Sömürgeci zulümler

Ezeli ve ebedi hakikatleri ve bütünlükleri gelip geçici heva ve hevesler, ideolojik ve siyasal ihtiraslar adına paramparça eden postmodern dünyada; adalete, erdeme, bilgeliğe dayalı siyasetin yolunu açmak gerekiyor.

Çığırından çıkmış bir tarihin mağdurlarıyız. Hiç bir şekilde tartışmaya açık olmayan Avrupamerkezci kavramlar, Avrupa-merkezci düşünsel/kültürel algılar günümüzde nihai referans kaynağı olarak alınabiliyor. Evrenselleştirici bir içeriğe ve niteliğe sahip olmayan Avrupa-merkezci kavram ve kurumlar, hegemonik bir proje adına, mutlaklaştırılıyor, dokunulmaz kılınıyor. Yukarıdan küreselleşmenin ideolojik araçları olarak kullanılan, gündemde tutulan, belirsizlikle malul bulunan, sorunlu, sahte, Batı’nın Batı dışı dünyaya empoze ettiği kavramlar, emperyal ihtirasları, haksız kültürel ve siyasal tahakkümü haklı çıkarmak ve meşrulaştırmak üzere evrenselleştirilmek isteniyor. Sömürgeciler kültürel anlamda ya da biyolojik anlamda kendilerinden daha aşağı saydıkları halkları sömürmenin, kendilerine tanınmış ilahi bir sorumluluk olduğuna inanıyor.

Sömürgeciler “uygarlaştırma misyonu” maskesi altında kendilerinden daha aşağı telakki ettikleri toplumları, ilkel toplumlar olarak etiketleyerek, bu toplumlara kendi kavram ve kurumlarını, kendi dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını dayatma küstahlığını gösterebiliyor. Sömürgecilik çağlarında Afrika’da yakalanarak ucuz işgücü kaynağı olarak değerlendirilen zincire vurulmuş kölelerin yerini, yeni sömürgecilik çağında zihinleri zincire vurulmuş köleler aldı. Kolonyal düşünce sömürgeleştirdiği toplumların önce bilincini sömürgeleştirerek, bu bilincin bir eleştiri, sorgulama, muhalefet ve direniş üretmesini engelledi. Bu noktada hatırlamak gerekir ki; İslam Dünyası toplumlarında, statükocu din anlayışı siyasal kültürümüzden özgürlükçülük, direnişçilik, muhalefet gibi kavramları bütünüyle çıkardı. Statükocu/konformist sistem, ulusal ve ideolojik çıkarlara, resmi ideolojinin mukaddeslerine hizmet eden bir din yaklaşımı oluşturdu. Bugün bütün toplumlarımızda sınırları ve çerçevesi devletler tarafından belirlenen bir din algısı hakimdir. Din’e devlet çıkarları adına müdahale bugüne özgü bir uygulama değil, kökü yüzyıllar öncesine giden bir düzenle uygulamadır.

Batı dışı dünya, İslam Dünyası toplumları, bilinçlerinin sömürgeleştirildiği tarihten bu yana özgür ve özgün hiç bir çerçeve üretemiyor, Batı tarafından üretilen içerikleri tüketiyor. Avrupamerkezci irade bütün toplumlara, Türkiye’de olduğu gibi, aşırı derecede bireyselleştirilmiş ve kamusal alana nüfuzu faşizan yöntemlerle engellenen bir din algısı dayatıyor.

Günümüz dünyası neoliberal küreselleşmenin baskısı altında olan bir dünyadır. Neoliberal demokrasi nihai bir model olarak dayatılırken, bu modeli benimsemeyen ülkeler küresel sistem için bir tehdit ve düşman olarak değerlendiriliyor. Bizler, Müslümanlar olarak Batı dünya görüşü ve özellikle de Batılı toplum ve siyaset modeli dışında bir başka modeli önermek, üretmek, savunmak ve uygulamaya koymak gibi bir özgürlüğe sahip değiliz. Bu konuda sistematik bir barbarlığa ve faşizme mahkum edilmiş bulunuyoruz. İran, farklı bir modeli hayata geçirdiği için, bu modeli sürdürdüğü ve savunduğu için otuz yıl boyunca küresel cezalandırılma tehdidi altında tutuluyor, engelleniyor, kuşatılıyor, ambargolarla zayıflatılmak isteniyor, ideolojik anlamda bombardımana tabi tutuluyor. Liberal demokrasiler tarafından kutsanarak evrenselleştirilen “insan hakları” tanımı hiç bir zaman, hiç bir şekilde Müslümanların haklarını içermiyor.

Bugünün dünyasında demokrasi, seküler bir din gibi algılanıyor, pazarlanıyor, savunuluyor. Seküler Haçlı Seferleri demokrasi aracılığıyla sürdürülüyor. Toplumlarımız kavramsal anlamda yapısal bir bağımlılık içerisinde bulunuyor. Laiklik, demokrasi ve liberalizm gibi kavramların Yahudi-Hıristiyan geleneğinin bir parçası olduğunu, Yahudi/Hıristiyan Bağlamı içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini, İslam dünyasına ihraç edilemeyeceğini, evrenselleştirilemeyeceğini, sözünü ettiğim yapısal bağımlılık ve zihinsel sömürge durumu sebebiyle savunamıyoruz. Demokrasilerden her hangi bir şekilde ahlaki uygulamalar/tavırlar beklenemeyeceğini, demokrasilerin iyiler kadar kötüleri de, hırsız ve soysuzları da, katilleri ve işkencecileri de, hatta fahişeleri de seçtiğini, seçebileceğini tartışma konusu yapamıyoruz. Her hangi bir toplum ahlaki yetkinliğe, düşünsel ve kültürel yetkinliğe sahip olmadığı takdirde, hiç bir siyasal sistemle başarılı bir şekilde yönetilemez. Günümüz dünyasında yaşandığı üzere, demokrasilerde, parti çıkarları toplumun çıkarlarından, toplumun çıkarları insanlığın çıkarlarından daha öncelikli sayılabiliyor. Sürekli olarak Öteki’likler üreten bir dünyada “demokrasi”nin ne anlama geldiği sorgulanabilmelidir.

Kuramsal demokrasi tanımlarıyla, uygulamadaki demokrasiler arasında uçurumlar var. Demokrasiler bugün daha çok kapitalist ve liberalist bireyciliğe, kapitalist çıkarlara hizmet ediyor. Demokrasi tarihi boyunca ve bugün, bütün filozoflar ve siyaset felsefecileri demokrasi’yi kötü rejimler arasında daha az kötü bir rejim olarak yorumlamışlardır. Gerçek böyleyken, bunu Müslüman düşünürler, aydınlar, entelektüeller, zihinsel bağımsızlığa sahip olmadıkları için, zihinsel cesarete sahip olmadıkları için, demokrasiyi nihai bir mutabakat zemini, olarak görebilmektedir. Bir diğer yanda günümüzde pek çok Batılı siyaset felsefecisi demokrasinin evrensel düzeyde rasyonel bir mutabakat sağlayabilecek imkanlardan yoksun olduğuna inanmaktadır.

Her tür ayrımcılığın, ötekileştirmenin, ırkçılığın pervasızca/küstahça sürdürülebildiği, meşrulaştırılabildiği, savunulabildiği bir dünyada demokratik siyaset iflas etmiş demektir, bu durumda ahlak ve adalet temelinde yeni bir siyasal sistemi hayata geçirmek gerekir. Ezeli ve ebedi hakikatleri ve bütünlükleri gelip geçici heva ve hevesler, ideolojik ve siyasal ihtiraslar adına paramparça eden postmodern dünyada; adalete, erdeme, bilgeliğe dayalı siyasetin yolunu açmak gerekiyor. İslami algıları ve bilinci özgürleştirerek insani çöküşü, ahlaki çöküşü durdurmak gerekiyor.

Sömürgeci zulümler, toplumlarımızı, insanımızı, kendi inanç, düşünce, kültür ve medeniyet dünyasından zorla kopartmış, kendi insani ve ahlaki dünyalarına kökten yabancılaştırmıştır. Başkaları tarafından yönetilmeye, denetlenmeye, manipüle edilmeye, kullanılmaya, baskılanmaya elverişli bir konumda olmak demek, iradesiz, ifadesiz, tavırsız, kararsız, cesaretsiz edilgin, pasif nesneler/sürüler halinde yaşamaya devam etmek demektir. İçerisine kapatıldığımız, hapsedildiğimiz kavramsal bağlam ve çerçeveyi, zihinlerimizin maruz bırakıldığı sömürgeci şiddeti, zulmü, yalanları ve kirlilikleri ancak, çok büyük, çok kuşatıcı, çok derinlikli bir bilinç seferberliği ile aşabiliriz. Zihinsel sömürge durumu toplumlarımızı İslami bütünlüklerden, ümmet bilincinden, dayanışmasından, İslami hareketlerden, cihad ve direniş mücadelelerinden, bağımsız İslami dil söylem ve yapılardan özellikle de İslami bir sistem arayışından uzaklaştırmıştır.

Günümüzde imaj üretimi yoluyla bütün yalanlar meşrulaştırılabiliyor, demokratik politikalar satın alınabiliyor, imal edilebiliyor, politika bir gösteriye dönüştürülebiliyor. Politik retorik ve karizma pazarlanabiliyor, ucuz, kirli enformasyon gündemi belirleyebiliyor. İnsanlığın bir barış ve adalet düzenine ulaşabilmesi için, bölgesel güçleri, kültürleri, modelleri, uygulamaları hiç bir baskıya maruz bırakılmaksızın içerebilecek çoğulcu bir dünya sistemine ihtiyaç var. Batı kavramsal-kurumsal düzlemde, siyasal-kültürel nüfuzunu koruyor, sömürgeci denetimi, siyasal ve kültürel egemenliğini sürdürüyor. Amerikan ve İsrail emperyalizmi geçmişin değil, bugünün bir gerçeğidir. Sırp emperyalizminin açtığı yaralar halen kapanabilmiş değildir.

Moda kavramları, marka kavramları aşamadığımız, hegemonik stratejilerle, projelerle hesaplayamadığımız için kendi tarihimizi üretemiyoruz.

Karşı karşıya bulunduğumuz ikilemlerle, çelişkilerle gereği gibi yüzleşemediğimiz için, sonu gelmez hizip/mezhep tartışmalarından, tekrarlardan, karşıtlıklardan, bencilliklerden bağımsızlaşamıyoruz, kökten yeniden düşünmenin/üretmenin yolunu bulamadığımız için laik/kapitalist düzene eklemleniyoruz. Kökten yeniden düşünmenin ve üretmenin yolunu bulamadığımız için, laik bilgi-ilgi ve algıyı reddederek, İslami ilgi/bilgi/algı alanlarını açamıyor, özgürleştiremiyoruz.

İktibas, Mart 2011

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *