Kendi gibi olmayana tepeden bakıp “köylü bu!” diyebiliyor. Bu, sadece gençlerin sorunu değil, sadece eğitimsizlerin sorunu değil, pek çok eğitimli, yaşı-başı oturmuş kimselerin de sorunu.
Biliyoruz ki, artık insan hayatında, toplum hayatında çok önemli bir konu haline geldi, şehirli olmak ve köylü olmak. Şehirde yaşayan kendini şehirli sanıp, köyde yaşayanı küçümser oldu çoğunlukla.
Burada bahse konu olan, bu işi tam manasıyla anlamaya çalışmak yerine dış görüntüye bakıp, yüzeysel değerlendirmeye tabi tutanlar. Olaya doğru bakan, konunun derinine inebilen ve kompleksten arınmış olarak olayı değerlendirenler değil.
Köyde yaşayan insana köylü, şehirde yaşayana da kısaca şehirli demek en doğal izahı işin. Ama ne yazık ki, olay medeni olan ve medeni olmayan gibi anlaşılır oldu artık. Tabii buradaki medeniyet anlayışı da ayrıca açıklama gerektiriyor.
Köyde yaşayanı medeni olmamakla suçlayan kesim, ne yazık ki, medeniyeti bizim topluma has güzel değerlerimizi hiçe sayıp, olanca ilkesizliği hayatlarına rehber edinenler çoğunlukla.
Bir bakıyorsunuz, sokağa elindeki çöpü atıp arkasına bakmadan gidiyor. Bir bakıyorsunuz, yola tükürüp geçiyor. Toplu taşıma aracına biniyor, öyle bir oturuyor ki, yanındaki ne yapacağını şaşırıyor. Ayakta titreyen yaşlıya hastaya yer vermemek için, başını önünden kaldırmıyor. Ama nerden bulduysa kısa belli marka kot üzerinde, saçlar jöleli, kendine göre hava poz yerinde, ama toplumun neresinde olduğunun farkında değil. Kendi gibi olmayana tepeden bakıp “köylü bu!” diyebiliyor. Bu, sadece gençlerin sorunu değil, sadece eğitimsizlerin sorunu değil, pek çok eğitimli, yaşı-başı oturmuş kimselerin de sorunu. Hala daha kendi toplumunun dinini tanımayıp, tesettürlü kadına hayatı zindan eden, onları köylülükten kurtulamamış diye yaftalayanlar kimler dersiniz? Başı örtülü diye mecliste bulunan, halkın seçtiği bir kadın milletvekiline haddini bildirmek gibi bir saçma komplonun başrol oyuncuları, eğitim sorunu olanlar mıydı acaba?…
Şehirler büyüdükçe apartman hayatı kaçınılmaz oluyor. Neredeyse şehirli olmanın şartı haline geldi bu yaşam tarzı. Bir bakalım kaç kişi bunu becerebiliyor. Bizim toplumumuzun çok güzel bir anlayışı vardı eskiden; komşu hatırı, dendi mi insanlar şöyle bir duraksardı ve insanlar bunu o kadar benimsemişlerdi ki, ölünce yedi yerde komşu hakkı sorulacak endişesiyle korurlardı, komşu hukukunu. Gelenek bu güzel anlayışı, bir de ahiret korkusu ile güçlendirince, olay daha bir iyi yerleşmişti insanların yaşamlarına. Kur’an’da komşu hakkının yedi yerde sorulacağı hakkında bir bilgi yok, ama insan ilişkilerinin ne derece hassas olduğu konusunda pek çok öneri var. Bunlara daha sonra değineceğim.
Evet, sefer tası gibi üst üste kurulmuş mekanlarda yaşamak zorundaysak, buraların kurallarına uymak zorundayız aynı zamanda. Evimizi sedir yerine koltuk kanepe, yemek takımı, büfe ile döşeyerek şehirli olduğumuzu zannediyoruz ama şehirli olmak demek görselliği değiştirmek demek değil, şehirli olmak şehirdeki yaşama ayak uydurabilmek demektir, o da içgüdülerimiz ile değil, bilincimiz ile hareket etmekle olur. ‘ .
Biz Müslümanların bilinçlenmek için tutacakları yol da Kur’ani bilgiden geçer.
Efendim, üstte oturuyorsam alttakini düşünmek zorundayım, demezse insan nasıl medeni olur, nasıl şehirliyim diye böbürlenir. Komşunun camı açıkken halı çırparsan, çamaşırının üstüne öteberi atarsan, gece yarısı hiç düşünmeden gürültü edip komşunu çıldırtırsan, bırak şehirliliği, medeniliği, Allah’a hesap vermekten kurtulamazsın. İşin içine artık kul hakkı girer.
Şimdiye kadar şehirli ne demek onu anlatmaya çalıştım. Ben şehirli olmanın köylü olmaktan üstün bir durum olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Yukarıdan beri söylemeye çalıştıklarım, bu konuyu abartıp şehirli olmayı üstün bir vasıfmış gibi algılayanlara cevap vermek içindi.
Şehir ile köyün farkı, sadece orada yaşayanların oldukları yere ayak uydurmak açısından vardır. İnsan her yerde insan olmak zorundadır. Müslüman her yerde İslam’ı yaşamak zorundadır. Geriye kalan her şey görüntüdür. Şehirdeki istediği gibi giyinir, istediği gibi içinde yaşadığı mekanı döşer, köylü de istediği gibi giyinip evini istediği gibi dekore eder, köylülük şehirlilik bu değildir. Köyde yaşayan, yaşamını kolaylaştırmak için, evinin inşasını, bahçesini, tarlasını kullanabileceği en rahat biçime getirir. Kıyafetleri de dağda bayırda çalışabileceği rahatlıktadır. Köylünün işi toprakla, şehirlininki de karmaşayla, problemlerle uğraşmaktır. Önemli olan ikisinin de dürüst ve insan ilişkilerinde Allah’ın kurallarını baz almalarıdır. Yani üstünlük takvadadır.
Bütün bunları aşmanın yolu, köyden şehre gelip yerleşmek ile ya da şehirden kaçıp köye sığınmak ile olmaz.
Nerede olursak olalım oranın şartlarını kabullenmek ile olur bu iş. Şehirden köye gitti iseniz, orada kabul görmeniz için, şehirdeki resmiyeti orada sürdüremezsiniz. İnsanlar size selam vermek için uğradıklarında ziyaretlerini sıcak karşılarsanız, siz de gerektiğinde onlara merhaba demek için sekilerinde bir ayran içerseniz, burnunuzu havaya kaldırmadan yaparsanız bütün bunları, sıcacık dostlar bulursunuz yanı başınızda.
Tam tersi köyden şehre geldi iseniz, oradaki mesafesiz ilişkileri de şehirde yaşamaya kalkmamalısınız. Yıllarca şehirde yaşanların çat kapı ziyaretleri sürdürdüklerini, misafir gittikleri yerin bir işi var mı yok mu, kendilerini kabul edecek durumda mı yoksa değil mi, diye düşünmek ona göre davranmak zahmetine bile katlanmadıklarını görmek üzücü değil mi? Karşı tarafı kaale almak şehirli olmanın önemli koşullarından biridir. Yani bu koşul, karşı taraftakine önem vermek ve onun hayatında, planlarında aksamalara sebep olmamaya dikkat etmek demektir.
Köyde kapıdan geçerken uğrarsın, iş varsa biraz oturur diyeceğini der geçer gidersin. Ama şehirde bu böyle olmuyor. Uzaktan gelmişin, ev sahibi sana ne desin. Benim başka programım var, sen işine ben işime diyebilir mi? Farz edelim dedi, sen ne hale gelirsin?
Bunları çokça yaşıyoruz. Bir telefon, “Biz geldik, terminaldeyiz, biz geldik hava alanındayız, bizi alın.”
Peki bunu kendi açısından olumlu görenler, başkaları onlara yaptığında ne düşünürler dersiniz?
Nerede olursak olalım, ister köyde ister şehirde, iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmak yerine, çuvaldızı kendimize batırırsak daha doğru davranırız diye düşünüyorum.
Her zaman kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak davranışlarımızın sağlamasını yaparsak, doğrulara ulaşmak kolaylaşır.
Bütün bu sorunlar eğitim ile çözülür diyoruz, diyoruz da yukarıda da söylediğim gibi okullarda alınan eğitim bu işlere yetmiyor.
Müslümanlar, tüm yaşamlarını ilgilendiren konularda olduğu gibi insan ilişkileri, kul hakkı gibi sorunlarını da, Kur’an ile öğrenmeli Kur’an ile çözmeli diyorum.
Bu konuda Allah’ın ayetleri ile yolumuzu aydınlatırsak, doğrularımızı, yanlışlarımızı çok daha iyi fark edebiliriz.
“Ahzab/53″de misafirliğin nasıl olmasını, misafir olduğumuz insanları bunaltmaktan kaçınıp, bu süreyi kısa tutmamızın önemini, bir başkasının evine destursuz girilmemesi gerektiğini çok açık bir biçimde anlatan Rabbimiz, Nur suresi 27/28/29’uncu ayetlerde de, inananların birbirlerine saygılı olmaları gerektiğini bildiriyor.
Yirmi yedinci ayetin anlamını günümüze yayarsak, teknolojinin getirdiği imkanları kullanarak, yani bir telefon zahmetine katlanarak, uzaktaki dostlarımızın müsait olup olmadıklarını, misafir kabul edip edemeyeceklerini, misafirliğimizin onların programlarını bozup bozmayacağını öğrenip, buna göre davranmak durumunda olduğumuz konusunda bilgilendirildiğimizi açık ve net bir biçimde göreceğiz.
Hasta ziyareti sevaptır, diyerek koşturup gitmek, iyi güzel de, hastayı bunaltmamak da hesaba katılmalı değil mi?
Bizlerin Müslümanlar olarak, öyle yanlış saplantılarımız var ki, Kur’an’ın anlattığı her şeyi tersinden anlamaktan başka bir izahı yok bütün bunların.
İktibas, Haziran 2005
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *