Bir gün ‘Bir kardeşiniz daha oldu’ dediğinde babam, şaşırıp kaldığımız ve gözlerimizin fal taşı gibi açıldığı an. Aslında mümkün olmadığını ve hatta imkânsız olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Yeni bir kardeş!
“Bu dergiyi, insanımızı düşünerek yayınlamaya başladık. Evet, insanımızın Türkiye’de ve dünyada neler olup bittiğinden, nasıl olup bittiğinden haberi olsun istedik.” (1 Ocak 1981, İktibas Dergisi, 1. sayı)
Öyle uzun oldu ki. Çocuktuk o zaman.
Bir gün ‘Bir kardeşiniz daha oldu’ dediğinde babam, şaşırıp kaldığımız ve gözlerimizin fal taşı gibi açıldığı an. Aslında mümkün olmadığını ve hatta imkânsız olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Yeni bir kardeş!
Hepimiz gülüşmüştük birbirimize bakıp.
Fakat babam ciddiydi söylediklerinde. ‘Geldi, getirdim onu size’ dedi. Avuçlarında bilmediğimiz bir sürü bir şeyler gösteriyordu. Gözlerindeki mutluluğu çözememiştim. Işıl ışıl parlıyordu, yüzü ışıldıyordu.
Avuçlarında bizim anlam veremediğimiz minik metal parçacıklar vardı babamın. Kiminin üzerinde ters görünen karikatürler, kiminin üzerinde ters yazılar. ‘Klişe’.
O zaman ilk kez duymuş ve yerleştirmiştim kafamın bir köşesine ‘klişe’yi. Minik kurşun plakalarda kelimelerin ve şekillerin olduğu bir şeydi ‘klişe’. O zamanlar matbaalarda kullanılan, şimdilerde sanıyorum yok olup gitmiş bir şey ‘klişe’. Hayatımızda yok olan bir çok şey gibi.
Yerine yenileri geldikçe eskilerin unutulup gittiği bir dünya bu dünya. Her ne kadar eskilerin yerini tutamasa da yeniler bir heves olur bazen. Fakat ayakları sağlam yere basıyorsa eğer, ufak rüzgarlarda eğilip bükülmüyorsa eğer, doğru sözlüyse eğer, yılmıyorsa yapılan zulmlere rağmen ve alınan cezalara rağmen vazgeçmiyorsa eğer, söylemlerini değiştirmiyorsa eğer, kalır yerli yerinde. Bugün olmasa da alır elbet hak ettiği yerini bir tarihte.
Evet tanık olduk büyümesine. Büyüyüp serpilene kadar çok emek harcadı sevgili Ercümend Özkan, canım babam. On üç sene bilfiil uğraştı o en küçük çocuğuyla, İktibas Dergisi’yle. Geceleri daktilosunda ona sürekli yeni yazılar hazırladı. Uğraştı, didindi ve onu en iyi yerlere getirmeye çalıştı.
Bazen gece yarıları bazen sabaha karşı daktilo sesleriyle uyandık, bildik ki onun için uğraşılıyor; sonra alıştık o seslere de. Sayfalar geldi basılmadan önce, tashihler yaptık birlikte. ‘Mücellitten geldi’ diye haber gelince, bekledik posta parasını toparlasın da yerlerine gönderelim diye. Posta parasını buldukça kısım kısım da olsa gönderdik okuyucuya. Derdi ki rahmetli babacığım bize “En çok bu çocuğuma harcadım, hakkınızı helal edin.” Biz de o kadar benimsemiştik ki onu kardeş diye halâ içim sızlar başına bir şey gelecek diye. Eğer varsa helâl edilecek bir hak ortada helâl olsun binlerce kere.
Büyüttük işte, her şeyin bir zorluğu olduğu gibi onun da zorlukları oldu. Dünyaya geldiği andan beri aynı sıkıntılarla devam edegeldi. Fakat okuyucu kitlesi hiç bitmedi. Azaldı zaman zaman, fakat hiç tükenmedi. Yorulanlar yılanlar oldu, gidenler oldu; fakat gelenler daha çok oldu. Kıymetli fikirler oluştu, kıymetli dostluklar kuruldu. Tam otuz yıl oldu.
Evet o kardeş otuz yıldır hep aramızda oldu. Daha nice otuz yıllara yayın hayatında. Tevhidi anlayışıyla bir buzkıran oldu ve bundan böyle de öyle olması temennisiyle.
“Tevhid akidesini gereği gibi anlayınız ve ona toz kondurmayınız. Şirk veya küfür niteliği taşıyan şeylerden onu titizlikle koruyunuz. Bunun için Kur’an’dan başka bir şeyi ölçü almayınız. Zira Allah bu konuda kendisine ortak tanımaz. Nitekim Resulullah da bu konuda aynen böyle yapmış, akidesini yalnızca Kur’an’dan almıştı…” Ercümend Özkan
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *