Bir Müslüman yalnızca fizik ve dünyevi hayat eşini arıyor olamaz. Belki de evliliklerimizin uzun ömürlü olmama sebebi de budur.
Talha b. Ubeydullah, bir Yahudi kadınla, Huzeyfe b. Yeman da Hristiyan bir kadınla evlenmiş Hz. Ömer de onların bu hallerine şiddetli bir şekilde kızmış ve onları dövmek istemiştir. Bunun üzerine onlar: “Ey müminlerin emiri sen kızma biz onları boşarız.” demişler. Hz. Ömer de: “Allah’a yemin olsun ki, eğer onları boşamak helal olsaydı onlarla evlenmekte helal olurdu. Ben onları sizin elinizden hor ve hakir bir şekilde çekip alacağım.” diyor.
Kendi dönemi içerisinde Hz. Ömer’in bu gibi çıkışlarına oldukça fazla rastlamak mümkün. Çünkü O İslam’ın ve O’nun bağlısı olan müminlerin maslahatını sürekli gözetmiştir. Buna benzer bir olay ise şu şekilde izah edilmiş; Zeyd b. Vehb, Hz. Ömer’in şöyle dediğini nakletmiştir. “Müslüman erkek, Hrıstiyan bir kadınla evlenebilir. Fakat Hristiyan bir erkek, Müslüman bir kadınla evlenemez.” Zeyd sözlerine devamla demiştir ki: “Ömer’in, Talha ve Huzeyfe’nin, Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenmelerini hoş görmemesi, insanların bu iki sahabeye uymalarından ve Müslüman kadınlarla evlenmekten vaz geçeceklerinden korkmasındandır. Veya bunun dışında başka bir sebeptendir. Bu yüzden Ömer onlara, bu hanımlarını serbest bırakmalarını emretmiştir. Nitekim bu hususta şu rivayetlerde bulunulmuştur. “Huzeyfe, Yahudi bir kadınla evlendi. Ömer ona mektup yazarak “Kadını bırak” dedi. Huzeyfe de ona bir mektup yazarak “Sen, bunun haram olduğunu zannederek mi benim kadını bırakmamı istiyorsun?” dedi. Bunun üzerine Ömer: “Onun haram olduğunu sanmıyorum fakat ben, onların karşısında mümin kadınları ikinci plana düşüreceğinizden hor göreceğinizden korkuyorum.” diye cevap veriyor.
Gerçekten de kimi rivayetlerde o dönem Müslümanlarının yabancı kadınlarla evlenme hevesleri dolayısı ile Müslüman kadınların evlilik ile ilgili problemler yaşadığı söylenmektedir. Tabi bugün de kimi Müslüman gençlerin benzer davranışları sergiledikleri görülüyor.
Aslında bu konudaki hem erkekler hem kadınlar ile ilgili olan ayetler çok açıktır.
Yüce rabbimiz şöyle buyuruyor;
“Müşrik kadınlarla, onlar iman etmedikçe, evlenmeyin. Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden putperest bir hür kadından daha iyidir. Müşrik erkeklerle, onlar iman etmedikçe, evlenmeyin. Mümin bir köle, çok hoşunuza giden putperest bir hür erkekten daha iyidir.
Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Oysa Allah sizi izni ile Cennete ve affedilmeye çağırıyor. O, ayetlerini insanlara açıkça anlatıyor ki, öğüt alsınlar.” (Bakara–221)
Bu surede yüce Rabbimiz evlilikteki tercih biçimini açık bir şekilde açıklamıştır. Evlilikte iman şartı aranmıştır. Çok hoşumuza gitse bile eğer karşımızdaki kişi Allah’ın emirlerine riayet etmiyor, dinine şirk bulaştırıyorsa bu kimselerle evlenmememiz emrediliyor. Bunun yerine Allah’a bağlı O’nun emir ve yasaklarını dikkate alan müminleri tercih etmemiz isteniyor. Fakat buradaki asıl sorun bazı din büyüklerinin bu ayetten sonra gelen Maide Suresinin 5. ayeti ile bu hükmün kalktığını düşünmeleridir.
Ayet mealen şöyledir;
“Bugün size temiz olanlar helâl kılındı.” ….”Sizden önce kendilerine kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları size helâl kılındı”
“Fakat eğer söz konusu Ehl-i Kitap bağlısı kadın Allah’ın “Üçün üçüncüsü” olduğuna ya da “Meryem oğlu İsa’nın Allah” olduğuna ya da “Üzeyir’in Allah’ın oğlu” olduğuna inanıyorsa, acaba evlenilmesi yasak müşrik (Allah’a ortak koşmuş) bir kadın mı sayılır, yoksa “Bugün size temiz olanlar helâl kılındı.” ….”Sizden önce kendilerine kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları size helâl kılındı” ayetinin kapsamına mı girer, Kitap Ehli kadınlardan mı kabul edilir? Bu konu, fıkıh bilginleri arasında tartışmalıdır.” 1
Bizce de burada anlaşılmayacak bir şey bulunmamaktadır. Ayetler bütüncül bir şekilde alınmalıdır. Üstelik Kur’an’ın hiçbir ayeti diğer ayetin hükmünü kaldırmaz. Böyle bir kaide söz konusu bile olamaz. Bunlar dönemler içerisinde ele alınacak birbirleri ile bağları bulunan ayetlerdir. Tıpkı yukarıdaki iki ayette olduğu gibi.
Biz günümüzde bu tür evliliklerin Müslüman bir aile için uygun olmadığını, kötü sonuçlar doğuracağını düşünüyoruz. Müşrik ya da Hıristiyan, hoş görücü ya da Laik ya da Yahudi bu kimseler elbette ki evine ve çocuklarına kendi rengini verecektir.
“Nikâh, yani evlilik, karşı cinsten iki insanı birleştiren en köklü, en güçlü ve en sürekli bağdır. Bu bağ, iki kişi arasında mümkün olan en geniş çaplı anlayış birliğini içerir. Buna göre tarafların kalplerinin çözülmez bir bağda birleşmesi, buluşması gerekir. Kalplerin birleşebilmesi için aralarında inanç ve istikamet birliği bulunmalıdır. Öte yandan dini inanç, vicdanların yapılanmasına en köklü ve en yaygın biçimde katkıda bulunan, onları etkileyen, duyguları biçimlendiren, bu duyguların etkilenmelerini ve tepkilerini belirleyen, hayat boyunca vicdanların izleyecekleri yolu çizen faktördür. Gerçi kimi zaman dini inancın pasifleşmesi ve etkinliğinden uzaklaşması birçoklarını yanıltıyor. Böyleleri bu yüzden dini inancın gelip-geçici bir duygu olduğunu, bazı felsefî düşüncelerle ya da sosyal akımlarla yerinin doldurulabileceğini sanırlar. Fakat bu görüş insanın psikolojik yapısı, onun gerçek dayanakları hakkında eksik bilgiden kaynaklanan asılsız bir saplantıdır.” 2
Elbette kalplerin birleşebilmesi için aralarında inanç ve istikamet birliği bulunmalıdır. Çünkü evlilik Müslüman kadın ve erkek için en içten en köklü en güçlü bağdır. Fakat bu birliktelikte kesinlikle bir inanç ve istikamet birliği bulunmalıdır. Yoksa böylesi dikkat edilmeyen evliliklerin nasıl sonuçlandığını hep birlikte görmekteyiz.
Bugün çoğu uydurma olan bir takım bilgiler Müslüman erkek ve Müslüman kadın ilişkilerini belirlemede etkin rol oynuyor. Bu da maalesef ileride İslam adına temelleri atılacak olan ailelerin oluşmasını sekteye uğratmaktadır. Çünkü aralarına setler çektiğimiz Müslüman erkek ve kız çocuklarımız bir türlü birbirleri ile tanışamamaktadırlar.
Bu sadece evlilikle sonuçlanması gereken bir hadisede değil. Bir dava arkadaşlığı da söz konusudur. Çünkü Kur’an hükümlerinin yaşanmasını emr ederken kadın ve erkek diye bir ayrımda bulunmuyor. Eğer bizler bu şekli ile çocuklarımızın arasını ayıracaksak o zamanda birbirlerinin velileri olma sıfatlarını Allah’a rağmen ellerinde almış olacağız.
Böylesi bir durumda ben; ‘Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasul’e itaat ederler… (Tevbe–71) ayetini Müslüman ailelerin nasıl anladıklarını merak etmişimdir. Sanki bu ayet karı koca eşler için inmiş ve onlar birbirlerini uyaracak gibi anlaşılıyor. Halbu ki ayet mümin erkek ve mümin kadınlardan bahsediyor. Aslında ayetler böylesi konulardan bahsederken her iki kesime de hitap ediyor.
Tıpkı aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi;
“Mü’min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarını söyle.” (Nur, 24/30)
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar…” (Nur, 24/31)
Fakat erkeklerin hakim olduğu toplumumuzda egemen erkek algısı maalesef mümin kadınlara Allah’ın vermiş olduğu haklarını yasaklar hale gelmektedir.
Halbuki kadınlar ve erkekler İslami davetin tüm aşamalarında birlikte hareket etmişler, dayanışma içerisinde olmuşlardır. Erkam’ın evinde Kur’an okurken, tebliğ yaparken, işkence görürken, Kabe’ye yürürken, hicret ederken, cihad ederken, şehid olurken omuz omuza mücadele etmişlerdir. Kadının evde oturması gerektiği inancı, yabancı kimseyle hiçbir şekilde muhatab olmaması gerektiği inancı vahyin doğru okunmaması, yanlış yorumlanması sonucu oluşmuş hurafelerdir.3
Ki bu yanlış anlaşılmanın hangi ayetlerin yorumundan kaynaklandığını yukarıda aktarmıştık.
Yine bakın Ümmü Atıyye (r. anha) Hz. Peygamberimizle birlikte yedi gazveye katılmış, (Müslim, Cihad, 141; İbn Mace, Cihad, 37; Darimî. Cihad, 29; A. b. Hanbel, V, 84.) Hz. Aişe ve Ümmü Süleym Uhud gazvesinde geri hizmetlerde bulunmuş, (bk. Buharî, Cihad, 65, 66, Menakıbu’l-Ensar, 18, Megazî 18; Müslim, Cihad, 136.) başka yedi kadın sahabe de Hayber’i kuşatan orduya katılarak önemli geri hizmetleri başarı ile yürütmüşlerdir. (A.b. Hanbel, V, 271; Ebu Davud, Cihad, 141.)
Yapılan tüm bu işlerde kadınlar ve erkekler birlikte hareket etmişlerdir. Fakat şimdilerde hala Müslüman kadına biçilen rol hep aynı biçimde evinde oturmasını önermektedir.
“Bir kadın okuyucu fetva köşesi yazan hocaya ekmeği bıçakla kesmesinin dini hükmünü soruyor. Hoca da bu soruyu ciddiye alıp, kesilmesine cevaz verenler de var ama siz tercihen kesmeyin, mealinde bir cevap veriyor. Şimdi siz söyleyin, böyle bir dini anlayış, dini cevap bizim hangi sorunumuzu çözüyor, hangi ihtiyacımıza cevap veriyor? Başka bir fetva ise eşinden mutfakta kullanmak üzere bir çırpıcı veya karıştırıcı isteyen bir kadın okuyucuyla ilgili. Bu okuyucuya cevap olarak Hz. Fatma’nın un öğütürken el değirmeninde ellerinin su topladığı hatırlatılıyor. Hz. Fatma babası olan Hz. Muhammed’ten kendine yardımcı olmasını istediğinde, Peygamberimizin(S) bu isteği karşılamadığı anlatılıyor. Bizim genç kız ve kadınlarımızın da Hz. Fatma gibi davranmaları isteniyor. Bu fetvalardan bir eğitim modeli çıkarmak mümkün müdür? Böyle bir şey bizi tuhaf durumlara düşürür. Eleştirel pedagoji açısından böyle bir “rol model” sorun yaratır. Bu kadıncağıza bu çağda el değirmeninde un öğütmeyi mi salık vereceğiz? Bunu da din ile desteklemek, dinden delil getirmek, örnek üretmek sizce nasıl bir şeydir acaba? Bu yolla yukarıda örneklerini verdiğimiz “asr-ı saadeti çağımıza getirmek mümkün mü?” 4
Bizler böylesi bir Müslüman kadın görüntüsünü kabul etmiyoruz. Bu ve benzeri hurafelerin esiri olmadan çocuklarımızı mümin erkek ve kadın olarak birbirlerinden ayrı düşünmemeliyiz. Çocuklarımıza birbirleri ile olan ilişkilerde ayetlerin belirttiği hususlara uyacakları konusunda güven duymalıyız. Öyle ki olaylara dava arkadaşlığı bağlamında da bakabilmeliler. Bu konularda güvenmediğimiz çocuklarımıza İslam adına çok ağır yükler yüklememizin de bir anlamı olamaz. Tövbe Süresi 71. ayette bahsedilen kadın ve erkeklerin birbirlerinin uyarıcısı ve destekçileri olmaları tüm Müslüman kadın ve erkekleri ilgilendiren bir hükümdür. Bu bizlerin birbirlerimizden haberdar olmamızı da sağlayacaktır.
İnşallah bu şekli ile ileride birbirlerini tanıyan kız ve erkek çocuklarımız da ortak oldukları yol bilinci ile güzel aileler oluşturacaklardır.
Başörtülü yerine başı açık, Allah’tan hakkı ile korkup davasının bağlısı olan yerine öylesine bir hayatı serdeden bir kız arkadaşını tercih eden Müslüman erkek çocuklarımıza gelince?..
Gerçekten de önce bu durumu anlamak lazım. Acaba neden böyle bir tercihte bulunuyorlar?
Öyle görülüyor ki bu çocuklarımız ağızlarından çıkan sözcüklerin ne mana ifade ettiğini bilmiyorlar. Eğer ne söylediklerinin farkında olsalar idi İslam’a hizmet ettiklerini düşündükleri kendileri aynı davaya hizmet eden bir başka dindaşları ile evlenmeye istekli olurlardı. Yani amaç kendisi ile aynı davaya hizmet eden bu yolda sıkıntılar geçirmiş, sabırla dinini yaşamaya çalışan, hakları elinden alınan, tecrit edilen kendisi gibi bir ruha sahip bir aday ile hayatını birleştirmek, onun sıkıntılarına bir son vermek ise yapıla gelen tercih bu düşüncelerle tezat oluşturmaktadır.
Bir Müslüman yalnızca fizik ve dünyevi hayat eşini arıyor olamaz. Belki de evliliklerimizin uzun ömürlü olmama sebebi de budur. Aynı işyerinde çalışan ya da üniversite tanışan gençlerimiz bir de bakıyorsunuz ki başı açık, birçok İslam dışı hurafeleri savuna bilen hatta demokrasi, laiklik v.b batılı ideolojileri içselleştirmiş bir kız ile gönül bağı yaşayabiliyor. Hem de bu işi çoğu kere ben onu evlendikten sonra istediğim düşünceye getiririm diyerek yapıyor.
Şimdi ise sanırım tevhid eksenli erkeklerde dava şuuru zayıfladığı için öteki hayat ikinci planda kalıyor. Yani gençler, kendileriyle, aynı davaya hizmet edecek ruh eşini aramak yerine fizik ve dünyevi hayat eşini arıyorlar.
Evlilik gerçekleştiğinde bu iş hiçte öyle sonuçlanmıyor. Birisi eşini kendi inandığı dini değerlere çekmeye çalışırken diğer eşi ise kendi yaşadığı batıl hayata çekmeye çalışıyor.
İslam adına bir yuva kurmak isteyen kardeşlerimizin kesinlikle maddi değerler üzerine bir düşünceye kapılmamaları gerekir. Zaten Yüce Allah belli bir geçim seviyesine geldikten sonra arta kalan mallarımızı fakir kardeşlerimiz ile paylaşmamızı istiyor. Bu sebeple özellikle belli bir geçim düzeyi olan Allah’ın kendilerine zenginlik ihsan ettiği kardeşlerimiz tercihlerini yaparken çok dikkatli olmalılar. Bu kardeşlerimiz, kendisini İslam davasına adamış, gerekiyorsa fakir bir aileden gelen, ailesi ve çevresi ile İslami ayrılıklar yaşayan, mücadele eden hayat arkadaşlarını aramalılar. İnanın bu mümine kardeşlerimiz bunu hak ediyorlar. Bir ömür boyu sıkıntı çekmiş, davası uğruna birçok şeyi feda etmiş bu kardeşlerimiz kendilerine değer veren eşlerinin yanında mutlu olmayı hak ediyorlar. Bu yapacağınız şey onlara lütufta bulunmak değil inandığınız değerlere sadakatinizin bir ispatı olacaktır. Zaten bunlar sizin yapmanız gereken şeylerdir.
Maalesef bizler böylesi uyarılarda bulunsak da yaşadığımız dönem ilk dönemlerden biraz farklılıklar arz ediyor. İslam adına bir devletimiz yok. O yüzden sözü dinlenecek Hz. Ömerlerimiz de yok. Hepimiz her ayrı köşede annesiz babasız öksüz çocuklar gibiyiz. Mevcut laik sistemlerle uzlaşan her yeni topluluk bizlerden bir parçamızı daha alıp götürüyor. Daha fazla kenetlenmemiz gereken bir dönemde kardeşlerimizin evlilik tercihlerini bile dava arkadaşları olan kimseler arasından yapmıyorlar. Bu konulardaki yardımlaşmalarda öncü olmak her inanan mümine bir sorumluluktur. İlk önce Müslümanlar arasındaki bu ekonomik uçurumu kaldırıp hepimiz bir ve eşit geçim düzeyinde olmalıyız. Bu konuda belli sayıdaki aileler bir araya gelmeliler. Ve bütçelerinden ayırdıkları senelik bir ücret ile Müslüman çocuklarımızın evliliklerinde tercih meselesi yapılan ekonomik etkenleri ortadan kaldırmalıyız. Bu çokta zorlanacağımız bir konu değildir. Onların birbirlerini tanımalarına da fırsat vermeliyiz. Tercihleri üzerinde nasihatlerde bulunmalıyız. Davalarına ve dava kardeşlerine vefasızlıkta bulunmanın ne anlam ifade ettiğini onlara öğretmeliyiz.
Unutmayalım ki sırf İslami tercihlerinden dolayı İslami bir yuva kuramamış kız çocuklarımızın vebali hepimizin üzerinedir. Bu konuda belli bir yapısal birlikteliğe giden kardeşlerimiz Kur’an’ı bütüncül bir şekilde algılayıp dışarı ile ilgili oldukları kadar kendi ailelerinin sorunlarına da ilgili olmalı bu sorunları görebilmelidirler. Yoksa her daim verdiğimiz mücadelenin temel direkleri olacak Müslüman ailelerimiz hiçbir şekilde oluşmayacaktır. Önce temel iyi yapılmalı ki davamız kalıcı olsun. Ben her bir Müslüman kardeşimi bu konulara duyarsız kalmamalarını diliyorum. İnşallah aile olmuş biz Müslümanlar da çocuklarımızın tercihleri noktasında Hz. Ömer’in duyarlılığını gösterebiliriz.
Selam ve dua ile…
Kaynaklar;
1- Fizilalil Kur’an, Seyyid Kutup
2- Fizilalil Kur’an, Seyyid Kutup
3- (TOKAD Niksar Temsilcisi Hilal Çetin konuşması, Haber: Zehra UÇMA, Niksar, İslamvehayat)
4- (1980–1990 arasında yayımlan İslamcı dergilerde tartışılan eğitim sorununu dört dergi üzerinden ele alan Dini Grupların Eğitim Anlayışı (Karahan Kitabevi 2004) kitabı çerçevesinde Yrd. Doç. Dr Nebahat Göçeri ile röportaj, Röportaj: ASIM ÖZ Haksöz-Haber)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *