Son dönem krizlerinin en önemli özelliği ise gelişmekte olan ülkeleri yıkıma uğratmakla beraber gelişmiş ülkelerin ekonomilerini de batırmış olmasıdır.
Küreselleşme, hemen hemen herkesin ortak bir düşünce tarzıyla dünyanın kaçamayacağı bir kader olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada coğrafi sınır fikrini savunanlar bu kaderin(!) bir cilvesi olarak komik duruma düşmekle, geri kalmakla ve dünyanın gidişatını okuyamamakla suçlanır hale gelmiştir.
Ulaşım ve iletişimde gelinen nokta, mesafe algısı konusunda da çok ciddi değişiklikler yapmıştır. Bu araçlarda ilerleme baş döndürücü bir şekilde ortaya çıkmıştır ve bu ilerleme hızını arttırarak devam etmektedir. Özellikle enformasyon konusundaki çılgın hız, insanların bedenen bir yerlerde olmadan da birçok işi yapabilme, birçok bilgiye ulaşabilme, dünyanın hemen her bölgesini görebilme imkânını sağlamaktadır. Küreselleşmenin insan hayatına sunduğu bu değişim zaman ve mekân kavramını ciddi anlamda değiştirmiş, bilinenin çok ötesinde bir noktaya taşımış, bu kavramlar farklılaşmış ve hayatı farklılaştırmıştır. Pascal’dan mülhem, merkezi her yer ve çeperleri hiçbir yer olan tuhaf bir dünyada yaşatıyor küreselleşme bizi.
Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan hızlı gelişim ve dönüşüm ile birlikte sermaye de mekândan kurtulmuştur1. Bilgi ve paranın önündeki sınırların kalkması, finansın özgürce hareket edebilmesi tüm dünyaya refahın yayılacağı inancını doğurmuş, ancak kısa bir süre içinde bunun yanlış bir inanış olduğu yaşanan krizlerle ortaya çıkmıştır. Bilişimde ortaya çıkan bu hız ve gelişim sermayenin akışını değiştirmiş ve dünyanın her noktasına ulaşmasını sağlamıştır. Ancak bu durum sadece sermayeyi taşımakla kalmayıp bununla beraber krizleri ve bu krizlerin yok edici etkisini de her yere taşımıştır.
Kapitalizmin tarihte çok ciddi ekonomik krizler geçirdiği herkesçe malumdur. Etkilediği alan, derinlik ve yaşanılan süre açısından bakıldığında bu krizlerin en ciddisi ise 1929 yılında yaşandı. Birinci Dünya Savaşı sonrası değişen şartlar, siyaset ve ekonomi alanlarında güç dengelerini değiştirdi. Endüstriyel bir çıkış ve özellikle otomobil üretimindeki konumu ABD’yi ekonomik bir güç haline getirdi, bununla beraber başlayan ekonomik hareketlilik, hisse senetlerindeki spekülatif artışlarla büyük bir canlılık kazandı. Ancak gereğinden fazla şişirilen finansal sıçrama 1929 yılında yaşanan büyük buhranla çöktü, toplumsal bir karmaşa yaşandı ve genel tüketim dip noktalara kadar geriledi.
Yaşanan birçok krizin ortak özellikleri bulunmakla beraber hiçbirisi bir diğerinin tıpkısı olmamıştır. Son dönem krizlerinin en önemli özelliği ise gelişmekte olan ülkeleri yıkıma uğratmakla beraber gelişmiş ülkelerin ekonomilerini de batırmış olmasıdır. Şirketler batıp büyük firmaların bile sermayelerinin eridiği bir kriz, reel ekonomide yıkımlar yaparken işsizlik gibi toplumsal etkisiyle düşünüldüğünde insanların da geleceğe olan umutlarını tahrip etmiş, güvensizliğin ortaya çıkardığı agresyon farklı patlamalara sebep olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu krizin en önemli etkilerinden birisi de uluslar arası para rezervi olarak belirlenmiş olan ABD dolarının itibarını ciddi anlamda yitirmeye başlamasıdır.
Günümüzde büyümeleri durmuş olan gelişmiş ülkelerin krizden çıkmak için ürettikleri formüllerde insanlara önceden sundukları refahın düşmesi, tüketimin azalması ve karlılığın en alt seviyeye inmesiyle etkilenen ücret politikaları şimdiye kadar sıkıntı çekmeyen yığınların bir anda basit konfor bozulmalarına bile tepki verir hal gelmelerine sebep olmuştur2. Bununla birlikte yaşanan durgunluk toplumun özelikle orta kısmını oluşturan kalabalıkların net varlıklarındaki azalmayla tüketimi durduracak seviyeye gelmiş, işsizlik oranları yükselmiş, bu da krizin daha da derinleşerek devam etmesini sağlamıştır.
Krizin devamı, başta ABD olmak üzere, piyasalara devlet eliyle müdahaleyi gerekli kılmış, birçok firma kurtarma paketleri almış ve bunların birçoğu da devletleştirilmiştir. Bu şekilde yıllardır tüm dünyaya sunulan serbest piyasa ekonomisi ve liberal politikalar, bu politikaları ortama süren küresel kapitalistler tarafından yıkılmıştır.
Küreselleşmenin ürettiği piyasa ekonomisi, temel olarak küresel kapitalist şirketlerin karlılık oranına göre belirlenmiştir. Bu ekonomi sahnesinde oynayanlar ise kişiler ya da küçük şirketlerden ziyade çok uluslu şirketlerdir. Bundan dolayıdır ki bir avuç insanın elinde dönen dünya ekonomisi, varlığına sebep olan bu dünyanın sorunlarına bigane kalmaktan endişe duymamaktadır. Dolayısıyla paradoksal bir anlam taşıyan küreselleşme kendi krizini de doğururken birilerinin mutluluğuna ket vurmamıştır. Bir avuç insana fayda ve kazanç getiren bu sistem dünyanın geri kalan çok büyük nüfusuna kayda değer bir katkı sunmamıştır. Hayatı kolaylaştırıcı nimetler sunduğuna inanılan bu sistem, gündelik yaşamda fazlasıyla karmaşık bir hayat çemberi oluşturmaktadır ve hayatı kolaylaştırdığı iddia edilen araçlar kendi bağlamlarında yeniden hayatı karmaşık hale getirmektedir. Nitekim amaçları insanlığa fayda merkezli olmadığından yani yanlış ve kötü amaçlar için kurulduğundan dolayı bu zihniyetin hayatı kolaylaştıracak bir nimet sunması mümkün değildir.
Konfor, rahat ve refah isteyen büyük kalabalıklar yaşanan bu krizden kendilerine düşen payı almalarına rağmen, yeni krizler oluşturacak kapitalist çözümler ve kurtarma planlarına güvenmeye devam etmektedirler. Oysaki ekonomik ve sosyal gidişata bakarak, kriz sona erse bile çöküşün önüne geçilemeyeceği ve olağan üstü önlemlerin de bu yıkıma engel olamayacağını açıkça göstermektedir. Bu krizin çökmüş duvarları, daha uzun yıllar küresel anlamda insanları ezmeye devam edecektir.
………………………
1 Zygmunt Baumann, Küreselleşme, Ayrıntı Yayınları, İst., 1998, s.70-90.
2 Wall Strett İşgal etme eylemleri bunun örneklerinden birisidir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *