Kur’an’ın literal/yüzünden çokça okunduğu şu mübarek ay bu nevi okumaların hepimizce “anlam” üzerinden yapılarak birlik ve beraberliğimize katkı sunacak bir tarza dönüşmesine bir fırsat olur umarım!
Bu yılki seferimizin onlarca anekdotundan birini paylaşmak istiyorum. Alında bir kevnî/afakî ayet olan bu anekdotu beraber okuyup yorumlayalım istiyorum. Gerekli dersler konusunda aklımızı, fikrimizi işe koşalım hep birlikte.
Başımızı şöyle bir kaldırıp lüzumsuz meşguliyetlerimizden bir an kurtulup etrafımıza dikkatlice bir bakabilsek nice ayetler göreceğiz Rabbimizin kâinata nakşettiği; bize ipuçları, fikir verecek ve yol yordam öğretecek!
Ucu açık başladığımız bu yılki gezimizi dergimizin piknik buluşmasına denk getirme arzusunda olmamıza rağmen, süreç içinde güzergâh değişince bu düşüncemizi gerçekleştiremedik maalesef! Pişmanlığımızı şimdi kelimelere dökmenin bir faydası yok, tüm kardeşlerimizden özür diliyorum! Sıla-i rahim olarak gerçekleştirmeye çalıştığımız, arzı, yaratanın iz ve işaretlerini okumaya gayret ettiğimiz bu seyahatlerin faydası anlatılası gibi değil!
İşte bu anlardan birinde Tatvanlı kardeşlerimizle hemhal olup Nemrut Gölüne doğru yola çıktığımızda, yolda gördüğümüz koyun sürüsü ile ilgili bu anekdotumuz. Yolun ortasında, öğlen vaktinin sıcağında küme olmuş koyun sürüsü, başlarını birbirlerinin altına sokarak, sıcağın olumsuz etkilerinden korunmak için bir birliktelik ve dayanışma örneği sergiliyorlardı! Dışarıda kalan yok, şikâyet eden yok, yerini ve konumunu beğenmeyip farklı arayışlara koyulan yok! Sürüden ayrılanı kurt kapmasa bile, sıcağın kapacağı gerçeği ayan beyan ortada! Sanki ‘kenetlenmiş/kaynamış tuğlalar’ gibiler! Durumu arabadaki yol refiklerime aktarmış, kısa bir teatide bulunmuştuk, şimdi daha geniş bir paylaşım imkânına sahibiz: ‘Buyurun!’
Şimdi biz müslümanlar sosyal hayatın içinde fikrî, amelî yapıp etmelerimizle bu ayeti nasıl okumalıyız? Bunu nasıl te’vil etmeliyiz? Ne gibi dersler çıkarmalıyız? Eminim böylesi onlarca, hatta daha fazla mesele/işarete hayatımızın çeşitli evrelerinde, farklı biçimlerde, defalarca şahit olmuşuzdur, olmaktayızdır. Lakin işin farkında, meselenin ayırdında olmak, müteyakkız bir bilinç ile ve Allah’ın bak dediği yerden olaylara bakıyor olmak, hâsılı alıcıları ve algıları açık olmak gerekmektedir. Yoksa elimizin altında, burnumuzun dibinde böylesi nice kevnî ayeti ıskalamamız olasıdır.
Sivrisineği hatta ondan daha aşağısını misal vermekten kaçınmayan Rabbimiz, ‘Allah bununla ne demek istedi!’ deme aymazlığından uzak bir şuur ile doğru okumaları yapıp, doğru çıkarımlarda bulunarak, bunu imanımızın artmasına bir vesile kılsın inşaallah!
Kur’an’ın literal/yüzünden çokça okunduğu şu mübarek ay bu nevi okumaların hepimizce “anlam” üzerinden yapılarak birlik ve beraberliğimize katkı sunacak bir tarza dönüşmesine bir fırsat olur umarım! Kur’an’ı anladığımız dilden, tekrarlı bir biçimde okuyarak, bu güne hitap eden mesajını kavrama ve bundan hareketle hayatımızı bu doğrultuda düzenleme ilk amacımız olmalıdır. Bu anlama eylemi çerçevesinde Rabbimizin kevnî/afakî ayetlerini de ihmal etmemeli, bu okumaları da olabildiğince gündemimize almalıyız.
Tevhid vahdet, ümmet millet, cem olmak cami, cemiyet toplum olguları teoriden pratiğe emek isteyen, akıl fikir ile çaba gerektiren, şiar şuur, bilgi bilinç içinde her türlü zindanda ve sarmaldan kurtaracak asgari bir “endişe” gerektirmektedir. Bu endişenin “samimiyet” ile birleştirilmesi ise kaçınılmazdır.
Düşünsenize her koyun bir ağaç gölgesi arama adına sağa sola savrulsa, “gemiyi kurtaran kaptan!” edasıyla ferdi zanlarına tabi olsa, altına başını sokacağı veya altına başını sokmak isteyen hemcinsini kendi heva ve hevesine uyarak tanımasa sonuç ne olurdu? Burada asgari müşterekleri azami müştereklere dönüştürecek bir çaba ile “aramızdaki ortak kelimeye gelme”, “toptan Allah’ın ipine sarılma”, “çekişip ayrılmayın yoksa rüzgârınız/kuvvetiniz/birliğiniz/gücünüz gider” ve “her grup elindekiyle yetinmektedir” uyarı ve ikazları ile doğru bir bakış açısı geliştirmeli ve bunu gerçekleştirme gayreti göstermeliyiz. Burada ‘hoşgörü, tolerans, diyalog, merhamet, tahammül vb.’ kelime ve kavramları içe dönük olarak iyi etüt etmeliyiz!
İradesiz varlıklar için kaderine tabi olmak ve itaat, sınırsız ve sonsuzca!.. Ancak biz mükellef ve imtihana tabi kullar için irade ve akıl öne çıkacak ve “kime, niçin ve nereye kadar itaat” sorusu hep diri ve canlı tutulacaktır, tutulmalıdır. Yoksa güneşten korunuyoruz derken kurda kuşa toptan yem olmak olasıdır. Çobanın çağrısını bir sesten/çığlıktan öte algılayamayan ve biri atladığında diğerleri de uçurumdan atlayan aynı anekdota konu sürünün akıbetine düşmek pekâlâ mümkündür!
İttika, takva da tehlikelere karşı uyanık olmak korunmak, çare bulmak ve tedbir almak anlamında olduğundan sosyal hayatın içinde bizi Allah’ın rızasının ötesine düşürecek her ne ise onlardan korunmak, en ötesinde cehenneme sevk edilmekten kurtulabilmek adına sürü, kalabalık psikolojisi ile değil de müteyakkız, itaatin hakkına, ne’liğine/nasıllığına vakıf, aklı elinde ve başında doğru bilgilerden kaynaklanan doğru davranışları salih amel edinebilmek için uğraşacağız da uğraşacağız!
Bu bazen İbrahim (as) gibi örnek şahsiyet olarak tek başına kalınsa dahi, niteliğin yönlendireceği kadrolar için vesileler aranarak, yola koyularak, her türlü sıkıntıya rağmen yolda kalarak, gücümüzce sa’yinde olacağımız, üzerimize yazılmış bir vazifedir!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *