Siyer’e farklı bir bakış

Yok olmaktan kurtulmak, hayatı kuşatmak için bu zamana esaslı bir şeyler söylemek ve gerçekçi çözümler üretmek gerekmektedir.

Teknolojinin geliştiği, bilginin her gün çarpan etkisiyle arttığı, mekânların yakınlaştığı, zaman kavramının değiştiği, bütün bir insanlık birikimlerine ulaşabildiğimiz bir dönemde hayatı tekdüze eden düşünsel, varoluşsal, epistemolojik anlamda paradoksal bir gerileyiş söz konusudur. Bunca imkânın içinde, hakikat algısının körelmesi, hakikatin imkânlarının daraltılması ve zamandan ve mekândan uzaklaştırılması ve hatta yok olmasıdır bunun anlamı. Bu noktada bize öğretilen ve hatta dayatılarak zorla ezberletilen modern hayatın kaybettirdiği hakikat ve anlam kayıplarının, savrulmuşluklarının, hazcı dünyanın sığlığının boğucu ortamından kurtulmanın yolu Kur’an ve yürüyen Kur’an olan Hz. Muhammed(s)’dır.

Günümüzde Müslümanların en önemli eksiklikleri inandıkları değerler manzumesi dinlerini ve yaşadıkları zamanı ve mekânı tanıyamamalarıdır. Bu tanımamazlığın getirdiği sorun ise yaşanılan dünyanın kendilerini kuşatması ve varlık gösteremeyerek bu hayata teslim olmalarıdır. İşte bu teslimiyet, zihnen, fikren, epistemolojik ve varoluşsal düzeyde yok oluşu ifade eder. Yok olmaktan kurtulmak, hayatı kuşatmak için bu zamana esaslı bir şeyler söylemek ve gerçekçi çözümler üretmek gerekmektedir.

Peygamberin Rabbani usule uygun olarak günümüze taşınması, günün şartlarıyla ve günün diliyle bu dönemin insanlarının sorunlarına, dertlerine, beklentilerine çözüm olacak şekilde sunulması gerçekten çok önemli ve anlamlıdır. Peygamberi çağa taşıyan, sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa sunabilen ve bunu yaparken günümüz insanının birikimlerini de göz önüne alan her çalışma insanlığın varoluş serüvenine gerçek bir katkı, bu hayatın savrulmuşluğunun yaralarına ilaç olacak, zorbaların, tiranların, barbarların egemenliklerine darbe vuracak ve insanı öz(ü)gürleştirecektir. Çünkü Peygamber çağın insanına bir hakikat gözlüğüdür; modern hayatın insanlığa sunmuş olduğu manevi yokluğa rağmen insanın hem akıl hem de ruh dünyasının en derin noktalarına kadar hakikatin yollarını gösteren bir kılavuzdur.

Hz. Muhammed’in doğru tanınması, kişiliği, yaşadıkları, içine doğduğu bölgenin ve insanların özellikleri, peygamber olduğu dönemde dünyanın genel gidişatı, dönemin süper güçlerinin bölgeye ve kıtalara etkisi, savaşlar, ekonomik gelişmeler, siyasi sorunlardan sosyal hayata kadar her yönüyle incelenmeyi gerektirmektedir. İnzal sürecinde Kur’an’ın, hem peygamberin kişisel hayatını hem içinde bulunduğu bölgeyle ilgili çeşitli özellikleri hem ekonomik, siyasi ve sosyal sorunların hayata müdahalesi hem de Arap yarımadası dışındaki dünyadan haber vermesi konuya ait bize yol göstermektedir.

***

İslam tarihi boyunca, çeşitli biçimlerde ele alınan siyer yazımlarında, siyerciler konuyu geniş ve etkin biçimde değerlendirmiş ve elimize geniş bir külliyat bırakmıştır. Bu konuda gösterilen gayretler Müslümanların peygamberlerini tanımaları ve O’nu hayatlarına örnek alabilmeleri açısından gerçekten yararlı olmuştur.  Nitekim, Hz. Muhammed(s)’in örnekliği yeni nesillere siyer yazımlarıyla anlatılmaktadır. Yeri doldurulamayan, zihinlerde hala yaşayan Hz. Peygamberin her insandan çok daha fazla tanıtılmayı hak etmesi, Hz. Muhammed’in özellikle Müslümanlar tarafından tanınma zarureti ve onun yolunun bilinmesi halinde sünneti takip edilebileceği ve gerçek anlamda Müslüman olmanın bu şekilde mümkün olabileceği gibi başlıklarla Muhammed Hamidullah siyer çalışmalarının amacını açıklamaktadır.1 Yine peygamber çağından uzaklaştıkça O’na yakın olma isteği de siyerleri oldukça önemli kılmaktadır. Yakın olma isteği her çağın kendi araç ve zihin dünyasına göre yeniden şekillenmektedir.

Beyan Yayınlarından çıkan “Siyerin Gölgesinde” adlı kitapla yazar Hüseyin Alan, Hz. Peygamberi anlamak ve yaşamak amacıyla çıktığı yolculukta bilinenlerin ötesinde yorumlarla Siyer çalışmalarına farklı bir yaklaşım sunmaktadır. Salt malumat ile yetinmeyen yazar hemen hemen kitabın tümünde yorumlarıyla peygamberi günümüzün diline uygun bir şekilde anlatma kaygısı taşımaktadır. Üç ciltten oluşması planlanan kitabın ilk cildiyle yayın dünyasına katılan bu siyer çalışmasının ilk cildi Risalet öncesi Mekke’yi incelemektedir. “Risalet davasını ve hedefini doğru kavramak için öncelikle Mekke şehir toplumunu, şehre kinliğini veren ve damgasını vuran Kureyş’i iyi tanımak ne kadar önemliyse, orada olup bitenleri yerli yerinde anlamak da o kadar önemlidir.” diyen yazar Mekke’ye geniş bir projeksiyon tutmuştur.

Yazar, Peygamberi yaşadığı yeri, bölgeyi ve şartları net olarak anlayan, hayatın getirdiği gerçeklerin farkında, yapılacak işlerin gereklerini yerine getiren ve işlerini aksatmadan sürdüren ve bu yüzden bel kıran bir yükü taşımak(İnşirah 3) için gerekli donanım ve ciddiyete sahip bir kişilik olarak tanımlıyor. Ayrıca “O’nun yapıp etmeleri, güttüğü hedefin büyüklüğü ve omuzlarına yüklenen sorumluluğu her şeye rağmen omuzlamasındaki direncini, bağlı olduğu tevhid inancından, ahde vefasından ve Allah’a olan sadakatinden aldığını biliyoruz.” tanımlaması peygamberin rehberliğinin ve örnekliğinin kendisinden sonraki nesilleri ve çağları da bağlayıcılığı konusunda bizlere önemli ipuçları vermektedir.

Kitapta, Mekke bir toplumu oluşturan her parçadan bahsetmiş olan yazar Mekke’nin tarihiyle beraber Kureyşin kuruluşunu da geniş bir şekilde anlatmıştır. Yazar, kurucu bir irade ve lider olan ve Kureyşi Mekke yönetimine taşıyan Kusay bin Kilab’ı çeşitli zamanlardaki birleştirici unsur olan liderlerle karşılaştırmış; Cermen kabilelerini –ki bu kabileler yüzlerce etnik karışım-lehçe ve mezhep farklılıklarını rağmen- Germanik kültür temelinde birleştiren Otto Von Bismarck, bir çok inanç-dil-etnik yapıya sahip toplulukları Anadolu coğrafyasında “tek”leştirerek Türkiye’yi kuran Atatürk ve iç savaş sonrası Amerika’yı birleşik bir devlete dönüştüren George Washington bu karşılaştırma örneklerindendir. Kusay bin Kilab’ta farklılıkları yok saymadan, her kabilenin putlarının Kâbe’de temsil edilmesini sağlamış ve grupsal bir sistemin liderliğini kendi elinde tutarak yeni bir siyasal sistem oluşturmuştur. Aslında yaptıkları ve Mekke’de ki hayatı yönlendirmesiyle Kusay güçlü bir özgürlük anlayışı getirmiş ve ileri görüşlülüğü ve liderliğiyle ilerici bir profil çizmiştir. Çalışkanlığı, keskin zekâsı ve yönetme becerisiyle Kureyşi kendi etrafında toplamayı başarmış olan Kusay, Mekke’nin yönetimini de Huzaa kabilesinden alarak Kureyşi yönetimin sahibi yapmış ve Mekke’deki kurumsal yapıyı kendi düşüncesiyle inşa etmiştir. Kâbe’nin anahtarını taşımak ve korumak, merasimleri yürütmek ve hacılara rehberlik etmek işlerini devam ettiren Kusay, bu görevlerin dışında da bazı işler ve kurumlar oluşturarak siyasi yapıyı zenginleştirmiş, böylece daha güçlü bir yapıya yöneticilik etmiştir.

Çeşitli kavimlerin değişik zaman aralıklarında bulunduğu bir yer olan Mekke, eldeki verilere göre, milattan on dokuz asır öncesine kadar dayanan bir tarihe sahiptir. Mekke’yi küçük ve ilkel bir kabile beldesi, Mekkelileri de hiçbir şeyden anlamayan, cahil, estetik yoksunu, kaba, dünya görgüsü ve bilgisi olmayan bir insan topluluğu gibi gören modern bakışın aksine kitapta Mekke’nin nasıl bir medeni toplumu olduğu, bilginin nasıl üretildiği, siyasi mekanizmaları, bölgesel hegemonisi, ekonomi politiği, ulusalararası ticaretleri, toplumun aristokrat yapısı, yaşayan insanların estetik algısı gibi konular dikkatli bir şekilde ve titizlikle anlatılmıştır.

Kitaba bakıldığında hemen hemen her tür alanda Mekke’nin kendi çağında ileri bir toplum olduğu, siyasi kültürü, soysal örgütlenme biçimi ve ekonomi politiğiyle günümüz devletlerinden aşağı kalmadığı hatta bazı konularda daha ileri olduğu görülmektedir. Bu da bize vahyin geldiği toplumda Hz. Peygamberin işinin hiç de kolay olmadığını, tebliğinin muhataplarının basit, cahil, görgüsüz insanlar yerine bilgili, aristokrat, dünya görgüsü olan, güçlü bir siyasi otoritesi, ekonomisi, toplumda düzeni sağlayan kurum ve kuruluşlarının olduğunu göstermektedir.

Günümüz dünyasının cahiliye anlayışıyla Mekke toplumunun cahiliye anlayışının da tıpa tıp birbirine uyduğu bir vasatta peygamberin bizlere nasıl örnek olabileceği, nasıl bizi aydınlatabileceğini bu anlatılanlardan anlayabiliyoruz. Nitekim Mekke’nin, insanoğlunun başlangıcından beri gelen genel karakteristiğini taşıyan özellikleriyle her çağda olabilecek cahili değerleri ile toplumsal bir tarzın örnekliği, modelliği vardır.

Kitapta Mekke’deki ekonomi modeli ve dini merkez olmanın ticarete kazandırdıkları geniş bir şekilde anlatılmıştır. Çeşitli kabile ve devlet başkanlarıyla yapılan anlaşmalar sayesinde Mekke kervanları güven içinde yol alabiliyor, her gittikleri yerde Mekke’nin dini ve ticari itibarını kullanarak ticaret yapabiliyor ve yüksek kazançlar elde edebiliyorlardı. Yine Kureyş, uluslar arası dört büyük pazara(İran, Habeşistan, Yemen, Suriye) rahatlıkla girebiliyordu. Kureyşin yaptığı anlaşmalar Sasani ve Rum imparatorluklarını da kapsıyordu ve imparatorluk topraklarında, saraylarında büyük itibar görüyorlardı. Bunun yanı sıra Hindistan ve Çin tüccarlarıyla da alış verişleri bulunan Mekke tüccarlarının Muaviye döneminde İstanbul’da şeriat mahkemeleri kurdurtacak kadar geniş bir hinterlanda sahip olmaları ne kadar büyük çapta bir ticaret ve siyaset etkilerinin olduğunu göstermektedir.

Cahiliye toplumunun genel yapısını da değerlendiren yazar, Bedevi ve yerleşik hayatla ilgili bilgiler vermekte, kabile yapısının ve asabiyetin Mekke’deki anlamını incelemektedir. Ayrıca sosyal durum ve Mekke’deki sınıfların incelenmesinin ardından Mülkiyet algısına değinmiş konunun bugünkü çeşitli algılarla karşılaştırması yapılmıştır. Yazar, Mekke’nin siyasi sisteminde egemenlik konusunu sosyal statü ve mülkiyet konularını da içine alan geniş bir değerlendirmeye tabi tutmuştur. Dönemin idari meclislerini, hüküm mercilerini, egemenliğin yanı sıra hakemlik müessesesini de inceleyen yazar tüm bu kurumların günümüzdeki karşılıklarını ve yetki denkliklerini karşılaştırmıştır. Kitabın önemli bir bölümünü ise Mekke’nin dini-inanç yapısı kaplamıştır. Mekke’de putların konumları, putlaşan sembollerin tarihi arka planları, ehli kitabın durumu, farklı inanış sahiplerinin varlığı, ibadet şekilleri gibi birçok konu detaylıca incelenmiştir.

Mekke’nin doğru anlaşılması ve risalet öncesi durumunun bilinmesi peygamberin davetinin niteliği konusunda bizlere önemli bir pencere açmaktadır. Basit bir kasaba benzeri şehrin birkaç ilkel insanına bir şeyler anlatan peygamber algısını ortadan kaldırarak, ne denli zorlu, güçlü, dinamik bir topluma hitap ettiğini anlamak Hz. Muhammed(s)’in bizim için olan örnekliğinin benzerliklerini göstermektedir. Araçlar değişmekle beraber egemenlik, ticaret, sosyal statüler, hak ve özgürlükler gibi bir çok temel başlıkta tıpa tıp benzerlikler peygamber döneminin günümüze söyleyecek bir çok şeyinin olduğunun açık göstergesidir.

Bu anlamda çağına bir şey söylemek yerine çağın getirdiklerine mahkûm olmuş bir insanın tek çıkar yolu ve karanlıklarının tek aydınlatıcı ışığının Hz. Muhammed(s)’i anlamak ve yaşamak olduğu açıktır. Bu amaçla yola çıkan Hüseyin Alan’ın “Siyerin Gölgesinde” kitabı bizlere katkı sağlayacaktır.siyerin gölgesinde 2 ile ilgili görsel sonucu

Hüseyin Alan bu eserinde, son peygamber Hz. Muhammed (s)’in hayatına ve yaşantısına dair pek çok konuyu farklı bir tarzda ele almakta, Peygamberimizin, elçilik görevini yüklenmeden önce içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel yapıyı geniş bir biçimde tahlil etmeye çalışmaktadır.

Risalet davasını ve hedefini doğru kavramak için öncelikle Mekke şehir toplumunu, şehre kimliğini veren ve damgasını vuran Kureyş’i iyi tanımak ne kadar önemliyse, orada olup bitenleri yerli yerinde anlamak da o kadar önemlidir. Bu bakımdan sözkonusu çalışmada, vahyin ilk muhataplarının siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve estetik yapısına, toplumsal ve kurumsal vaziyet alışlarına dair yeterli bilgiler aktarılmış ve bu bilgiler analiz edip değerlendirilerek bir sonuç üretilmiş. Bu arada yakın çevre toplulukları, devletler ve imparatorluklar tanıtılmaya çalışılmış, onların Kureyş’le sürdürdükleri dini ve ticari ilişkiler, sosyo-politik ve kültürel bağlantılar da incelenmiş.

1 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Beyan Yayınları, İstanbul s. 3-6.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *