Genç bir insanken dünyayı değiştirmek istemiştim. Ne var ki dünyayı değiştirmenin çok zor olduğunu gördüm, bu yüzden ülkemi değiştirmeye karar verdim. Ülkemi değiştiremeyeceğimi anladığımda, yaşadığım kente diktim gözlerimi. Ne var ki kentimi değiştiremedim, o zaman ailemi değiştirmeye karar verdim. Şimdi, yaşlı bir insan olarak, tek değiştirebileceğim şeyin kendim olduğunun farkına vardım ve birden anladım ki,
Genç bir insanken dünyayı değiştirmek istemiştim. Ne var ki dünyayı değiştirmenin çok zor olduğunu gördüm, bu yüzden ülkemi değiştirmeye karar verdim.
Ülkemi değiştiremeyeceğimi anladığımda, yaşadığım kente diktim gözlerimi. Ne var ki kentimi değiştiremedim, o zaman ailemi değiştirmeye karar verdim.
Şimdi, yaşlı bir insan olarak, tek değiştirebileceğim şeyin kendim olduğunun farkına vardım ve birden anladım ki, eğer uzun süre önce kendimi değiştirseydim, ailemi etkileyebilirdim. Ben ve ailem kenti etkilerdik… Kentin etkisi ulusu değiştirirdi ve ben dünyayı değiştirebilirdim.
Bu kişinin zamanı heba olmuşa benziyor. Fakat bizler içinde pek farklı şeyler söylemek mümkün değil. O kadar çok şeyler ile muhatap oluyoruz ki sıra bir türlü kendimize gelmiyor.
Sanırım takıldığımız yer, çoğu zaman kendimiziz ve genellikle kendimizi tanıma ile ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. Madem söz konusu sıkıntı kendimizi değiştirmekten geçiyor o halde önce kendimizi doğru bir şekilde tanımamız gerekiyor. Rabbimiz Şems Suresinde diyor ki;
7-Nefse ve ona “bir düzen içinde biçim verene”, 8-Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). 9-Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. 10-Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Ayette sözü edilen nefs Arapçada ‘’insanın kendisi’’ anlamına geliyor. Kelime manası olarak ise ‘’benlik’’manasını ifade ediyor. İşte nefs bizim ‘ben’imiz yani kendimiz oluyor. Dışarıda yapıp ettiğimiz olumlu ya da olumsuz her şey bu ‘ben’imizde olup bitenle alakalı dışa yansıyan şeylerdir. Yani kendimizde (nefsimizde) olan savaşı kazanmamız, arınmamız ve kurtuluşumuz anlamına geliyor. Bu bir zaferdir ve beden ülkemizin artık kendi kontrolümüze geçtiğini gösterir. Ayette anlatılan nefsimizin iki yönlü olduğudur. Yani bize kötülükten sakınmamızı söyleyen bir taraf ve bir de kötülük işlememizi söyleyen bir diğer taraf… “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).’’ Sınır tanımaz günah ve kötülüğü emreden ve ondan sakınmayı ilham eden iki yönümüz mevcut. Sınır tanımaz kötülükten arınan, temizlenen kişi felah bulacaktır. Yıkıma uğrayan kişi ise isyan eden, bozulmalara uğrayıp fucurdan yana tercihte bulunanlar kimselerdir. O halde hikâyemizde geçen değişimin yasalarının yanlışlığının kaybettiğimiz şeyleri nerede arayacağımızla ilgili bilgilerin yanlışlığı ile ilgili olduğunu anlamış olduk. İlk olarak bulmamız gereken kişi biziz yani kendimiziz bu şeyde kendi içimizde. Fakat biz işe hep başka yerlere bakarak başlıyoruz. Kendi dışımızda her şeyle ilgili oluyoruz. Halbuki Rabbimiz kurtuluşumuzun, kendi içimizdeki (‘ben’imizdeki) sınır tanımaz günah ve kötülükten sakınmamızda olduğunu söylüyor. İçimizde kötülüğün olduğuna inanmalıyız. Çünkü bu kötülükten temizlenmemizin tek yolu içimizdeki kötülüğün varlığını kabul etmemiz ve Allah’ın gösterdiği şekilde ondan sakınmamızdır. İşte bu, kişinin kendisini tanımak için attığı ilk adımdır. Ayette geçtiği üzere nefsini örten yani onun kötülüğünü temizleyip dışarı atamayan, içinde tutan kişi yıkıma uğrayacaktır. Ancak bu kötülüğü kabul eden, kendinde bir sorun olduğunu anlayıp doğru teşhis koyan ve böylelikle onu içinden uzaklaştıran ise kurtuluşa erecektir. Yani böylelikle kişi öncelikle kendisini değiştirecektir ki bu değimin başkalarına da tesiri olabilsin.
Öyleyse ilk adımımızın kendimizi gerçek manada tanımak olduğu bilgisini aklımızdan çıkarmayalım. Bu kendimizi vahyi doğrular ile değiştirir iken hata yapmamamızı da sağlayacaktır. Tabii ki, bu da tepeden inme değil, ilk dönem ahlaki ilkelerle, bedeni ruhtan, aklı kalpten ayırmayarak gerçekleştirilen bir çalışma olmalıdır. Fakat bu amaç edinilen noktada yürümek için, azık alınmadan çıkılan bir yolculuğa dönüşürse, bize ait olmayan aklımıza ve bize ait olmayan kalbimize hitap edilmiş olacaktır. Zaten sınanarak hayatın gerçekleriyle karşılaştığımızda, söylenilen sözlerin bizlere ait olmadığı anlaşılacaktır. Çünkü söylenilen sözler onları yaşamış olanların kötü bir taklidinden başka bir şey değildir. Bu şekilde bir anlayış aynı hatalar üzerinde ısrarcı olan dilimizi dizginlememize yardımcı olacaktır. Unutmayalım ki sorunlar ‘ben’imizde(nefsimizde) olan kötülüğü kabul etmememizle başlar. Bunu kabule yanaşmaz isek bizlere sunulan vahyi doğrulara kulak tıkarız. Hatalarımızı herkes görebiliyorken bizler göremeyebiliriz. Bu durumda ya tekrardan hatamızı anlayıp kendimizin değişmesi gerektiğine ikna olacağız ya da sürekli itiraz eden, vahye muhalif bir dilin sahipleri durumuna düşeceğiz. Tercih bizim ama iyi düşünmek lazım. Kendimizi değiştirememiş iken toplumumuzun karşısına çıkmak bazen biz kendimizde görmesek de bizi gülünç durumlara düşürebilir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *