Şimdi soralım kendimize ey Müslüman erkek ve Müslüman kadınlar; bu kadar mükemmel bir anlayış ve hayata rağmen özgürlük ve eşitlik için bu kadar çaba niye?
Her gün gitgide yozlaşan bir hayat tarzının bizlerden alıp götürdüklerini anlamak ve kendimizi muhasebe edebilmek çok önemlidir. Özellikle yakın zamanda çeşitli yazarlar vasıtasıyla televizyonlardaki dizi ve gayri ahlaki programlara getirilen eleştiriler toplumsal değerlerin ne hale getirildiğini gözler önüne sermektedir. Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve bizler zihin bombardımanına tabi olup farkında olmadan kirleniyor ve daha da kötüsü bu çirkinlikleri kanıksar hale geliyoruz.
Bu düşüncelerle, Vuslat dergisinin Mart 2005 tarihli 45. sayısında yayınlanan “Modern Dünyada Kadın” yazımı tekrar gündeme getirmek istedim…
İnsanlık tarihi boyunca sürekli savaşlar, işgaller, talanlar, zulümler oldu, tiranlar, zorbalar geldi geçti. Devletler yıkıldı, devletler kuruldu. Medeniyetler ve hatta imparatorluklar hüküm sürdü. Hayat çoğu zaman bir karmaşa bir kaos içerisinde değişik birlikteliklerle sürdü gitti. Ama yine bu insanlık tarihi içerisinde kadın konusu gündemden hiç düşmedi. Tartışıldı, konuşuldu, hakları kısıtlandı veya genişletildi; namus, edeb, onur, izzet merkezi oldu kadın. Bazen Allah’ın ona verdiği haklara sahip oldu bazen tümüyle ezildi. Ama gerçek şu ki hayatın merkezi olan insan konumunda olması gereken kadın; daima nesne olarak görüldü. Ya sermayeye ya zorbalara ya da fuhuş sektörüne malzeme ve gündem oldu.
İslam tarihi boyunca, Allah’ın kadını da erkek gibi kul olma sorumluluğuyla yaratıldığı genelde atlandı. Peygamberin eşleriyle olan ilişkileri hep mitolojik ve olması mümkün değilmiş gibi masalsı bir şekilde anlatıldı, ama O’nun uygulamaları hiç dikkate alınmadı. Sanki o davranışlar sadece peygambere özgü imiş gibi düşünülerek erkek hakim bir dünyada yaşadı Müslümanlar. Hatta kadını şeytan olarak bile tanımlamaktan ve bu tanımlamalarına haklılık delili olması için peygamberin ağzından yalan uydurmaktan bile çekinmediler. İslam harici gelen bilgilerdeki kadınla ilgili ne kadar olumsuzluk varsa bunu uygulamakta birbirleriyle yarıştılar.
Günümüze gelindiğinde ise, teknolojik gelişmeler, bilginin akış hızının artması, televizyon, bilgisayar gibi bir tuşla ulaşılabilecek aletlerle dünyaya açıldık. Kadını kapital oligarşinin bir metası sayan, cinselliğini kullanarak kadını nesneleştiren bir hayatı yaşamaya başladık. İlk zamanlar bunlar bize tuhaf gelirken, bugün normalleşmesine engel olamadık. Kur’an’i bir eğitim ve peygamberi bir yaşamı kendimize ve çocuklarımıza anlatamaz hale düştük. Türlü sapkınlıkları postmodern/nihilist bir mantıkla kabullendik ve “o kişinin kendi cinsel tercihidir, bizi ilgilendirmez” gibi İslam’ın değerleriyle örtüşmeyecek bir rahatlığa erdik. Lutilikten, evlilik dışı ilişkilerden rahatsız olmamaya başladık. Çıplaklığı normalleştirdik ve tesettür anlayışımızı bu çıplaklıkla yeniden belirledik. “Öteki” olma korkumuz o kadar arttı ki bizden sizdeniz diyebilmek için Müslüman kadınları onların sermayelerinin, kapitalist düşüncelerinin önüne attık. Sonra Müslüman erkek de Müslüman kadın da kendisini tanımlarken kimliğinden, giyiminden utanır hale geldi. Önce erkekler sonra da kadınların giyim şekilleri değişti. Müslüman kadınlar toplumdaki kişilikleriyle değil dişilikleriyle ortada olmaya başladılar. Şimdi ise bu durum gerçekten kronik bir hal almış ve içinden çıkılması zor bir duruma dönüşmüştür. Ya dört duvar arasına sıkışmış ve ikinci sınıf vatandaş olmuş ya da dışarılarda özgürlük adına fıtrat bozucularının malzemesi olmuştur kadın.
Geçmişte İslam dünyasında kadına özellikle yaratılışıyla ilgili atfedilen aşağılanmalar ve uydurma hadisler ile kadın ikinci sınıf bir hüviyet kazanmış ve kimlik erozyonuna uğramıştı. Oysa Allah yaratılıştan kadına böyle kötü özellikler vermiş olsaydı, o halde Allah suçlu olurdu ki haşa bu mümkün değildir. Hristiyanlıktan bulaşmış olan, kadının “dışarıdan” olma özelliği mantığı ise (erkeğin eğe kemiğinden yaratılması gibi) Kur’an’da bir çok ayetle çelişmekte ve bu çelişkileri peygamberin ağzına layık görmektedir gelenekteki din. Yine batı uygarlığının bir üretimi olan; kadın insan değildir, ruhu yoktur, günahın-kötülüğün kaynağıdır gibi bir çok düşünce İslam toplumlarında Kur’an’a ve Peygambere rağmen yer bulmuş ve uzun müddetler kullanılagelmişti. Bunun sebebi, Kur’an’ı bilmeyen Peygamberi tanımayan Müslümanlardır.
Modern dönemde yukarıda anlatılan bir çok durum söz konusu değildir ama, yine kadın merkeze alınarak türlü kötülük uygulanmakta ve kadın üzerinden politikalar üretilmektedir. Özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla kadınlara yüklenemeyecekleri yükler yüklenmektedir. Kadının Kur’an’da insan olarak tanımlanması, sorumluklarının erkekten farklı olmaması Allah’a hesap verme noktasında bir eşitliktir ama bunun dışında kadın ve erkekte geçerli olması gereken cari hukuk adalet ve hayat paylaşımıdır. Eşitlik ve özgürlük gibi görece kavramların arkasından kadını cinsel bir meta haline getirmek anlamsız ve fıtrata terstir. Özellikle modern dönemde kadının cinselliği insanlığının önüne geçmiş ve satılan alınan bir mal haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Allah’ın insana verdiği izzeti kadına çok görmüştür modern insan.
Yaratılış itibarıyla kadın ve erkekte bir problem yoktur. Allah erkek ve kadını birbirine sükunet vermesi için hayatın birer parçası yapmıştır. Bununla birlikte insan için haksızlığın ve zulmün kaynağı olmuştur bu cinsiyet farkı. Oysa görülen bir gerçek vardır ki ortadaki bu haksızlığın ve zulmün müsebbibi ne yalnız başına erkek ne yalnız başına kadındır. Ama biyolojik, fizyolojik ve ekonomik nedenlerle erkek hep kendini güç sembolü olarak görmüş ve kadını egemenliği altında tutmuştur. Böylece erkek hep verici kadın ise hep alıcı olmuş ve kadının toplumda çizilen rolü bir asalağı tanımlar hale gelmiştir. Kadına fırsat tanınamadığı için, hep daha cahil, daha yoksul, daha başarısız, daha yeteneksiz, daha muhtaç gibi sıfatlar takılmıştır. Öyle ki temelde insan olan erkek ve kadın adeta iki ayrı varlık olagelmiştir. Yani artık dünyada insan yoktur; kadın vardır, erkek vardır.
O halde şunun sorulması gerekmektedir: Varoluşumuz nasıldır? İnsani varoluş mu, cinsiyete dayalı varoluş mu? Bizim insani sorumluluğumuz mu var cinsiyet sorumluğumuz mu? Haklarımızı belirleyen insanlığımız mı, cinsiyetimiz mi? Cinsiyetlerimiz kimliklerimiz mi yoksa Allah’ın bizi tanımladığı tamamlayıcılıklarımız mı? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar bizim düşünce dünyamızın yansımalarıdır ve düşünce dünyamız değişmedikçe de kadın hakkındaki davranışlarımız değişmeyecektir.
Bugün modern toplumda kadın ve erkeğin eşitlenerek aynileşmesi istenmektedir. Bu isteğin altında şu düşünce yatmaktadır: Erkeklerin hakim olduğu bir toplumda kadını, toplumsallaştırmak adına erkeğin zevk ve eğlence aracı haline getirmektir. Aynı zamanda kapitalist oligarşinin beklentilerinin cevap verecek ucuz iş gücü, bir nevi hizmetçi olmaktan başka bir şey değildir. Yani kadın kendisi olmak yerine yukarıda ifade edildiği gibi başkalarının tanımladığı birisi olmaktan öteye geçemeyecektir. Ne adına? Özgürlük ve eşitlik adına.
Tıpkı batılıların kadın kimliği üzerindeki tanımlamaları gibi Müslüman kadınlar da modern zamanlarda bu tanımlamaları kabullenmektedir. Batılıların kadın kimliği nasıl bedeniyle ve cinselliği ile oluşturulmaktaysa Müslüman kadının kimliğinde de bu öğeler öne çıkmakta ve İslam’ın izzet ve şerefini taşıyan bir giyimi kenara itmektedir. Yani kadına batının tanımladığı hak ve özgürlükler sadece köle olabilme hak ve özgürlüğüdür. Hem de Müslümanların zihniyetlerini iğdiş ederek gönüllü olan bir kölelik.
Modern dönemlerdeki bu gönüllü kadın köleliği sayesinde, kadına erkekten iki kat yük yüklenmektedir. Gündüz erkekler gibi çalışan akşamları ise ev işleri, çocuk ve diğer bir çok göreve koşuşturan kadın erkeğe göre çok daha fazla yıpranmaktadır. Erkeğe bir kadına iki iş; işte kadın hak ve özgürlüğü.
Yine bu hak ve özgürlük bağlamında kadına yüklenen bir düşünce de “ekonomik özgürlük” anlayışıdır. Bu anlayışa göre kadın erkeğe mahkum olmadan yaşayabilmek ve erkeğin baskı ve sıkıntısını çekmemek için ayaklarının üstünde duracak ve böylece aile parçalanacaktır. Hem emek hem beden hem düşünce sömürgesidir bu.
Yani modernizm kadına ne hak tanırsa tanısın bu hakların tümü erkeklere yarayacak ya da bu haklar uygulanamayacaktır. Dolayısıyla kadın hayattan yine mahrum kalacaktır. Bu mahrumiyet kendini hem din hem de toplumsal görevler konusunda yeterince geliştiremeyecek, gelecek nesilleri yetiştirirken bu eksiklikle yetiştirecektir.
Kur’an’ın bize bildirdiği kadın ve erkek ise, birbirini tamamlayan, birbirine dost ve yardımcı olan ve birbirine muhtaç yaratılmış olandır. Kur’an’a göre toplumsal çatışma olmadığından kadının ve erkeğin görev ve sorumlulukları bellidir ve bunlar yapıldığında Allah’ın razı olması da sağlanır. Kur’an’a göre insan bireyselleşmez, farklılaşmaya çalışmaz, cinsiyet ayrımcılığı ve bedenin meta olarak kullanılmasına izin vermez ve cinsiyetler arasında çatışmayı önermez. Dünyayı erkekleştirip erkeği egemen kılmaz, kadını kendi hakları peşinde koşan bir virane yapmaz. Aile ilişkilerini önemser, duyguları paylaşmayı gösterir, insan ilişkilerinin sıcaklığını ve güzelliğini ifade eder.
Şimdi soralım kendimize ey Müslüman erkek ve Müslüman kadınlar; bu kadar mükemmel bir anlayış ve hayata rağmen özgürlük ve eşitlik için bu kadar çaba niye? Neden bu kadar bireyselleşmek isteğindeyiz? Neden Allah’ın bize verdiği hakları unutmuş modernizmin ifade ettiği hakların peşinde koşarız? Neden Allah’ın cennetine talip olmak yerine dünyada bu fıtrat bozucuların cennetine talip oluruz?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *