kime aittir, bireylerin tek tek her birine düşen bir görev midir, yoksa bireyler kendi işlerine bakıp bu sorumluluk başka kurum ve kurullara, hatta devletin kendisine mi kalacaktır?’ sorusu sorulmalıdır! Bu ikinci aşamanın bu noktasında bu üst kurullar/devletin nice bir durum olduğu, nasıl bir işleve sahip olacağı, idareyi nasıl gerçekleştireceği bir tarafa, ‘bunun nasıl oluşacağı; bu, bireylerin dahli olmadan, gökten düşen bir elma gibi, yani Allah’ın takdiri ve istemesi ile mi gerçekleşecek bir olgu olduğu’ sorusu ve sorunu ile karşı karşıyayız demektir! Toparlarsak:
1-İslam’ın iktidar/devlet talebi var mıdır?
2-Bu nasıl gerçekleşecek/gerçekleştirilecektir?
Evet, konumuzun analizi, ‘‘İslam’ın iktidar talebi vardır ve bu tercihini İslam’dan yana koyan her bir birey için, deyim yerinde ise ‘farzı ayn’ bir sorumluluktur!’’ kabulleri etrafında gerçekleşecektir.
Bu iktidarın neler getirip neler götüreceği, hangi kurum ve kurullarla, nasıl işleyeceği, siyasetini, ekonomisini, ilişkilerini nelerin üzerine bina edeceği, müeyyideleri, sınırları ve sorumlulukları başka bir tartışma konusudur!
İslam dininin böyle bir talebin olamayacağı, bunun bir maslahat olup bir zaruret olmadığı, insan ilişkiler ağının insanlara bırakılmış, ‘insanlık’ çerçevesinde yürütülecek bir durum olduğunu savunanları ve dolayısı ile müntesiplerinden böyle bir beklentisi, görev tevdisi olmadığını, böyle bir sorumluluk yüklemediğini savunanlar ve savundukları da ayrı bir tartışma konusudur! Hemen şunu eklemeliyiz ki ‘iş’i zorlaştırmak birinci tarz yani bizim konu edindiğimiz bakış açışı mıdır, yoksa bu ikinci tarz fikir sahipleri midir, bunun da tartışılması, düşünülmesi, analiz edilmesi gerekmektedir!
Bakın daha en başta daha konuyu ortaya koyarken zorlanıyoruz, takdir edersiniz ki bir yazı etrafında tüm bu meselelerin tek tek etraflıca konuşulup halledilmesi çok zordur, ama elbette imkânsız değildir! Bu zorluk başta dediğimiz zorluktan farklı bir anlamda olup, bizim muradımız, meselenin ipuçlarının yakalanmasına vesile olup bir girizgâh oluşturmak, kendi yaklaşımımızı sadra şifa olsun anlamında serdetmektir!
Bu iki soruya farklı kanaatlerle yaklaşmak elbette sorun değil, ama aynı dinin müntesiplerinin birinin ak dediğine diğerinin kara demesi benzeri, körlerin fil tarifi gibi telifi mümkün olmayacak şekilde, yüz seksen derece farklı görüşler ortaya koymaları işimizdeki ‘zorluk’ derecesinin rengini/çıtasını vermesi açısından manidardır!
‘Kendi işimizi kendimiz zorlaştırıyoruz!’ desek, konunun kendi fikrimiz açısından özetini vermiş oluruz. Olaya bizim yaklaşımımız gibi yaklaşmayanlardan, yani; ‘İslam’ın böyle bir talebi, inananlarından böyle bir beklentisi yoktur!’ diyenlerden kaynaklanan -ki bu zorluk hiç azımsanmayacak, görmezden gelinemeyecek bir boyuttadır maalesef- ve ‘işi kolaylaştırıyorum’ derken, daha büyük problemlere sebep olmaktadırlar. Bunun hesabını vermek zordur gerçekten; iş/etki alanı sadece kendileri ile sınırlı kalsa neyse! Bu algı karmaşası ya da kirliliği batınî/tasavvuf çevrelerinin ‘Bize gelin, el verin, irtibatı kesmeyin, yarın hesap günü sizi selamete ulaştıralım!’ aymazlığı gibi, kimsenin düşünmediği, ‘acaba!’ diye tereddüt etmediği, kendini teslim edip kurtulduğunu zannettiği duruma ne kadar da benziyor! Böyle bir mükellefiyetimiz yoksa ‘Ne âlâ!’, pekiyi ‘Ya varsa’! Tabi bu tarz/söylem biçimi de bizim tarzımız değil; söylemimizin Kur’anî birçok dayanağı ve peygamberler tarihinden birçok örneği bulunabilir!
Bu din, dinin yalnız Allah’a ait kılınmasını, şirkin affedilemez bir arıza olduğunu, kulluğun yalnız Allah’a yöneltilmesini salık vermektedir. Bizim tartışmamız, iddia ile ilgili olamaz; olsa olsa bunun metodu, yöntemi üzerinde olabilir.
Diyalog çalışmalarının akabinde hutbelerdeki ‘Allah katında din İslam’dır!’ uyarısının makaslanması tartışmalarına düşülmesi, bazı meşhurlar(!) özelinde dillendirilen; birtakım ayetlerin görmezden gelinmesi isteği, ‘cihad ve had’lerle ilgili ayetlerin kaldırılması vb. taleplerin tekrarlanması, esasen bu iddiayı ortaya koyan unsurlardır.
Yukarıda değindiğimiz ‘işi kolaylaştırma!’ endeksli gereksiz girişimin aksine biz de ‘işi zorlaştırma!’ girişiminde bulunmuyoruz! Kimsenin haddine değildir ve olmamalıdır; kolaylaştırma veya zorlaştırma! Din kemale erdirilmiş, Allah ve resulü bir işe karar verdiklerinde inananlar için tercih hakkı kalmamıştır. Kolaylaştırma ancak liyakatle temsiliyyet sergilenerek, gerçekler açıklanarak, öne geçip örneklik sergileyerek olur. En güzel ve en doğru sözü, en etkili biçimde, kavli leyin ile ve en güzel yöntemle sunarak olur. Bu süreçte rabbimiz zaten ‘kolay olanı kolaylayacaktır! Kolaylaştırma derken ‘indirim/ıskonto, eksiltme’, zorlaştırma derken ‘zam, fazlalaştırma’ kastedildiğini belirtirsek, belki konu daha iyi anlaşılmış olur!
Eksiltme de yok, fazlalaştırmak da! Neyse o! Aynıyla teslimiyet! İstendiği gibi ve istendiği kadar! Kendimizce tespit de yok, birilerince tesbit edilmiş olana aklımızı kullanmadan, sorgulamadan, düşünmeden râm olmak da yok! Bildirilene/indirilene bildirildiği gibi ve bildirenin istediği gibi, elçinin örneklendirdiği şekilde, bir bütün halinde, arasını ayırmadan, gücümüz yettiği oranda teslim olmak ve temsil etmek!
İşimizin zorluğu indirilenden değil, kendimizden ve kendimizce yaklaşımlarımızdan kaynaklanmaktadır! İletilenin olanca netliğine ve anlaşılırlığına rağmen, zan, heva ve heves ile nefsimizden ürettiklerimizin ve bizden öncekilerin aynı yanlışlarla ürettiklerinin önümüze, aklımıza, kalbimize, zihin ve davranışlarımıza ördüğü duvarlardan, anlaşılmaz addedilip anlaşılmaz hale getirilmesinden kaynaklanmaktadır! Yüce Allah yolunda olanlara ‘kolay olanı kolaylayacağını’, şeytanın izini takip edenlere de ‘zor olanı kolaylayacağını’ söylemiyor mu? Kim neyi talep ederse o! Kim ne kadar isterse o kadar! Kim istemekle kalırsa, kalmayı istemiş demektir!
Burada ‘kolay olan’, sınavın bir nevi yaptırımsız oluşu, yolun dümdüz ve dikensiz oluşu anlamına gelmemektedir! Aksine ‘sarp yokuş’, ‘sizden öncekilerin başına gelenler, sizin başınıza gelmeden.., peygamber ve beraberindekiler o kadar daraldılar ki..’, ‘Allah inananlardan canları ve malları karşılığında cenneti satın almıştır..’, ‘hanginiz iyi işler yapacak diye hayatı ve ölümü yarattı..’, ‘sizi biraz açlık, biraz korku ile mal, can ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz..’, ‘.. ne diye peygamberleri öldürüyordunuz..’ ayetlerinin muhtevası ve ‘sabır, cihad, hicret..’ vb Kur’anî kavramların kullanımı bize ‘işin kolaylığı’nın başka bir anlamı olduğunu hatırlatıyor! Allah dileyene dilediğini veriyor! Bizler ‘istemesini’ ve daha önemlisi ‘ne istediğimizi’ bilelim! Dahası bu isteğin ‘ne gibi şartlara bağlı olduğunu, neleri kapsadığını, nasıl elde edileceğini’ bilelim! Neticede bizler Allah’ın rızasına, ahiret saadetine talip isek, bunun gerekleri Allah tarafından son vahiy Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir. Bildirilmekle kalmamış ‘nasıllığı ve niceliği’ son elçinin şahsında örneklendirilmiş, yaşanırlığı gösterilmiştir! Bize düşen, son elçinin güzel örnekliğinden hareketle, hayat kılavuzu, hidayet rehberi bu son vahye teslim olmaktır! Tabi tutulduğumuz imtihanın cevap anahtarı, resulün talimini gerçekleştirdiği son vahiydedir! Yeter ki onu ‘mehcur’ olmaktan kurtaralım, raflardan indirelim, anlaşılmaz zannından kurtulup kurtuluşumuz için ona sarılalım! Toptan, hep birlikte, sımsıkı, nizaaya düşmeden, tefrikaya kapılmadan, dinimizi gruplara ayırmadan, ümmet/ millet olma bilinci ile insanlara örnek olacak boyutta, ‘biz’ olma şuuru ile toplumsal yükümlülüklerimizi üstlenerek sarılmalıyız/yönelmeliyiz ona!
Yürüyerek yapılacak işi durarak, koşarak yapılacak işi yürüyerek, fiilen yapılacak işi konuşarak, konuşarak yapılacak işi susarak, beraber yapılacak işi tek başınıza yapmaya yeltenip, elle düzeltilecek işi sözle, sözle düzeltilecek işi susma ile (vb.) yapmaya kalkarsanız; eksik, yanlış bir tavır geliştirmekle, başarısızlığa yelken açmış, en başta kaybetmiş, belki de sonucu geciktirmek, emek, zaman ve imkânların yanlış işe koşulması ile kayıplara sebep olmak bakımından sevap kazanacağım derken günaha girmiş bile olunabilecektir! Bu bir zulüm de sayılabilir; zira zulüm bir şeyi hak ettiğinin dışında başka bir yere koymak anlamına da gelir! Ne yapacağını bilmek, niçin yapacağını bilmek elbette çok önemlidir; ancak en az bunlar kadar önemli olan ‘nasıl’ yapacağını da bilmektir! (‘Niçin’ sorusunun cevabını öne almak ‘nasıl’ sorusuna vereceğimiz cevabın önemini azaltmaz, aksine artırır; çünkü ‘nasıl’ sorusunun cevabı ‘niçin’ sorusuna göre belirlenmektedir!) ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir!’, ‘Meşru hedeflere meşru araçlarla varılabilir!’, ‘Doğru davranışlar doğru bilgilerden kaynaklanır!’, ‘İş bilenin, kılıç kuşananın!’ vecizelerini bu manada alabiliriz!
Kısaca ‘süreci doğru işletmek’ dediğimiz; işi bilme, ama işe gitmezlik etmeden, işin hakkını verme! İşimiz Allah’ı razı etmekse, O nasıl istemişse öyle! Resulü O’nun bildirdiklerinden ne anlamışsa ve bunları hayatına nasıl aksettirmişse öyle! Eksiltmeden, fazlalaştırmadan! Belki kendimize göre, ancak ‘kendimizce’ hesaplar yapmadan! Nefsimizi ve şeytanı devre dışı bırakarak!
DEVAM EDECEK…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *