Aşûra gününe, İslam’dan önceki Araplarda da hürmet gösterilmektedir. Daha doğrusu bu gün Hz. İbrahim’den beri bilinen, saygı gösterilen bir gündür.
Arapça’da onuncu gün manasındaki Aşûra; İslamiyet’ten sonra yerini Arapça’ya bırakmış olan Ârâmîce kökenli bir kelimedir. Bu sebeple Aşûra’nın tüm Sâmî diller arasında ortak kullanıldığı düşünülmektedir.
Aşûra günü, hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği için bu ismi almıştır.
Tarihi süreç içerisinde önemli olayların gerçekleştiği Aşûra günü, bütün Sâmî dinlerde; Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’da önem arz etmektedir.
Yahudiler de bu günde oruç tutmaktadırlar. Çünkü Hz. Musa firavunun zulmünden bu günde yani Aşûra gününde kurtulmuştur.
Aşûra gününe, İslam’dan önceki Araplarda da hürmet gösterilmektedir. Daha doğrusu bu gün Hz. İbrahim’den beri bilinen, saygı gösterilen bir gündür. Bazı rivayetlerde Peygamber efendimizin Ramazan orucu farz kılınmadan önce bu günde yani Aşûra gününde oruç tuttuğu söylenir.
Âşûra’nın İslam tarihindeki diğer bir önemi de Peygamberimizin (S) torunu Hz. Hüseyin’in (ra), Yezîd’in emriyle şehid edildiği gün olmasıdır.
Hz. Hüseyin Hz. Peygamber (S)’in Hz. Fatıma (r.a)’dan torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ikinci oğludur. Hz. Hüseyin hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde dünyaya gelmiştir. Kerbela’da Emevi halifesi Yezid’in gönderdiği 5000 kişilik orduya karşı yanındaki 72 kişiyle savaşıp, Yezid’in idaresine girmektense büyük çileler çekerek şehit olmuştur.
Şii’ler için Hz. Hüseyin’in özel bir değeri vardır fakat Hıristiyanlıktaki Hz. İsa inancı gibi, Hz. Hüseyin’in de insanların kurtuluşu için kendini feda ettiği yönünde yanlış bir inanışa sahiptirler. Bu olayın değerlendirilme noktası bu değildir. Hz. Hüseyin Yezid’in ordusuyla savaşmadan önce gönüllü bir sürgüne gitmeyi teklif etmiş, sekiz gün görüşmeler yapmış, fakat Yezid kendisine kayıtsız şartsız itaatten başka seçenek bırakmayınca inandığı yolda savaşıp şehid olmayı seçmiştir.
Yezid’in ordusu Hz. Hüseyin’in ve yanındakilerin Fırat’tan su almasını engelleyince günlerce susuzluk çektiler. Hatta Hz. Hüseyin daha bebek yaşta olan çocuğunu kucağına alıp bari şu bebek için biraz su verin deyip bebeği havaya kaldırınca atılan oklarla bebeği kollarının arasında öldürüldü. Kerbela’dan sağ kurtulan kadın ve çocukların ise çilesi devam etti. Yıllarca Şam’da hapis tutuldular. Hatta serbest bırakıldıktan sonra soranlara Şam zindanlarında Kerbela’dan bile daha çok acı çektiklerini söylediler.
Hz. Hüseyin’in gövdesinden koparılan başı, Yezit’in askerlerince Kufe sokaklarında kılıç ucunda dolaştırılmıştır. Dolayısıyla, peygamberin torunu olan imam Hüseyin, halifelik iddiasındaki bir çılgın tarafından katledilmiştir.
Kerbela’da gerçekleştirilen bu cinayetlerin daha öncesinde buna benzer iki olay daha mevcuttur. Bunlardan birisi Sıffin Savaşı diğeri ise Cemel Vakası ya da savaşıdır.
“Sıffin Savaşı (Mayıs-Temmuz 657), İlk Fitne esnasında, Halife Ali ile Suriye valisi Muaviye bin Ebu Süfyan arasında, Fırat’ın sağ kıyısına yakın Rakka’nın doğusunda bulunan Sıffin’de yapılan savaş. Yaklaşık üç aya yayılan ve en büyük muharebesi 26-28 Temmuz 657 tarihlerinde gerçekleşen savaşta bir sonuca ulaşılamamıştır. Her iki tarafın razı olması ile kurulan hakem heyeti de bir fikir birliğine varamamıştır. Tüm muharebelerde Hz. Ali’nin yaklaşık 90 bin kişilik ordusu 25 bin civarında, Muaviye’nin yaklaşık 120 bin kişilik ordusu ise 45 bin civarında kayıp vermiştir.
Cemel Vakası ya da Cemel Savaşı ise, 656 yılında, Halife Hz Ali bin Ebu Talib ile Peygamberimizin (S) eşi Hz Aişe’nin taraftarları arasında gerçekleşen muharebe. Bazı kaynaklarda Basra Savaşı olarak da anılır. Müslümanlar arasındaki ilk iç savaştır.
“Cemel” sözcüğü Arapça’da “deve” anlamına gelir. Cemel Vakası, Hz. Aişe’nin devesi etrafında gerçekleştiği için bu isimle anılmıştır. Cemel Savaşı esnasında Hz. Ali, yaklaşık olarak 20 bin kişilik ordusunun 5 binini; Hz Ayşe, yaklaşık olarak 30 bin kişilik ordusunun 13 binini kaybetti.” (Vikipedi, Özgür Ansiklopedi)
Bu üç olay ile ilgili olarak Kur’an’da geçen iki ayeti hatırlamak zorundayız.
“Bir müminin diğer bir mümini öldürmesi düşünülemez. Bu ancak yanlışlıkla olabilir…” (Nisa-92)
“ Kim bir mümini bile bile öldürürse onun cezası içinde ebedi olarak kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet yağdırmış ve kendisi için büyük azap hazırlamıştır.”(Nisa-93)
Seyyid Kutup bu ayetleri şu şekilde izah etmektedir:
“Bu hükümler dört durumu kapsamaktadır. Üç tanesi yanlışlıkla adam öldürmeyle ilgilidir. Bu da, bir ülkede -İslâm ülkesinde- yaşayan müslümanlar arasında olabileceği gibi farklı uluslardan oluşan değişik ülkelerde yaşayanlar arasında da olabilecek bir durumdur. Dördüncü durum ise, bilerek adam öldürmeyle ilgilidir. Bunu ise Kur’an’ın üslûbu daha baştan uzak bir ihtimal olarak görmektedir. Böyle bir şey olamaz. Çünkü bu dünya hayatından hiçbir şey, bir müslümanın bilerek akıttığı diğer bir müslümanın kanına denk değildir. Dünya hayatındaki hiçbir şey, bir müslümanın diğer bir müslümanı bilerek öldürecek kadar aralarındaki ilişkiyi gevşetemez. İslâm, müslümanlar arasında öylesine sağlam, derin, büyük, üstün ve güçlü bir ilişki meydana getirmiştir ki, hiçbir zaman bu derece tehlikeli bir şekilde zedelenmesine müsaade edilmez. Bu yüzden konuya, yanlışlıkla adam öldürmenin hükümlerinden giriliyor.
“Bir müminin diğer bir mümini öldürmesi düşünülemez. Bu ancak yanlışlıkla olabilir…” (Nisa-92)
İslâm anlayışına göre olabilecek tek ihtimal budur. Aynı zamanda realiteye göre de tek ihtimal budur. Çünkü müslümanın varlığı diğer bir müslümanın yanında büyük bir olaydır. Gerçekten büyük bir olay… Son derece büyük bir nimettir. Bir müslümanın böyle bir nimeti tepmesi, bilerek ve kasten bunu ortadan kaldırmaya kalkışması düşünülemez. Şu unsur… Müslüman unsuru yeryüzünde var olan en üstün unsurdur. İnsanlar içinde bu unsurun üstünlüğünü en iyi algılayan yine kendisi gibi bir müslümandır kuşkusuz. O halde öldürmek suretiyle bu unsuru yok etmeye kalkışamaz bir müslüman. Bunu müslümanlar bilir. Ruhlarında ve duygularında hissederler bu gerçeği. Bunu yüce Allah, bu akide ve bağla öğretmiştir onlara. Onları Resulullah’ın (salât ve selâm üzerine olsun) etrafında birleştirerek yakınlaştırmış sonra da, kalplerini olağanüstü bir şekilde kaynaştıran yüce Allah’ın birliğinde toplamıştır.”
Burada merak konusu olan şey herhalde Hz. Ayşe Hz. Ali ve diğer sahabeler Kur’an’ın bu ayetlerini okumuş olmalılar. Peygamber (S) yanlarında iken zaten böylesi bir şeyi yapmamışlardır. Burada biz Müslümanların da bazı gerçekler ile yüzleşmemiz gerekmektedir. Evrensel hükümleri olduğunu söylediğimiz Kur’an geçmişte yaşamış sahabeler için kimi ayrıcalıklar tanıyor mu acaba? Yoksa bu suçu her kim işlerse işlesin Allah katında yaptığı suçun cezasını ayette belirtildiği gibi çekecek mi? Öyle ya bir konuda her iki kesimin de haklı olma şansı yok?
Ben bu iki olayda her iki kesiminde haklı olduğu kanaatini benimsemiyorum. Suçlu olan taraf her kim ise Allah o topluluğa cezasını verecektir. Fakat Kerbela’ da gerçekleşen hadise bu olaylardan biraz farklılıklar arz etmektedir. Bu olayların bir şekilde bu hale gelmesinde büyük rol oynayan kişi Yezit’in babası Muaviye’dir. Belki Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinin ana kaynağı Muaviye’nin izlediği siyasette yatmaktadır. Üstelik Yezit dönemine gelindiğinde zaten Devletin başında bulunan Halife ve Emevi iktidarı İslam’dan da epey uzak bir yaşantı sürmektedirler. Olayların sonuçları bizlere şunu göstermektedir ki Mekke’nin fethi ile Müslümanlığı seçen Ebu Süfyan onun oğlu Muaviye’nin gizli gündemleri mevcuttur. Hz. Hüseyin’in kesik başı üzerinden Yezit’in “şimdi atalarının intikamını aldım” demesi boşuna söylenmiş bir söz değildir.
Günümüzde işin tam da trajik olan yanı ise Hz. Hüseyin’i savunan, şehadetini gözyaşları ile hatırlayan yığınların Yezitvari bir yönetime razı olmalarıdır. Siyasal olarak İran’ı dışarıda tutarsak bugün dünya üzerindeki bütün bir Müslüman halkların durumu içler acısı durumdadır. Yönetimlerinin hepsi batı uşaklığı yapmakta, İslami değerlerinin devlet erkânlarından uzak tutmaya çalışmaktadırlar. Bu ülkelerin halkları adına din büyükleri ise İslam’ın bir devlet anlayışının olmadığını izah etmeye çalışmaktadırlar. Bu uğurda binlerce Hüseyini canlara kıymaktan geride durmamışlardır. Fakat durumları Yezit’in durumunu andırsa da Hz. Hüseyin onlar için gözyaşı dökülecek bir değer olarak kabul görüyor. O yüzden yaşadığımız yerler gerçekten de her anı ile Kerbela’yı andırmaktadır.
Şu günlerde yapılan bu matem kutlamalarını hep birlikte izliyoruz. Kendilerini çağın Hüseyini ya da çağın Zeynebi gören binlerce kişi meydanları doldurmuş durumdalar. Fakat bu yığınlarda siyasi anlamda İslami bir bilinç görmek mümkün değildir. Herkesin birilerini anma adına gizli hesapları var. Öyle ki kim Yezit kim Hüseyin birbirine karışmış durumdadır. Herkes herkesi savunabilmektedir. İslami ilkelerin karşısında olan belli bir oluşumun, partinin liderleri bu Hüseyin ve Zeyneplere hitap edebilmekte onlara önderlik edebilmekte bu kimseler de bunlara alkış tutabilmektedirler. Bu sahneler Hz Hüseyin’i ancak bu kadar anlamamaktır.
İslam tarihi sürecinde Hz. Hüseyin taraftarlığı her yörede ayrı bir anlayışa dönüşmüş durumda. Bu topluluklar bazen öyle bir harekete dönüşmüşler ki İslam karşıtlığı haline bile gelmişler. Hatta kendilerini katleden bir oluşuma liderlik yapacak pişkinliği bile gösteriyorlar. Öyle görünüyor ki şu sıralar Hz. Hüseyin’i savunan çevrelerin büyük bir bölümü Hz. Hüseyin’i katleden zihniyetle aynı fikri kodlara sahipler. Fakat bu durumun farkına varamamaktadırlar. Ya da onların önderleri bu işi bilinçli yapmaktadırlar.
İnşallah hayatlarımızdaki bu çelişkileri görebiliyoruzdur. Paranın şırıltısı ve kılıçların korkusu bizleri de seyirci durumuna düşürmüyordur. Zaten şu aralar seyretmekten başka yaptığımız bir şey de yok. Belki bir gün bizler de çölün sıcak kumlarında şehit olmayı göze alabiliriz. Rol model olarak aldığımız kişilerin gerçek duruşlarını hayatlarımıza aktarabiliriz. Şu an bir şeye ikna olmamız lazım o da bizler tasvip etmediğimiz kişiliklerin yaşantılarını din olarak yaşıyoruz fakat her zaman İslam’ın yanında oluğumuzu söylüyoruz. İnşallah tüm olup gelen bu yıkımlarda ders alabiliriz.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *