Hurafelerle avunmak

Küreselleşme döneminde İslam’ın evrensel çekiciliğini sağlayabilmek için, kültürel nostaljileri, medeniyet nostal­jilerini aşmak, İslam’ın evrensel içerik ve etkisini somutlaştırabilecek entelektüel bütünlükler ortaya koymak icap eder.

Günümüz dünyası; aklın/hikmetin/vicdan ve adaletin karşısında, ideolojilerin üstünlük kazanabildiği bir dünyadır. Postmodern dünyada görececilik bir moda haline geldiği için; ahla­ki kayıtsızlıklar, sorumsuzluklar, kirlilikler, sapkınlıklar, sa­pıklıklar, bu görececiliğin himayesinde yeni zeminler kazanabili­yor. Postmodern neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzı acımasızca yayılıyor. Bu durum, bu gelişme, bütün ahlaki normları, ölçütleri, yaklaşımları, yorumları çok ciddi bir biçimde istikrarsızlaştırıyor. Ahlaki denetim ve yorumlardan bütünüyle bağımsız bir dünya ve tarih oluşuyor.

Âdil bir dünya herkesin eşit saygı gördüğü ve dik­kate alındığı bir dünyadır. Ahlaki içerikten yoksun hukuki uygu­lamaların meşruiyetinden söz edilemez. Adalet, hukukun ahlak ile bütünleşmesi halinde sağlanabilir. Günümüzde, ahlaki içerikten yoksun modern hukuk yaklaşımlarıyla, dünyanın her hangi bir sorun­lu bölgesinde adalet sağlandığı görülmemiştir. Ahlaki bir evren­sellik hiç kimseyi ötekileştirmeyen, değersizleştirmeyen bir ev­renselliktir. Günümüz dünyasında farklı inançlar ve dünya görüşleri sistematik bir ayrımcılığa maruz kalmaya devam ediyor, özel­likle Avrupa’da İslami örtünme biçimlerine yönelik ideolojik histerinin önünegeçilemiyor.

Ahlakî denetimden bağımsız bir dünyada, insanın istekleri, hırsları, tutkuları sınırsız hale geliyor, hazcılığa hizmet eden maneviyatsız ve ruhsuz bir kültür oluşuyor. Anlamdan bağımsız bireyler, tüketiciye dönüşüyor. Tüketim bir ihtiyaca ce­vap vermek yerine, statü ihtiyaçlarına cevap veriyor. Bütün toplum­lar sınır çizgilerini kaybettikleri için, değer sistemlerini kay­bettikleri için, hiçleşen toplumlara dönüşüyor. Ahlakî değerler yapısı çökünce, belirsizlikler ve boşluklar da yeni bir tarz ha­line gelebiliyor. Her şeyi mubah sayan liberal özgürlük anlayışı çok bencil dünyalar oluşturuyor. Böyle bir dünyada sanat/edebiyat hareketleri de kendi kendine hizmet eden, yalnızca kendi kuralla­rına uyan, hayattan kopuk, insanlık sorunlarıyla ilgilenmeyen, ahlak ve siyasetten kopuk fildişi kule sanatına dönüşüyor.

Ahlakî değerler sistemi çökünce, doğru ile yanlışı bir­birinden ayırt edebileceğimiz ölçütler de değerini yitiriyor. Ahlaki değerler sistemi çökünce sahici hayat tarzları, sahici ilişkiler de çöküyor, Asgari ortak insani değerlere sahip olmayan bir dünya karşısındayız. Ahlakî denetime ihtiyaç duymayan bir dünya, sınırlarını ve ihtiraslarını kontrol edemiyor. Ahlakî denetimden yoksun bir dünyada insana kişisel sorumluluk duygusu kazandırılamıyor. Herkesin kendi kişisel çıkarını bir şekilde meşrulaştırabildiği toplumlarda ahlakî bir düzen saylanamıyor. Her şeyin para ile ölçüldüğü bir dünyada, hiç bir değer, nitelik, de­rinlik dikkate alınmıyor, saygı görmüyor.

Müslümanlar olarak, tarihin tek yönlü ilerlendiği ve yorum­landığı bir dönemde, bilincinde olmadığımız umutlar ve farkına varamadığımız çöküşler yaşıyoruz. Toplumlarımız, otoriter yönetimler tarafından özgürlük bilincine ve politik özgürlük fikrine yabancılaştırılmıştır. Bu tür bir bilince sahip olmadığımız için ortak bir irade oluşturamıyoruz, politik bir kamuoyu oluşturamıyoruz. Toplumlarımız devletleştirilmiş bir din algısı aracılığıyla tektipleştirilerek bütünleştirilebiliyor. Müslümanlar olarak politik harekete ve mücadeleye kendi dünya görüşümüz ve hayat tarzımızla katılamıyoruz, seküler dünya görüşü ve hayat tarzı dayatması ile karşı karşıya kalıyoruz.

Küreselleşme döneminde karşı karşıya bulunduğumuz hızlı değişimler sebebiyle, köklü değişimlerin, köklü dönüşümlerin yönü­nü, etkilerini gereği gibi yorumlayamıyoruz. Bir zaman eleştirisi yapabilmeliyiz. Modernlikler yalnızca şimdiyle ilgileniyor. Müslü­man olmak demek, bütün zamanlara açık olmak, bütün zamanlarla birlikte olmak demektir. Bugüne hükmeden bir geçmiş anlayışı ye­rine, bugünü çoğaltan bir geçmiş anlayışına ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız, ölümü hatırlamaksızın yaşamak, bugünün haz toplum­larında olduğu gibi bütün sapıklıkları bir hayat tarzına dönüştü­rerek yaşamaktır, ölümü hatırlayarak yaşamak anlamlı ve sorumlu bir hayat yaşamamızı mümkün kılar.

Günümüzde emperyal merkezler her zaman mütehakkim bir durumda bulunurken, İslam toplumları her durumda savunmacı bir konumda bulunuyor. Emperyal merkezler hep konuşuyor, direktifler veriyor, İslam toplumları maalesef dayatılmış sessizlikler yaşı­yor. Sömürgeciliklerin neden olduğu zihinsel hasarı gideremediğimiz için, ideolojik/ırkçı tecavüzlere katlanıyoruz. Ahlakî davranışların yerini, ekonomik davranışlar alıyor. Kendilerini yenileyemeyen, yeniden üretemeyen, yeniden yapılandıramayan, çoğaltamayan, büyümeyi, zenginleşmeyi sürdüremeyen kültür ve medeniyetler, hareketli ve üretken kültür/medeniyetler tara­fından kolaylıkla engellenebiliyor. Emperyal gelişmeler, olgu­lar karşısında boğucu/dayanılmaz bir taşralılık yaşıyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz olguları, küresel gerçeklikleri göz önüne alarak analiz edemiyoruz, Temelsiz umutlara yaslandığımız için, büyük hayal kırıklıklarına sürükleniyoruz. Kültürel ha­fızamız paramparça. Bütün algılarımız karmakarışık.

Evrensel dini bir toplumun ifadesi olan ümmetten, ümmeti gerçek kılacak bir bilincin ifadesi olan Tevhid’den hızla uzaklaşıyoruz, Yeni bir umut ve yeni bir bilinç sabahına uyanmak için, öncelikle tevhid ve ümmeti gerçek kılmamız gere­kiyor. Kalabalıkların hoşuna gidecek şeyler söylemekten vaz­geçmeliyiz. Gerektiğinde rüzgâra karşı da yürüyebilmek ve insanlara duymak istemedikleri şeyleri de söyleyebilmek gerekir. Rahatlatıcı yazılar/konuşmalar yerine,rahatsız edici sorular sormak gerekir. İslam toplumlarında, İslamî akımların, cemaat­lerin birbirleriyle ilişkileri, etkileşimleri ve bağlantıları yok. Her cemaat kendi ulus-devletinin sınırları içerisinde, bu ulus-devletin mukaddeslerini yücelterek, bu devletleri dönüştürmeye çalışıyor. Her cemaat düşünsel planda ulusal iklimi ve ulusal mitolojileri paylaşıyor. İslamî kesimlerde tevhidî duyarlılığa gölge düşüren bayağılıklar yaşanıyor. Bütün cemaatler yeni bir batınîliğin etkisi altında bulunuyor. Esoterik (içrek) yorumlar, inanışlar çok büyük bir kibirlilik içerisinde, çok büyük bir pervasızlık içerisinde, çok büyük bir küstahlık içerisinde, şeriat edeplerine meydan okuyarak büyük bir rahatlıkla sergilenebiliyor. Neonurcu hareket, Saidi Nursi’nin “kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün soruların yanıtını bildiğini” iddia edecek kadar, insan iradesini, insan çabasını dışlayan, gayb hakkında uluorta açıklamalar yapan, hiç bir bağlamda ve hiç bir şekilde mazur görülemeyecek heze­yanlar sergileyebiliyor, açıklamalar yapabiliyor. Başka hiç kimsenin bilmesi gerekmeyen, kişinin kendi iç dünyası ve sezgileri ile sınırlı, bütünüyle çok özel, kişiye özel, asla/kesinlikle genelleştirilmemesi gereken kimi yorumlar, cemaat propagandası için ahlaksızca/sorumsuzca kullanılabi­liyor. Bu noktada kimi isimler, kimi adımlar korkunç bir dogmatizme ve putperestliğe dönüştürülüyor. Sezgilerimizin temel tevhidi çerçeve ile bir bütünlük içerisinde bulunması gerektiği ilkesi hiç bir biçimde dikkate alınmıyor. Kişisel kültleştirme yaklaşımları İslamî bir sorgulamaya tabi tutulamıyor.Kitleler cemaat çıkarları doğrultusunda icat edilen/üretilen yeni hurafelerle avutuluyor. Atavistik kalıntı­larla, menkıbelere, rüyalara dayalı manipülasyonculuklarla yönetilen dini hayatlar içerisinde bütün bağlılıklar, intisap­lar ve itaatkârlıklar, mitolojik/duygusal propaganda yöntem­leriyle sağlanıyor.

Merkezi bir örgütlenmeye, ilmi bir otoriteye, kap­samlı bir strateji ve programa, siyasal bir projeye, kitlesel hiç bir eylem pratiğine sahip olmayan Müslümanlar, içerisinde bulundukları bu zaaflar sebebiyle, İslam adına konuşan, üstadlarının kıyamete kadar bütün soruların yanıtlarını bildiğini iddia eden meczupların, sömürücülerin hezeyanlarına katlan­maya devam ediyor. Hiç bir hezeyan, hiç bir meczup hesaba çekilemiyor. Menkıbelerle, hurafelerle avunan bir dini hayat hiç bir şekilde gerçek bir özgürlüğe ulaşamaz, üretken ilgilere, çabalara sahip olamaz. Yeni bir model inşa etme kaygı­sı taşımayan, bu yöndebir bilinç oluşturmayan cemaatler yaşadıkları tarihsel yenilgileri fark etmiyor, tasavvufî/hikemî/batınî egzersizlerle gününü gün ediyor.

Direnme yeteneğine sahip olmayan bireyler, gruplar toplumlar bu durumda kayıtsızlığı, sorumsuzluğu, hoşgörüyü ya da nihilizmi seçiyor. Bilinç körlüğü, hizipçi körlük, etnosentrik körlük, her durumda ahlaki körlüklere yol açıyor. Hizip sınırları, cemaat sınırları, zihinsel sınırlarımızı ve ufkumuzu daraltıyor, küçültüyor. Hizip sınırları ile ce­maat sınırları ile kuşatılmış zihinlerin özgürlüklerinden söz edilemez.

İslam’ın ve Müslümanların siyasal bir programa, il­gi ve dikkate, sorumluluk ve çabaya yönelmemeleri için, emperyal irade, siyasal İslamcılığı sahnenin dışına iterken; ılımlı İslam, hoşgörülü Müslüman sahneye dahil ediliyor. Emperyal irade, İran’ı ehlileştirmeyi başaramadığı için, İran, siyasal söylem alanında bağımsızlık içerisinde var olmaya devam ettiği için, küresel bir tecrit ve baskı ile karşı karşıya bulunuyor. Günümüzde “hoşgörü” kayıtsızlık, ilgisizlik anlamlarına geliyor ve bir tür nihilizme dönüşü­yor.

Küreselleşme döneminde İslam’ın evrensel çekiciliğini sağlayabilmek için, kültürel nostaljileri, medeniyet nostal­jilerini aşmak, İslam’ın evrensel içerik ve etkisini somutlaştırabilecek entelektüel bütünlükler ortaya koymak icap eder. Geçmişten devraldığımız bakış açılarıyla, yorumlarla, bugün önümüzde açılan yeni ve zengin dünyaların ihtiyaç duyduğu yorumların birbirinden çok farklı olması doğal bir durumdur. Belli bir zamanın, belli bir kültürün, belli bir coğrafyanın ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere üretilmiş eserler bütün zaman­lar ve coğrafyalarda ilk ortaya çıktıkları dönemdeki etkiyi uyandırmayabilir. Her hangi bir eseri zorlama yöntemlerle, aşırı/ölçüsüz/ahlaksız propaganda hileleriyle efsaneleştirme­ye çalışmak yanlıştır. Böyle bir çaba yeni yorumların, yeni yaklaşımların, yeni çözümlemelerin, yeni isimlerin ve eser­lerin ortaya çıkmasını engelleyecek ve geciktirecektir. Hiç bir tiranlık, bağnazlığın ve fanatizmin tiranlığı kadar tahripkar değildir. Her fanatizm ve bağnazlık büyük bir ufuk yoksunluğu içerisinde bulunmak anlamına gelir.

İktibas, Temmuz 2010

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *