Korkularımızla, şüphelerimizle yol almaktan vazgeçelim. Bizleri yolumuzdan alıkoymaya çabalayan ya da asıl olan hayatımıza dönüş yapmamızı engelleyen ayartıcıların baskılarından, zorbalıklarından korkmayalım.
Vahyi kuşandığımız iddiasında bulunan bizlerin bu iddiamızı ispat etme gibi bir sorumluluğumuzun olması gerekir. Hiçbir şekilde tehlikeli olana yürümeyen, ondan kaçarak kendilerine inanç kuleleri oluşturan kardeşlerimizin sınavla yüz yüze gelmeleri düşünülemez. Sınava girme / karşı karşıya gelme nezaketi dahi göstermeyen bu kardeşlerimizin cennet adına iyimser hesapların içerisine girmeleri de anlaşılır görünmüyor. Üstelik bu kaçışın fayda vermeyeceği bilgisi de bizlere verilmişken yaptığımız hareketlerin anlamsızlığı da ortadadır. Her nerede olursak olalım ölüm bizi bulacak. Öyle ki iyilikte kötülükte yalnız Allah’ın dilemesiyle olmaktadır. O halde Rabbimizin sözlerini anlamaya çalışmalıyız.
”Her nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur; yüksek yerlerde tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa ”Bu Allah’tan dır” derler; onlara bir kötülük dokunsa ”Bu sendendir ” derler. De ki :”Tümü Allah’tandır.”Fakat ne oluyor ki bu topluluğa hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar. (Nisa Suresi–78)
Başkalarının bizlerin yaşam süresi üzerinde de hiçbir etkileri yoktur. Allah dilemedikçe hiçbir şekilde bizlere zarar ya da fayda veremezler, ölümümüzün zamanını da ne bir an geri ne de bir an ileri alamazlar. Öyle ki ötekilerin güç ve ihtişamlarından korkmamızın, çekinip özgüvenimizi kaybederek bulunduğumuz hak yolda yavaşlamamızın hiçbir mantıklı tarafı olamaz. Kendilerine verilen geçici bir süreyi yaşayan bu müstekbirlerin sonu ebedi olarak ateşte kalmak olacaktır. Aday olduğumuz şey de gerçekte bu yanıcı ateştir. Fakirlikle ilgili korkularımızın, yaşamımızın son bulmasına dair endişelerimizin, özgürlüğümüzün dört duvarla kısıtlanacağı kaygılarımızın, statümüzün ya da ticaretimizin kötüye gitmesine dair kafamızda oluşturduğumuz endişelerimizin, Rabbimizin bizlere sunduğu bilgilerle son bulması gerekir. Çünkü bütün bu endişelerimizi etkileyebilecek olan yalnızca Rabbimizdir ve ayartıcıların bunlar üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Geri döneceğimiz ve ebedi olarak kalacağımız yer de Rabbimizin yanıdır. Aslında hayatımızın bugün sona ermesi ile yarın sona ermesi arasında çok da büyük bir fark bulunmamaktadır. Asıl olan nasıl bir hayatla Rabbimizin huzuruna çıkacağımızdır.
De ki: “Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.”(Yunus–49)
Hem umursamaz bir şekilde bu dünyadaki rahat yaşantımızı sürdürsek bile yaşayacağımız süre gündüzün bir saati kadar, birbirimizle kısa bir tanışma anı kadar olacaktır. İnanmıyorsanız geride kalan yıllar içerisinde yaşadığınız şeyleri anlatmaya çalışınız, bakalım ne kadar bir zaman alıyor. Yaşayacak olduğumuz bu kadar kısa bir süre için sorumluluklarımızdan kaçmak, öteki dünyamızla ilgili tekrar geri dönüp düzeltemeyeceğimiz pişmanlıklara sebebiyet verebilir.
Allah insanları bir araya topladığı gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış ve bu süreyi birbirleri ile tanışmak için harcamış gibidirler. Allah ile karşılaşacaklarını yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır, onlar doğru yolu bulamamışlardır. (Yunus–45)
Üstelik öteki dünyada kendimizi kurtarma adına neler yapacağımız hakkında bakın Rabbimiz şimdiden bizleri nasıl uyarıyor. Dağların etrafa uçuşmuş rengârenk yün gibi, gökyüzünün de erimiş maden gibi olacağı o günde suçlu ve günahkârlar bakın kurtuluş için neleri fidye olarak öneriyorlar.
Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengârenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkâr, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 8–15)
Hepimiz için dünyada iken mal ve makam sahibi olmak, çoluk çocuk sahibi olmak en büyük hedefimiz olmuştur. Çocuklarımızın geleceği için ya da ulaşmak istediğimiz hedeflerimiz için bütün bir ömrümüzü tüketmişizdir. Bizi her zaman kollayan akrabalarımızın, özellikle yakın aile çevremizin çokluğuyla övünmüşüzdür. Arada sorunlarımız olsa da kan bağı taşıdığımız kardeşlerimiz her zaman bizler için güven unsuru olmuşlardır. Eşimiz her yönüyle sıkıntımızı paylaşmıştır. Onlarla her zaman iyi geçinmeye çalışmışızdır. Ama hesap günü suçlu isek, Allah’ı umursamadan bir ömür geçirmiş isek bu ilişkilerimizin hiçbir değerinin olmadığı açık bir şekilde anlatılıyor. Öteki dünyadaki anlatılan bu azabın boyutlarını bu dünyadaki duyularımızla anlayamayacağımız da anlaşılıyor. Çünkü bu dünyada uğurlarına ölmeyi bile göze aldığımız, bütün bir ömrümüzü onlar için çalışarak tükettiğimiz eşlerimizi ve çocuklarımızı fidye olarak önerecek olmamız oradaki azabın şiddetinin bizlerin bilgisi dışında olduğunu gösteriyor. Anlaşılan daha önce hiç görmediğimiz, tamamen farklı, çok korkunç bir durumla karşı karşıya kalacağız. Allah böyle bir sondan inşaallah bizleri korur. İşte Rabbimiz bu korkunç günle ilgili babalarımız, çocuklarımız ve akrabalarımızla kendisinin çizdiği hayat arasında tercih yapmak noktasında bizleri Mücadele suresindeki sözleriyle uyarıyor. Doğru tercihte bulunmadığımızda, yakınlarınızı o korkunç günde kendi kurtuluşunuz için fidye olarak önereceksiniz diyor.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlarda O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın taraftarlarıdır. Muhakkak ki başarıya ulaşacak olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.
Şimdi çok dikkatli düşünmemiz gerekmez mi? Yukarıda bahsi geçen konular gerçekten de hafife alınacak basit tercihler değil. Bahsedilen şeyler uğruna ömrümüzü tükettiğimiz ailemiz, akrabalarımız… Çok sevdiğimiz annemiz babamız çocuklarımız ve tüm yakınlarımız… Ama Rabbimiz diyor ki; Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Yani bu şu demek oluyor ki bir kalpte aynı anda iki sevgiyi, iman ve isyanı taşıyamazsınız. Aslında bu yanılgılarımız bir şekliyle kavramlara yeterince doğru manalar yükleyemememizle alakalıdır. Örneğin zamanımızın büyük bir bölümünü Allah’ın yasakladığı hal ve hareketleri yaparak O’na isyanla geçiren arkadaşlarımızı Allah ve Resulüne karşı gelmiş kimseler olarak görmüyoruz. Üstelik bütün bir zamanımızı bu tip arkadaşlarımızla geçirip, kahvehane köşelerine demir atarken nasıl olur da Allah’ın yanında üstelik ona rükû eden, secde eden kardeşlerimizle bir arada olduğumuzu söyleyebiliriz.
Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.(Maide: 55)
Bunları yapmıyorsak da bizlere dünya hayatında faydalı olacağını düşündüğümüz bu kişilerle sıkı dostluklar kuruyoruz. Çünkü aldığımız vahyi bilgiler çok yetersiz. Kuran’ın da kendi dilimizde okunup okunmaması konusunda şüphelerimiz var. Böylelikle Allah’ın bizlere ne dediğini öğrenemiyoruz. Sahip olduğumuz bilgiler de çevremizden öğrenebildiğimiz geleneksel İslami bilgiler.’’Benim babamda hoca idi’’ edebiyatı yapılan ama İslam’ın hükümlerine karşı asi söylemlerin oluşturduğu karma karışık, içinde şirki barındıran bir din anlayışı. Rabbimizin deyimi ile atalardan miras alınmış bir din anlayışı. Peki, biz ne zaman kardeşlerimize Kur’an’da anlatıldığı şekliyle “Allah’ın indirdiği hükümlere uyun ‘’ desek, kardeşlerimiz devamlı olarak bizlere “Biz kendi bildiğimiz dini hükümlere uyarız” mı diyecekler. Peki, hiç düşündünüz mü ya toplumumuzdan aldığımız geleneğin oluşturduğu bu bilgiler doğru değilse? Bizlere sundukları bilgiler eksik ya da yanlışsa? Yaşantımızla ilgili hükümler için Kur’an’a danışmamak, ısrarla atalarımızdan (ailemizden) aldığımız bilgilerin doğruluğuna inanmak, araştırma yapmayı reddetmek, iman etmiş bir müslümanın özelliği değildir.
Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır. “Ne zaman onlara: Allahın indirdiklerine uyun’ denilse onlar: ‘Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. Ya atalarınız aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?”
Yukarıda ki ayette Allah’ın indirdiklerine uymaları teklifi yapılanlar Allah’a şirk koşan müşriklerdir. İman iddiasında olan bizlerin müşriklerle aynı söylemler üzere yol almamız tabii ki düşünülemez. Rabbimize onların verdikleri tarzda bir cevap veremeyiz. Bu kötü özelliklerden arınmak, temizlenmek zorundayız. Bu da ancak Kur’an’ı şartsız anlamak ve yaşantımıza aktarmak maksadıyla kendi dilimizde okumakla mümkündür.
Öyleyse konuyu özetleyecek olursak; Çevremizdeki insanların birçoğunun Allah’ın kitabına muhalif bir şekilde yaşam sürmesi bizleri yanıltmamalıdır. Böyle bir hayatı yaşıyorken çok olanın doğru olabileceği aldanışıyla öteki dünyada yanacağımız bilgisini unutmamalıyız. Bu bilgilerin gerçekleşeceği anı küçümseyip hafife almamalıyız. Bu dünyada özlemini duyduğunuz Hülya Avşar tiplemelerinin sizlerle birlikte cehennemde olması, onlarla aşk hayatı yaşayacağınız anlamına gelmiyor. Acı çekeceksiniz, her gün ölüm anınız gibi bir yaşam şekliniz olacak, hiçbir zaman bunlar aklınıza gelmeyecek. Kötü olan hayatımızı değiştirme bilgisine sahip olalım ve asla şüphe ve korkulara kapılmayalım. Çünkü ölüm ansızın bizi bulacaktır. Bundan kaçış şansımız yok. “Her nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur; yüksek yerlerde tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile.’’ Ayrıca ölüm saatimiz bizlerin elinde değil. Hatta Allah’ı her yönüyle dikkate alarak yaşayacağımız hayatta bizleri bu yaşam şeklinden alıkoyan ayartıcıların, bizlerin ölüm saati üzerinde de hiçbir etkileri yoktur. Allah dilemedikçe bizlere ne bir fayda nede biz zarar veremezler. De ki: “Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar. Üstelik sürekli kalacağımızı zannettiğimiz dünyada geçirdiğimiz hayat tekrar diriltildiğimizde bize sadece birbirimizle tanıştığımız bir saatlik kısa bir süre kadar gelecektir. Ebedi bir hayatı kaybetme pahasına böyle bir risk almak hiçte iyi bir hesap olmasa gerek. Allah insanları bir araya topladığı gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış ve bu süreyi birbirleri ile tanışmak için harcamış gibidirler. Ölümden sonra tekrar dirildiğimizde şiddetli azaptan kurtulma adına çocuklarımızı, eşimizi fidye olarak vermeyi düşündüğümüz bir azapla yüz yüze geleceğiz. Bu dünyadaki Allah’a isyanla yaşayacağımız hiçbir güzel şey buna değecek nitelikte değildir. Bir suçlu-günahkâr, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini ve onu barındıran aşiretini de…
Öyleyse gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün gelmezden önce hayatımızda vahyin anlaşılıp yaşanmasına dair değişiklikler yapalım. Yaşadığımız ölümlü hayat hiçbir şeyden sürekli lezzet alacağımız bir hayat değildir. Öyleyse asıl hayatımız için azık toplama endişesini taşıyalım. Korkularımızla, şüphelerimizle yol almaktan vazgeçelim. Bizleri yolumuzdan alıkoymaya çabalayan ya da asıl olan hayatımıza dönüş yapmamızı engelleyen ayartıcıların baskılarından, zorbalıklarından korkmayalım. Kınayanların kınaması bizleri yolumuzdan saptırmasın. Zaten bunların hiçbir etkilerinin olmadığını Rabbimiz kitabında bizlere bildiriyor. Hep birlikte kardeşlerimizle Firdevs cennetinin yolcusu olalım.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *