Allah Âlemlerin Rabbi, Melik’i, İlahıdır. En yüce olan Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. İnsanların tanıyıp idrak edebildikleri nispetince sevebildikleri son Peygamber, önderimiz Muhammed’e (S) salat-u selam olsun. Hepinizin malumudur ki, şu an yaşadığımız günler her zamanki günlere göre daha başka farklılıklar arz ediyor. Amerika ve Batılı ülkelerin yeni oyunları yine Müslüman beldelerde sahneye konulmuş durumda.
Allah Âlemlerin Rabbi, Melik’i, İlahıdır. En yüce olan Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. İnsanların tanıyıp idrak edebildikleri nispetince sevebildikleri son Peygamber, önderimiz Muhammed’e (S) salat-u selam olsun.
Hepinizin malumudur ki, şu an yaşadığımız günler her zamanki günlere göre daha başka farklılıklar arz ediyor. Amerika ve Batılı ülkelerin yeni oyunları yine Müslüman beldelerde sahneye konulmuş durumda. Kan, ölüm, gözyaşı hep bizim topraklarımızda akıtılıyor. Kullanılan dil hep aynı özgürlük, adalet, demokrasi, daha eşit halka ait adil paylaşım. Şimdi bu sözcükler halklarının kurtarıcısı olarak görülen Müslüman önderlerin diline de dolanmış durumda. Hatta yaşadığımız ülkemizde demokrasinin gelmesi için nice canların telef olduğu bu halk ayaklanmalarını kutsayan dini anlamlar yükleyen, intifada diye dillendirenler var.
Yine Allah ile aldatıcılarımız sahne almışlar. Çok ilginçtir ümmete tüm bu katliamları reva gören, bunu sahneleyen zalim devletleri gördükçe kendi adımıza birbirlerimize yakınlaşmamız gerekirken şuan olabildiğince fikir ayrılıklarına doğru yol alıyoruz.
Dikkat etti iseniz eğer tüm bu olayların anahtar sözcüğü “demokrasi” olmuş durumda. Müslümanlar kafaları ise bu tür kavramlar noktasında hala çok bulanık durumda. Birçokları daha bu olaylar gerçekleşiyorken bile art arda açıklamalar yapıyor; “demokrasinin bir din değil sadece yönetim şekli olduğunu ve tüm Müslüman ülkelerin demokrasiye geçmelerinin en doğru yol olduğunu” söylüyorlar.
Müslüman ülkelerin demokrasi ile yönetilmeleri acaba kimleri mutlu edecek. Bu ümmetin çocukları sırf demokrasi ile yönetilmek adına neden canlarını feda ediyorlar? Bu ümmet bir zamanlar müşriklerin bu tarz tekliflerini ret eden nice çocuklarını nice canlarını bu uğurda feda eden, yerini yurdu aç susuz terk eden, İslam Devletini Kur’an ve şer’i hükümler ile yönetilmeyi arzulayan İslam toplumunun birer parçası değil miydi? Peki şimdi ne değişmiş? O zaman geriye tek bir sonuç kalıyor oda günümüz Müslümanları! bu kavramı ya doğru anlamıyorlar yada anlamını hiç bilmiyorlar. Bu şekli ile de dinleri adına tehlikeli bulmuyorlar.
Bu yüzden daha önce Said Nursi’yi anma konferansları konusunda dikkat çektiğim Demokrasi ve Laiklik kavramlarının önemine dair bu kavramları tekrar hatırlatmak istiyorum.
“Laik; Yunanca Laikos, yani halktan olan, din adamı olmayan, Latince Laicus’tan Fransızca Laic veya Laiiue kelimelerinin Türkçe telaffuz şeklidir. Eski çağlardan beri din adamı olmayan, ruhanî bir sıfatı ve dinsel bir işlevi bulunmayan kişi, kurum ve nesneleri, kısacası, dinin dışında kalan alanı belirtmek için kullanılır.
Laiklik özünde din alanı ile dünya ve kamu işleri alanının birbirinden ayrılmaları, birbirine karışmamaları anlamına gelir. Bir yönetim ilkesi ya da devletin niteliklerinden biri olarak kişileri ilgilendiren yönüyle bir dokunulmazlık alanı da çizer. Kişilerin dinsel inanç ya da inançsızlıktan, din buyruklarını yerine getirip getirmemekten dolayı kınanmamasını, ayrım görmemesini, serbestçe ibadet edebilmesini, ibadete zorlanmamasını v.b. öngörür.
Laiklik kısaca belirtildiği gibi din dışında kalan alanı temsil ediyor. Avrupa’da Laiklik olarak ortaya çıkan uzlaşmanın ortaya resmen çıkışından önce, ferdi ve toplumu yönetip yönlendiren dinin (Hıristiyanlığın-Ruhban sınıfının) elinden alınacak bu yetkinin kime verilmesi, ait olması gerektiğinde ayrı bir sorun haline gelmişti. Zira bir boşluk doğacaktı: Yasama Boşluğu.. Laikliğin ortaya çıkışına kadar yasama işleri hemen tümüyle Kral-Kilise ikilisinin elinde bulunuyor. Kral söylese kilise tasvib ediyor, kilise söylese krala uygulattırıyordu. Bu işbirliği bu alanda asırlardır sürüyordu. İşte Kral ve kilisenin bu alana müdahalesi olmayacağına göre bu alan içinde düşünülen şey demokrasi olmuştur. Yani demokrasi dinin hayattan uzaklaştırılması mücadelesinin son noktasıdır.
“Tabi bu konuda taraflar arasında bir mücadele söz konusu olmuştur. Mücadele başladığında taraflar görüşlerinde taviz vermeden yürürlerken, fıtrî gerçekler onları aslı itibariyle fıtrata aykırı olan tezlerinden taviz vermeye, uzlaşmaya sevk etmiştir. Bunun sonucu olarak da “DİN VARDIR ama HAYATTA YOKTUR” şeklinde ifade edilebilecek bir sonuç ortaya çıkmıştır.” İşte bizler şimdi Hıristiyanların sorunları sebebiyle ayrılığa düşüp en son olarak “DİN VARDIR ama HAYATTA YOKTUR” ifadesinde anlaşmaya vardıkları kavram olan demokrasi ve laikliği içselleştirmeye çalışıyoruz. Bu olayı kabul etmemizin İslami hiçbir gerçekliği olamaz. Bu olsa olsa Allah’ın yasağına rağmen müşrik ve kâfirler ile ortak bir yaşam için uzlaşma anlamını taşır.
“Şunu açıkça söylemek gerekir: Din temeline dayanan bir devlet düzeninin demokrasi ile bağdaşması mümkün değildir. Bilindiği gibi, İslam Dini ve onun temelini oluşturan Kur’an, sadece iman ve ibadetle ilgili kurallar getirmekle kalmaz. Bunun dışında devlet yönetimine, toplum düzenine, insanlar arasındaki ilişkilere ve kişilerin davranışlarına yön veren geniş kapsamlı hukuk kuralları da getirir. Bu hukuk kuralları toplum yaşamının her yönünü kapsaması bakımından ‘bütüncü’, bugünkü deyimiyle ‘totaliter’ bir nitelik taşır. Egemenliğin halka ya da millete ait olması diye bir şey söz konusu değildir. Egemenlik sadece ve doğrudan Allah’a aittir. Herkes O’nun mutlak ‘iradesine’ boyun eğmek zorundadır.”(18.01.1990 Cumhuriyet, Prof. Dr. Münci Kapani)
”Yukarıda yaptığımız iktibasın da ifade ettiği gibi gerçekten ne laikliğin ne de demokrasinin İslam ile uzaktan yakından ilişkisi bulunmamaktadır. Hatta daha öteye giderek söylemek mümkündür ki gerek laiklik gerekse demokrasi İslam’ın zıddı olduğu gibi İslam da bunların zıddıdır. Nitekim Kur’an hemen birçok ayetinde insanları HEVALARINA UYMAKTAN uzak durmaya sevk etmekte ve Allah’a teslim olmaya çağırmaktadır. Böyle yapması halinde dünya ve ahiretinin kendisi için mutlu olacağını söylemektedir. Hevalarına (gerek kendi hevasına gerekse başkalarının hevalarına) uyanların ise hüsrana uğrayanlar olacağını belirtmektedir.
İslam hayatı tümüyle kapsayan ve tümünü düzenleyen bir bütün bulunduğu ve bunu din adamları (ruhban sınıfı) aracılığıyla yapmadığı için hayatı düzenlemenin dinin ya da din adamlarının elinden alınması diye bir şey söz konusu değildir İslam’da. Aklen de mümkün değildir. Zira sokaktaki insanın anlayacağı şekilde ifade etmek gerekirse kulu olan insan Rabbi olarak kabul ettiği Allah’a diyecektir ki “Bir takım emir ve nehiylerin başımın üzerine ama, diğer bir kısım emir nehiylerini dinlemeyecek ve yasama meclisinin yaptığı kanunlara riayet edeceğim”. Tek başına hüküm koyucu olduğunu Kur’an’da bildiren Allah böylesi bir isteği kabul eder mi? Etmesi mümkün mü? Hangi sebeb ve geçerli gerekçe ile böylesi bir düşüncenin kabul göreceğini sanıyorsunuz? Allah, hiçbir şeyde kendisine ortak kabul etmediği gibi, HÜKÜM KOYMADA da bir ortak kabul etmemektedir.”(Ercümend Özkan)
İşte sırf bu yönü ile bile bizler şu günlerde ‘Müslüman ülkelerde’! oluşan halk ayaklanmalarının renginin İslam olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hüküm koymada Allah hiçbir ortağı kabul etmemektedir. Bu halklar çocuklarını ve kendilerini demokrasinin hakim olması için feda ediyorlarsa bu anlayışı İslam adına onaylamamız asla mümkün olmaz. Bu konulara duygusal yaklaşamayız. Bu konuda da hükmü verecek olan Allah’tır.
İnşallah Müslümanlar Amerika ve Batılı Devletlerin bu oyunları karşısında daha itidalli daha basiretli ve ferasetli olabilirler. Halkların cesareti, zulme başkaldırmaları durumu ise hala çok muğlâk bir şekilde duruyor. Bu halkların kendi istekleri ile ayaklanmadıkları da ortadadır. O yüzden bu halkların mücadelelerine ben kendi adıma taraftar olamıyorum. Çünkü bu halklar başarılı olduklarında dünyevi kaygılarını belki bir nebze hal yoluna koyacaklardır ama kurdukları ve destekledikleri yeni demokratik sistemleri yine bizler ile mücadele ediyor olacaktır. Yapa geldiğimiz mücadelemizde her zaman karşı safta yer alacaklardır. O yüzden ne bu halkları ezen mevcut despot zalim yöneticiler ile nede batıl bir dini hakim kılmak için ayaklanan bu ülkelerin halkları ile bir ilişki bir olumlama biçimi geliştiremeyiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *