Bilgi-Der’de Ercümend Özkan semineri

Bartın Bilgi-Der’in seminerlerinin bu hafta konuğu İzmir’den Hüseyin Alan’dı. Hüseyin Alan “İnanmak ve Yaşamak Bağlamında Ercüment ÖZKAN” isimli bir seminer verdi.

Hüseyin Alan, seminerin girişinde Ercüment ÖZKAN’ın mücadelesi öncesinde ülkemizdeki ve dünyadaki İslam dininin durumu ile ilgili genel bir değerlendirmede bulunduktan sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bizler için öncü şahsiyetlerimizin düşünceleri, yöntemleri, tavırları ve ilkeleri önemlidir. Bu insanları değerlendirirken ortaya koyarken tavırlarını değerlendirmemiz gerekir. Dolayısıyla doğru tavırları değerlendirmeliyiz. Biz birisine merhamet dilediğimizde Allah’ın o insana merhamet edip edemeyeceğini bilemeyiz. Ancak merhamet için dua ettiğimizde kendimizde olması gereken güzel özellikleri hatırlamış oluruz. Bu merhamet bize bunu sağlar, tıpkı ölümden alınması gereken ibret gibi. İmtihan kapısını kapatmış ve bu dünyadan göçmüş kişiler için aslında söylediğimiz merhamet lafzını kendimiz hatırlamış ve kendimize söylemiş oluyoruz. İnanmak ve yaşamak gibi özgün ve orijinal bir deyimle anılmayı haketmiştir rahmetli Ercüment ÖZKAN.

Batıdaki sanayileşme dediğimiz Endüstri devrimiyle beraber müslümanlar modernizmin kendisiyle karşılaştılar ve bununla beraber toprak kaybına, insan kaybına ve değer kaybıyla karşılaştılar. Müslüman dünyası ilk işgali Hint alt Kıtası ile yaşamıştır. Dolayısıyla modernizm ile ilgili tartışmalar orada başlamış ve müslüman dünyasının her yerine yayılmıştır. En son olarak cumhuriyetle beraber Misak-ı Milli sınırları dediğimiz yere kadar geldik. En son tutunduğumuz yer burası. Fiili işgal görmeyen 3 ülke vardır o tarihlerde. Bunlar Türkiye, Afganistan ve İran’dır. Ancak modernizmle kendini tanıştırıp kendini yenilemeyen hiç bir ülke ve coğrafya kalmadı. Çin, Çarlık Rusyası, Avusturya Macaristan imparatorluğu bile bu şekilde oldu.

‘Modernizmle hesaplaşıp onu yenmeyi beceremedik’

250 yıllık bir modernizme karşı bir yenilgimiz var. Hala yenilgimiz sürüyor. Coğrafi olarak yenilmesekte fikren ve zikren yenilgimiz sürmekte. Bunun sebebi biz modernizmle hesaplaşıp onun karşısına yeni tezler sürüp yenmesini beceremedik. Seçtiğimiz yol modernizme eklemleşerek, hem türlü tanımlamamızı ona göre tarif ederek modernizme cevap verebileceğimizi sandık. Bizim tarihimiz budur. Buradaki ilginç istisna ve özgün görüşe sahip tek insan Cemaleddin Afgani idi. Afgani “Ümmet ruhen ve bedenen çökmüştür. Fiilen de çözülmek üzeredir.” diyordu. Artık ulus devletlerin oluşmakta olduğunu görmüş bir insandı. Çıkışımız için tek bir yol var. Kendi köklerimize dönerek ayağa kalkabilmek. Afgani dışındakiler ise hayır bizim bu yolla ayağa kalkmamız mümkün değil batının ilimini fennini sanayisini teknolojisini alarak kalkabiliriz anlayışı çok yaygındı ve devletler de bu anlayışı benimsediler. O gün bugündür İslamcılar olarak modernizm denilen kavramı iyice anlayıp doğru bir hesaplaşmanın içerisine giremedik. Günümüzdeki Cumhuriyet Osmanlının devamıdır ve müslüman bütün bürokrasi ve siyaset batıyı tamamen taklit ederek eski orijinlerinden uzaklaştılar. Tanzimat, Islahat, Cumhuriyet v.b. derken bu modernleşme halini son olarak Avrupa Birliği müktesebatı hedefi olarak aldı.

Bu modernleşme temayülümüz halen daha devam ediyor ve bitmiş değil. Osmanlı yönetim tarzı olarak ne kadar eleştirirsek eleştirelim yönetim tarzı İslamiyete dayanmaktadır. Saray ahalisi, vükela dediğimiz yönetici bürokrat kesim ve ulema dediğimiz dini kesim Cumhuriyetle beraber diğer ikisinin ekarte olmasıyla beraber sadece vükela dediğimiz yönetici kesim üst yapıda kalmıştır. Cumhuriyet rasyonaliteye göre kurulmuş bir rejim idi. Ulemanın bir kısmı Cumhuriyetle beraber eski Osmanlı geleneğinde bulunan dini yapının Cumhuriyetle beraber devam ettiğini zannetti. Değişimi göremedi. 65, 70 yılı bulan müslüman kesimlerin genel bakış açısı budur. Bunların sistemle hesaplaşma gibi bir dertleri olmamıştır. Sistemin içerisinde yer edinme gibi dertleri olmuştur ve sistem de bunlara kendi içerisinde yer vermiştir. Sistemde tıkanmalar meydana geldiğinde sistemin içerisinde yapılacak düzeltmelerle birlikte sistem daha iyi hale gelebilecektir. Kadro kötüdür. Kadrolarda iyileşme meydana gelebilecekse sistem şer-i bir sistem olabilecektir demişlerdir.

‘Yanılgı, sistemin içerisinde mücadele etmekti’

Bu yanılgıyı maalesef ülkemizdeki müslümanlar uzun müddet devam ettirdiler. Saidi Nursi gibi insanlar İttihat ve Terakki içerisinde muhalif kanatta yer aldılar. Onlar sistemin komple şeri olmasıyla ilgilenmediler ya da bu alanda mücadeleye girmediler. Onların mücadelesi hep var olan sistemin içerisindeydi. İkinci dünya savaşı sonrası ortam ve çok partili döneme geçişle beraber Nato ve birleşmiş milletler gibi kavramların ortaya çıkışı ile beraber Türkiye de bu alanda bir değişiklik gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Çünkü devlet olarak tanınma gerekçesi bu uluslararası konsensüse bağlıdır. Son olarak da bize çizilen vizyon 2023 yılında şekillendirilen değil şekil verebilen bir devlet olacağımız şeklindedir. Bunu bir kenara not edelim.

İkinci dünya savaşından sonra müslümanlar özellikle 50 senelik bir tarihi kesintinin üzerine yeniden birbirleri ile iletişime geçtiler ve kaynak akışı tekrar başladı. Özellikle arap öğrenciler eliyle sahih bilgi konusunda ciddi bir literatür transferi gerçekleşti. Bu 60’lı yıllardan sonra giderek daha da yoğunlaştı. 70’li yıllardan sonra tercümelerin yanına teliflerimizde eklenmeye başladı. Bugünlerde artık İslami düşünce hareket, yol ve yöntem olarak bir akışa sahip oldu. Dışarıdan transfer ettiğimiz bilgi bizi aşırı uçlara götürdüğü gibi ılımlı orta noktalara da sevk etti. Bu konuda açtı müslümanlar ve ne buluyorlarsa almaktaydılar. Bunu özümsemek, ayıklamak ve eleştirmek müslümanların bir yirmi otuz senesini almıştır. Allah bu konuda emeği geçen herkesten razı olsun. O kişileri de hayırla ve rahmetle anıyoruz. Özellikle 50’li ve 60’lı yıllarda Kur’an okunmalı diyen insanların toplum nazarında baskı ve zulüm gördüklerini çeşitli olaylardan hatırlıyoruz.

Ercüment Özkan bütün cemaat, tarikat ve siyasi muhalefete rağmen ‘Kur’an okunmalı’ diyordu

Bu transfer edilen fikirlerin hareketlerinden bir tanesi de Hizb-ut Tahrir hareketi Ercüment Özkan 60’lı yıllarda beraber çalışmaya başlıyor. Bu çalışmaları neticesinde sistem muhalifliğinden 65’te cezaevine giriyor. Bu sırada bir kısım hususlarda Hizb-ut Tahrir’le yazışmalar yapıyor ve belli konularda ayrışarak Türkiye’nin kendine has şartlarına özgü bir hareket kurguluyor. 67’den sonra çalışmalarına başlıyor. İllegal çalışmalarına 1980 senesine kadar devam ediyor Ercüment Özkan. 1 Ocak 1981 tarihinden sonra İktibas Dergisini yayınlamaya başlıyor. Ercüment Özkan bütün cemaat, tarikat ve siyasi muhalefete rağmen ‘Kur’an okunmalı’ diyen bir insandı. Şu an için çok basit bir cümle gibi gelse de dönem şartları içerisinde zor bir söylem idi. Din tekelcilerine karşı insanların kendi dilinde kuran okuması gerektiğini defeatle tavsiye eden bir insandır. Aynı zamanda Kur’an okumayla beraber dinin kendisini muhkemattan öğrenilmesi gerektiği konusunda da sürekli uyaran bir insandır. Buradan anlıyoruz ki onun anlayışı sahih bir forma oturmuş durumda.

Ercüment Özkan ikinci olarak, insanlara peygamber efendimizin hayatını kendi hayatımız gibi bilmemiz gerektiğinin üzerinde duruyor.

Canlı ve örnek model olarak onun hayatını araştırmak ve öğrenmek bütün müslümanların görevi olduğu üzerinde duruyordu. Bununla beraber her hadisi onun sözü gibi değerlendirmeden evvel ‘Kur’an’ın süzgecinden geçirerek ayıklayın ve onu baştacı edin’ şeklinde bir sünnet anlayışı benimsemiştir. Ercüment Özkan Türkiye’de hadisi inkar eden, sünneti inkar eden bir insan olarak tanıtılmaya çalışılmıştır maalesef.

‘Tek kişilik bir ordudur O’

Rahmetli dergi çalışmalarında iki önemli hususun üzerinde durur. Birincisi kendine göre tahsis ettiği önemli kavramları dizerek açıklar. Bu kavramlarla, rahmetli, bir zihin kodlaması yapmaktadır. Bu da neyin nasıl düşünülmesi gerektiğini insanlara öğretmektedir. Bu kavramları doğru bilirsek dini ve Kur’an’ı doğru anlayabileceğiz. Dolayısıyla din teolojik ve akaidi konuların dışında yaşama müdahale eden ve bir duruş sergileyen bir anlama kavuşuyordu. İkinci olarak, dini sanılan her türlü hurafeye ve tasavvufa karşı cephe almış ve bunlara karşı muhalefet etmiş özgün bir insandır. Kendine has tarzıyla tek kişilik bir ordudur aslında Ercüment Abimiz.

Ercüment Özkan’ın Kur’an’ı okumaya ve anlamaya yönelik bu çalışmaları neslin ıslahı ve inşası olarak önemli katkıları olmuştur. Ancak günümüzde var olan Kur’an okumaları maalesef metin okumalarına, metin tartışmalarına, tarihselciliğe ve hermonotiğe dönüştü. Rahmetli, maalesef böyle bir şey hedeflememişti veya o dönemde bu tür tartışmalar yoktu. Ancak açtığı yol açısından değerlendirdiğimizde öncü rolü açısından Ercüment Özkan önemli bir şahsiyettir. Günümüzde rol modellere ve öncü şahsiyetlere ihtiyacımız var ve Ercüment Özkan bu rol modellerin en önemlilerinden birisidir.

Bu gece burada isek, birileri gibi Noel kutlamıyorsak ve hayırlara vesile olacak çalışmalarda bulunuyorsak bizler farklıyız, müslümanların birbirlerine ihtiyacı var. Rahmet ve bereketimizi çoğaltmamız gerekiyor. Birbirimize güvenmemiz gerekiyor ve ümmetleşmemiz gerekiyor. Bu şekilde hakka şahitlik edebileceğimiz bir yolda imtihanınızı tamamlamamız gerekiyor.”

Program, katılımcıların Ercüment Özkan hakkında yaptığı yorumların ardından soru cevap faslıyla sona erdi.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *