Meşhur hikâyedir, zamanı verimli ve planlı kullanma programında konusunu örnekle açıklayan uzmanın, ‘irili ufaklı taşlar ve bir kavanoz’ yardımıyla bunu anlatması ve istediği sonuç üzerinde düşündürtmesi! Hikâyeye göre işin uzmanı, kavanoza önce büyük taşları yerleştirir, ‘Doldu mu?’ diye sorar. ‘Evet’ cevabından sonra, dolmadığını göstermek için çakıl taşlarını da yerleştirir kavanozu sallayarak, tekrar sorar ‘Doldu mu?’
Meşhur hikâyedir, zamanı verimli ve planlı kullanma programında konusunu örnekle açıklayan uzmanın, ‘irili ufaklı taşlar ve bir kavanoz’ yardımıyla bunu anlatması ve istediği sonuç üzerinde düşündürtmesi!
Hikâyeye göre işin uzmanı, kavanoza önce büyük taşları yerleştirir, ‘Doldu mu?’ diye sorar. ‘Evet’ cevabından sonra, dolmadığını göstermek için çakıl taşlarını da yerleştirir kavanozu sallayarak, tekrar sorar ‘Doldu mu?’ diye. Cevap yine ‘Evet’ olunca, kumları da koyar. Aynı soru, aynı cevaptan sonra bu defa su da koyar. Kavanoz suyu da alır. Sonra şunu sorar; ‘Bu yaptıklarımızdan alınacak ders nedir?’ Cevap ‘Her zaman planlı olunursa yeni işlere vakit bulunabilir!’ olur. Bu cevabı da yeterli bulmayan uzman alınacak gerçek dersi söyler: ‘Eğer büyük taşları önce koymazsanız daha sonra onları asla yerleştiremezsiniz!’ olur.
Şimdi biz bu hikâyeyi kendimize uyarlayalım ve alınacak dersi, hisseyi bulmaya çalışalım: Kursiyerlerin cevabına bakalım ilkin! Pek yanlış gözükmüyor değil mi? Gerçekten de insan planlı ve programlı olduğu zaman, ne, zaman sıkıntısı yaşar, ne de işini yetiştirememe endişesi! Mü’min birey de sorumluluklarının farkında olarak zaten bir düzen içinde olması gerektiğinden bu sıkıntıları taşımayacağı gibi, çağın hastalığı olarak sunulan ‘stres ve psikolojik veya fiziki anlamda bir sıkıntı’ da yaşamayacaktır! Buradaki sıkıntı ‘yoksulluk, maddi imkân darlığı’ anlamında değil, durumu kabullenememekten, anlamlandıramamaktan, çözümsüzlükten kaynaklanan buhranlar, bunalımlar, depresyonlar, iç sıkıntılar anlamındadır! Yoksa imtihanın doğası, azlıkla ve çoklukla sınanmayı içermektedir zaten! En azından böyle olmalıdır, gerçekler/yaşananlar bunu pek doğrulamasa da! Neyi, niçin ve kimin için yaşadığını bilen, yaşamın ve yaratılışın gayesinin ‘kulluk/kim daha iyi işler işleyecek’ amaçlı, ahiret ve imtihan odaklı olduğunu müdrik kul, ibadet çerçevesinde hayatının bütününü Allah’ı razı edecek evsafta gerçekleştirmeye çabalayacağı için ‘zaten ufak olan, ufak tefek şeyleri’ kafasına takmayacak, işine bakacaktır! “Yorulduğunda, hemen başka işe koyul ve sadece Rabbine rağbet et!” ayeti bu konuya yeterince ışık tutmaktadır!
Düşünelim şimdi; ‘Vakit bulamıyorum, namaz kılayım!’, ‘Üstüm başım pek temiz değil, içime sinmiyor!’, ‘Daha erken emekli olunca düşünürüz!’, ‘Çoluk çocuk, iş güç çok yoğun ve meşgulüz, kafamı veremiyor, hakkını veremeyeceğimden korkuyorum!’ ve daha bir sürü mazeretin ardına sığınan kişinin kavanozu beklenen şekilde doldurması beklenebilir mi?! Unutmadan, sakın bu analojimizi sonuç odaklı almayalım, başarı şeklinde düşünmeyelim, örneğe takılıp kalmayalım; muradımızı anlamaya, verilmek istenen mesajı almaya çalışalım! Elbette, her birimiz süreci aynı işletmeyecek, herkes tek bir cevapta birleşmeyecek, kimse beklenen veya aynı sonuca ulaşamayacak, belki kavanoz bile kırılacak! Önemli olan sefer bilinci ve mücadelenin içeriği, yönü ve amacı! Denge ve farkındalık! “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın!” sözünü tekraren hatırlatıp, tuzak içeren bu sözün iler tutar bir tarafının olmadığını söyleyebiliriz! Beş vakit namaz şuuru içindeki mü’min bireyin elbette ki her türlü işini bu ciddiyetle, düzenli bir şekilde, rastgelelikten uzak olarak sürdürmesi beklenecektir! O kendini zamana uydurmaz, zamanın seline kapılmaz! Her şart ve zeminin adamı değildir! Anlam dünyasını kendisi belirlemez; nefsinin ve hevasının iğvasına uymaz, hayat kodlarını İlahî hudutlardan alır ve ömrünü bunun muktezasınca tanzim eder! Elbette dünyadan da nasibini unutmaz! Dikkat edelim; nasibini!
Gelelim uzmanın, alınması gereken asıl ders olarak sunduğu, ‘Büyük taşları ilkin yerleştirmezseniz daha sonra onları asla yerine koyamazsınız!’ cevabına! Buradan bize nasıl bir ders çıkar? Burada nasıl bir okuma yapabiliriz?
Yukarıda birinci cevapla ilgili olarak kısmen bazı temaslar yapılmış olsa da burada bir karar ve tercih beyanı ile işe başlamak gerekir diyebiliriz! Ya da rengini belli etmek! Hayatımızla ilgili temel dinamikleri seçerek, referanslarımızı tespit ederek, yönümüzü belirledikten sonra bu istikamette bir yürüyüşe koyularak, yolculuk ahvalini buna göre şekillendirmek! Değerlerimizi önem sırasına koyarak, sınırlarımızın ve sorumluluklarımızın farkına vararak, amacımıza yönelik planlama yapmak! Bizim hayatımızda, din algımıza göre ‘büyük taş nedir, küçük taş nedir, kavanoz neye tekabül eder’ vb. suallerin cevabını doğru tespit edip, adilane bir şekilde -ki bu adalet kendi lehimize veya aleyhimize tahakkuk edecektir- sıralama yapmak zorundayız!
Hemen peşinen söyleyelim ki burada ‘kavanoz’, imtihan olgusu içinde ‘kim iyi işler işleyecek diye’ yaratıldığımız bu dünya hayatı içinde, asla ve kat’a ertelememek ve ihmal etmemek durumunda olduğumuz ‘ahiret’i hesaba katarak, bütün bir ‘ömür’dür diyebiliriz. Taşlar da bu ömür nihayete erip ecel vaki olana değin tüm müktesebatımız, edinimlerimiz, faaliyetlerimiz, çabalarımız, duygu ve düşüncelerimiz, sa’yü gayretimiz, mücahede ve mücadelemiz, hâsılı tüm insanî fonksiyonlarımızdır! Tek fark bunların dünyaya mı, ahrete mi yönelik olduğudur! İnanan fert için, salih amel çerçevesinde ve dünyevi maişet, geçimlik için uğraşmak dahi helal haram dairesi, hak ve adalet, Allah’ın hudutlarına dikkat edildiği müddetçe ‘sevap’ hanesine, lehinde bir amel/kâr olarak yazılacağından bu büyük bir avantajdır! Yeter ki bilinç ve şuur çerçevesinde, sorumluluk dâhilinde, nimetlerden sual olunacağı, hesaba çekileceği hassasiyeti ile hareket edilsin! Bu manada Müslüman şahsiyet, eylemlerinde fayda/yarar/çıkar/kâr eksenli değil, ‘değer’ odaklı, ahireti ve Allah’ın rızasını gözeterek hareket eder! Öncelik neye, nereye ve kime yöneliktir? İlk hesaba alınacak nedir? Rabbimiz yalnız dünyalık ve dünyadan isteyene ondan verileceğini ve fakat böylelerinin ahiretten nasiplerinin olmayacağını ve asıl hüsranın da bu olduğunu haber veriyor! Bununla da bırakmayıp doğru olanı da öğretiyor: ‘Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, ahirette de! Ve bizi ateşin azabından koru!’
Neticede büyük taş Allah’ın en çok razı olacağı, kulluk bilinci ile yapılmış davranıştır! En önce bunu tamam etmeli, sırada en başa almalıyız! Sonra sırasıyla helal haram dairesinde, ibadet/nüsuk/ameli salih çerçevesinde lehimize yazılacak cehdi göstermeli, kulluğumuza halel getirecek yasaklardan, münkirattan sakınmalıyız! Def’i mazarrat/kötülüğün def edilmesi, celbi menafiden/iyinin çağrılmasından daha evladır, unutulmamalıdır! Kelimei şehadet ve tevhidin ‘la’ ile başlaması gibi! Hayatımızın her an ve mekânını kulluk/ubudiyet şuuru ile donatmalıyız kısaca! Bu dünya öyle veya böyle geçici, bir solukluk harman yeridir! Ne ekersek bu dünyada, onu biçeceğiz öte dünyada!
Aklıselime düşen nerede, ne kadar kalacaksak ona göre ve o ağırlıkta çaba göstermektir! Ahirette önümüze gelecek her ne ise o geçer akçeyi elimizle önceden sunmaktır!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *